03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

9 KASIM 2007 CUMA dizi Prof. Dr. Erdal İnönü hem bilim hem de siyaset dünyasında yaptıklarıyla kendini kanıtladı C 13 Babasının adı altında ezilmedi E rdal İnönü, yaşamının çeşitli dönemlerindeki “Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün oğlu”, “fizik profesörü”, “ODTÜ rektörü”, “zoraki siyasetçi”, “Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı” sıfatlarıyla yakın tarihe damgasını vuran isimler arasında yer aldı. “İsmet Paşa’nın oğlu” olmanın ağırlığı altında ezilmeden, hem bilim hem de siyaset dünyasında kendini kanıtladı. İnönü’nün yaşamı 6 Haziran 1926 tarihinde Pembe Köşk’te başladı. Doğduğunda babası İsmet İnönü “Başvekil” idi, 11 yaşına gelinceye dek bu görevi sürdü. Atatürk’ün ölümünden sonra İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçilirken bu görev de 1950 yılına dek sürdü. Erdal İnönü’nün çocukluk ve ilkgençlik yıllarında babası hep “devletin en tepesinde”ydi. “İsmet Paşa’nın oğlu olmak”, taşınması zor bir yük müydü? Yoksa ayrıcalıklar sağlayan bir konum mu? Erdal İnönü bu soruya “Sonuç, insanlara ve durumlara göre değişebilir, ama benim yaşamımda faydası zararından çok oldu” yanıtını veriyordu. İsmet Paşa’nın oğlu olmanın kişisel yaşamında, eğitiminde kendisine sağladığı olanakları hiç yadsımadı. Ama “herkesin gözü önünde bir yaşam sürmenin, birtakım özgürlük kısıtlamaları getirdiğini” de ekledi. İsmet İnönü, çocuklarını “Tanınmış bir insanın oğlu olmanız, başarılarınızın da başarısızlıklarınızın da başkaları tarafından abartılı bir şekilde değerlendirilmesine yol açacaktır. Bunu unutmazsanız, gereksiz övgü ve yergiler karşısında kendinizi daha iyi korursunuz” diye uyarmıştı. E rdal İnönü’nün çocukluk ve ilkgençlik yıllarında babası hep “devletin en tepesinde”ydi. “İsmet Paşa’nın oğlu olmak”, taşınması zor bir yük müydü? Yoksa ayrıcalıklar sağlayan bir konum mu? Erdal İnönü bu soruya “Sonuç, insanlara ve durumlara göre değişebilir, ama benim yaşamımda faydası zararından çok oldu” yanıtını veriyordu. İsmet Paşa’nın oğlu olmanın kişisel yaşamında, eğitiminde kendisine sağladığı olanakları hiç yadsımadı. Ama “herkesin gözü önünde bir yaşam sürmenin, birtakım özgürlük kısıtlamaları getirdiğini” de ekledi. İNÖNÜ BABASIYLA KIYASLANIYOR İsmet Paşa’dan oğluna azar E rdal İnönü, anılarında çocukluğunda babasından yediği bir “azar”ı anlatırken yüzme ile siyasete girme arasında bağlantılar kurdu. Heybeliada’da babasına denize atlama ve yüzme konularındaki başarısını göstermek için iskeleye çıktığında başına gelenleri şöyle anlatıyordu: “Ben iskelenin kenarına geldim, atlamak istiyorum fakat bir türlü atlayamıyorum. Kendi kendime ‘Haydi atla’ diyorum. Ama ayaklarım yerinden oynamıyor. Herkes de beni seyrediyor. Babam da bakıyor ve hayreti yavaş yavaş kızgınlığa dönüşüyor. Bende hiçbir hareket yok. Böyle ne kadar eziyet çektiğimizi bilmiyorum ama bana çok uzun bir zaman gibi geldi. Sonunda babam iyice kızdı. ‘Ayıp, ayıp, kendisi atlayamıyor, Hayri at şu maskarayı denize’ gibi bir şey söyledi, rahmetli Hayri Amcam beni itti, suya düştüm ve kurtuldum. Arada babamın beni adamakıllı azarlayan başka sözleri de olduğunu sanıyorum ama onlar hatırımdan çıkmış. Bu olayı, yıllar sonra 1983’te babamın arkadaşlarından gelen siyasete girme çağrısı karşısında duyduğum tereddüde benzetenler olacaktır. Ama arada önemli bir fark var. O gün suya atlamam bir başkasının, Hayri Amcamın itmesiyle gerçekleşmişti, aşağı yukarı 50 yıl sonra siyasete atlamam ise kendi irademle oldu. Kimsenin itmesiyle değil. Kuşkusuz, birçok çarpıcı olay, birçok tanıdığın sözleri beni etkiledi, mecazi anlamda siyasete ittiler ama kararı kendim verdim.” ‘YAŞAMINA YANSIYAN KİTAP ‘ANILAR VE DÜŞÜNCELER’ Erdal İnönü, “Anılar ve Düşünceler” kitabında bu durumun yaşamına yansımasını şöyle anlatıyordu: “Eğer olayların gelişmesiyle devlet mekanizması içinde örneğin üniversitede ya da başka bir bilim kuruluşunda dekanlık, rektörlük, başkanlık gibi bir sorumlu makama tek aday durumuna gelmişsem, atama kararını verecek kişiler beni genellikle asil olarak değil, vekil olarak atamayı tercih ettiler. Bu şekilde davranarak herhalde kamuoyunda babamın partisini destekliyormuş gibi bir izlenim doğurmaktan kaçınmak istiyorlardı. Buna karşılık siyasette tam tersi oldu. Babamın, beni siyasete çağıran arkadaşları, daha ilk görüşmede ‘parti genel başkanı’ adayı olarak beni öne çıkardılar. Çünkü bu defa kamuoyunu olabildiğince etkilemek söz konusuydu. Kamuoyu ile etkileşim aynı insanı bazen geri çekiyor, bazen de ileri itiyor.” (soldan sağa) Özden Toker, Erdal İnönü, Mevhibe İnönü, İsmet İnönü, Ömer İnönü ‘İSMET PAŞA’NIN OĞLU’ OLMAK dal İnönü ilk aşamada “Siyasete girmeyeceğim. Yapmakta olduğum işleri kendi kendime bırakamayacağımı, bilim çevresinden kendi isteğimle kopamayacağımı anladım. Ben aradan çekilince, siyasette benden beklenen birleştiricilik görevini yapacak başkaları muhakkak bulunacaktır” açıklamasını yaptı. Ancak daha sonra CHP’nin Sırrı Atalay, Kemal Güven, Cahit Karakaş, İrfan Özaydınlı, Hikmet Çetin, Necdet Uğur’un da aralarında bulunduğu yöneticileri kendisini ikna etti. 18 Mayıs 1983 tarihinde Pembe Köşk’te düzenlediği basın toplantısında siyasete giriş kararını açıkladı: “Ülkemizde demokrasinin yeniden işlerlik kazandığı bugünlerde ilkelerine daima inandığım Batılı anlamda sosyal demokrat bir partinin kuruluşuna katkıda bulunmak görevinden kaçınamayacağımı gördüm. Tercihimi bu yolda yapıyorum. Bugün üniversitedeki ve TÜBİTAK’taki görevlerimden ayrılma dilekçelerimi veriyorum. Yarından itibaren arkadaşlarımla birlikte partimizin kurulması hazırlıklarına başlayacağım.” 6 Haziran 1983 tarihinde de SODEP kuruldu. Sevinç İnönü, eşinin siyasete girmesine itirazlarını hep sürdürdü, Hayatımız kaydı” diye yakındı. Erdal İnönü, eşini sakinleştirmek için “Boş yere kendini üzme, yakında bana ihtiyaç kalmayacak, bırakacağım, biraz daha dayan” diyordu. Ancak “bırakma” noktasına gelmesine daha çok zaman vardı. 6 Haziran 1993 tarihinde siyaseti bırakma kararını açıkladı, hükümetteki “Dışişleri Bakanlığı” görevi ise 20 Eylül 1995 tarihine dek sürdü. Birçok yerde gaziler, İsmet İnönü’nün yol arkadaşları, ellerinde eski fotoğraflarla Erdal İnönü’nün yanına gelir, anılarını anlatırlardı. Bazıları zaman zaman sevgilerini ifade ederken biraz ölçüyü kaçırırdı. Bir keresinde, küçük bir ilçede kaymakamın odasında otururken bir partili, Erdal İnönü’nün sürekli arkasına vurarak “Yaşa İsmet Paşa’nın oğlu, çok yaşa” diyordu. Canı yanan Erdal İnönü, sonunda dayanamadı: “Sen böyle vurmaya devam edersen paşanın oğlu çok yaşayamayacak.” Bir başka seçim gezisi sırasında Erdal İnönü seçim otobüsünün üzerinde konuşurken çakırkeyif bir partili aşağıdan bağırıyordu: “Konuş, paşanın oğlu!” Erdal İnönü birkaç kez susup konuşmasına ara verdi, ancak partili “Konuş, paşanın oğlu” diye bağırmayı sürdürünce “Sen şu anda ne yaptığımı sanıyorsun” karşılığını verdi. SİYASETE GİRME KARARI “Paşanın oğlu” olmak, Erdal İnönü’yü siyasete taşıdı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında partiler kapanırken yeni arayışlar başladı. Erdal İnönü, 1983 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde ders veriyordu. Bülent Ecevit, CHP defterini kapatmış görünüyordu. İşadamı İbrahim Cevahir bir gün kapısını çalarak kendisini siyasete çağırdı. Karar vermesi kolay olmadı, eşi Sevinç İnönü tepkiliydi. Er ‘Fiziği Köşk’e tercih ederim’ E rdal İnönü, lise yıllarında fizik ve felsefeye büyük ilgi duyuyordu. Bir akşam Florya Deniz Köşkü’nde “Rıza Amcası” ile bir tartışması oldu. O günü şöyle anlatıyor: “Amcam uzun boylu, beni fizik okumaktan caydırmaya, gene hukuk ya da siyasal bilgiler okumaya yöneltmeye çalıştı. ‘Senin durumun itibarıyla en iyi yapacağın şey yöneticilik ve sonra siyasettir’ diyordu. Hatta bir ara, ‘Cumhurbaşkanlığı’na kadar yolun açıktır’ dedi. Ben de, iyi hatırlıyorum, kesin bir tavırla ‘Ben bilim alanında başkan olmayı, cumhurbaşkanı olmaya tercih ederim’ diye yanıt verdim.” İsmet İnönü, oğlunun üniversiteyi Ankara’da okumasını istiyordu. Bu durumda Erdal İnönü “Fizik okumayı tercih ediyorum. Ama Ankara’da Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi’nde felsefe de okuyabilirim” dedi. Ancak İsmet İnönü, “Felsefeye ömür verilmez, daha düşünelim” diyerek bu isteğini reddetti. Ancak daha sonra Erdal İnönü’nün başkentte fizik okumasının yolu bulunacaktı: “Bir öğle yemeğinde Hasan Âli Yücel’in sofraya geldiğini hatırlıyorum. Bakanlar Kurulu’ndan geliyormuş. Çok heyecanlı bir hali vardı. Ankara’da önümüzdeki ay içinde bir Fen Fakültesi kurulması kararlaştırılmış ve gerekli ödenek ayrılmış. (...) Böylece benim mesleğim için de sorun çözülmüş oldu. Ankara’da kalarak fizik dalında yükseköğretim yapabilecektim.” ‘ÖYLEYSE GİDİN BABAMI BULUN’ Erdal İnönü, birçok yerde babasıyla ilgili övgüleri, saygı sunuşlarını kabul etti. Ancak zaman zaman da babasıyla kıyaslandı. “Babasının anısına sığınma” girişimleri kendisini çileden çıkardı. Anılarında, bunlardan birini şöyle anlatıyor: “İsteklerinin olanaksız olduğunu, böyle bir şey yapmaya ya gücümün yetmeyeceğini ya da isteklerinin tümüyle ilkelerimize aykırı olduğunu, güzellikle birkaç kez anlatırdım. Ama sonunda muhatabım bazen benim bütün itirazlarımı bir tarafa bırakarak ‘Babanız olsaydı yapardı’ diye, isteğinde ısrar ederdi. O zaman benim de son sözüm ‘Öyle ise gidin babamı bulun’ olurdu.” Bir seferinde Ankara Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Merkez lokantısında aile dostlarıyla bir yemek sırasında masalarına gelen bir yurttaş, Erdal İnönü’ye ısrarla o dönem Turgut Özal’ın kullandığı “Alternatifimiz yok” sözüne atıfta bulunarak “Sizin alternatifiniz nedir” diye sorar. İnönü, davetsiz misafire bunu birkaç cümle ile açıklayamayacağını, konuşmalarını göndereceğini söyler. Davetsiz misafir ayrılır, ancak bir süre sonra yeniden masaya gelip sorusunu yineler ve “Babanız olsaydı bana muhakkak alternatifini söylerdi” der. Erdal İnönü, kendisine şu karşılığı verir: “Bak kardeşim, babam burada olsaydı sana şunu söylerdi: Burada ailece yemek yiyoruz, bizi daha fazla rahatsız etme, hadi masana git.” (soldan sağa) Nöbel ödüllü Muhammed Abdüsselam, Erdal İnönü, Ömer Akyüz, Feza Gürsey, Erwin Shper. Erdal İnönü açık oturumda (Türk Fizik Derneği Arşivi). Şerif Mardin’den ‘Erdalizma’ saptaması Y aşamı boyunca Erdal İnönü’nün esprili konuşmaları dillerden düşmedi. Az konuşan, ama herkesi şaşırtan, güldüren, “başka” bir mantığı yansıtan sözleri “fıkra” gibi anlatıldı. Erdal İnönü, “az konuşmanın, normal hızla düşünen insanlara da çarpıcı şeyler söyleme olanağı verdiği” kanısındaydı. Siyasete girmeden önce de konuşmalarında mizah unsuru eksik olmazdı. ODTÜ’de bir süre beraber çalıştığı Prof. Dr. Şerif Mardin, Erdal İnönü’nün sözlerine “aforizma” sözcüğünden esinlenerek “Erdalizma” adını takmıştı. Erdal İnönü, Prof. Dr. Şerif Mardin’in, “arkadaşlık iltifatı” yaparak sözlerini “bir özel gülmece kategorisine” yükseltmesinden mutluluk duyduğunu dile getiriyordu: “Bu espriler kelime oyunlarına dayanmıyor. Ya somut gerçeklere ya da mantık usavurmalarına dayanıyor; insanları etkilemesi, dinleyenlerin o andaki ruhsal durumlarını yakalamasına bağlı. Yakalayabilirse etkili oluyor, aksi halde hiçbir etkisi yok. Gözleme dayanan bir şey söyleyecekseniz, o andaki ruhsal durumu iyi algılamanız şart. Sözün espri karakteri ancak o ortamda meydana çıkar. Başka yerde, başka zamanda tekrar edildiğinde o sözde hiçbir gülmece tarafı gözükmeyecektir.” Erdal İnönü’nün siyaset dünyasındaki esprileri çok anlatılıyor. Bir de bilim dünyasından bir konuşmasını aktaralım. İnönü, üniversitede öğretim üyelerine doçentlik unvanlarının verilmesi töreninde izleyicilere şöyle seslenir: “Doçentlik unvanı alan genç öğretim üyelerimizi candan kutluyorum; bilim hayatında artan başarılar diliyorum. Doçentlik, profesörlük gibi unvanların bir insanın araştırıcılık gücünü, bilim adamı olarak değerini artırmadığı söylenir. Bu doğrudur. Ama böyle olduğunu insanın anlaması ve söyleyebilmesi için bütün bu unvanları alması gereklidir.” S Ü R E C E K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle