02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 C S TRATEJİ Cumhuriyet Strateji 4 Ağustos 2008 / 214 Cumhuriyet Strateji 4 Ağustos 2008 / 214 C S TRATEJİ 13 Kıbrıs’ta RumYunan ortak stratejisi uygulanıyor… Ada’da süreç ‘ödün tuzağı’na ayarlı Gözde KILIÇ YAŞIN TUSAM Balkan Araştırmaları Masası [email protected] ürkiye kamuoyunu esir alan ve son bir kaç aya yayılan "kriz/ler" dış politikadaki pek çok gelişmeyi gölgeliyor. Büyük Ortadoğu Projesi’nin yeni bir boyutuna geçilmekte olduğu izlenimi veren bir dizi olayda Türkiye’nin temel dış politikalarından keskin dönüşler yaparak kazancı tartışılır yeni açılımlar yapması, satranç tahtasının kilit noktasında olan ancak en kolay vazgeçilebilecek taşı gibi hamle yaptırılan "piyon"a benzetilmesini haklı çıkaran bir görünüm veriyor. Bu anlamda iç siyaseti esir alan Ergenekon ve AKP’nin kapatılması davalarının, gerçekte okyanus ötesi planlayıcıların işini kolaylaştıran bir "iç dalgınlık" yarattığını düşünmek mümkün. Türkiye'nin gücüne ve büyüklüğüne denk düşen bir diplomatik çabanın ortaya konulmadığı sayısız bölge ya da sorunlar bunlarla sınırlı değil. Sisler ardında kalan, kamuoyunun dikkatinden kaçan gelişmelerden biri de Ortadoğu’ya yakın müdahale için mükemmel bir üs olarak görülen Kıbrıs’ta yaşanıyor. Talat ve Hıristofyas... T Kıbrıs sorununda son girişimde süreç uzatıldı. Sonbahara bırakılan müzakereler Türkiye’nin AB ile ilişkilerindeki süreçle çakıştırıldı. RumYunan ortak stratejisine göre yıl sonuna kadar liman ve havalimanlarını GKRY’ye açması gereken Türkiye, AB dayatmasıyla garantörlükten vazgeçecek kararı verebilecek… açıklanana dek, "yapıcı" hiç bir adım atmaksızın kısmi şekilde dondurması şaşırtıcı olmayacaktır. Nitekim Türkiye’nin Gümrük Birliği çerçevesinde limanlarını Rum bandıralı gemi ve uçaklara açması mevzusundan sonra Ada’daki Türk askeri varlığının ve daha da önemlisi "Türkiye’nin garantörlüğü" meselesinin AB üyeliği sürecinin bir malzemesi haline getirilmesi bakımından takvim daralıyor. Yunanistan ile Rum Yönetimi’nin ortaklaşa belirlediği stratejinin Ada’da birleşmeye dönük barış görüşmelerinden önce "işgal" sorununa, "garantörlük" müesseseni tamamen geçersiz kılmak suretiyle "kalıcı" bir çözüm getirmek olduğu net bir şekilde ortada. Bu da Yunan tarafına göre "toplumlararası görüşmeler" yoluyla değil TürkiyeAB müzakereleri çerçevesinde çözülebilecek "temel" sorundur. Nitekim kapsamlı müzakerelerin başlatılması da Türkiye’nin AB takvimine denk getirilmiştir. Açıkçası tek başına "limanların açılması" bile Rum Yönetimi açısından yeterli sayılacaktır. Nitekim bu adımın ardından zaten kendilerini "Kıbrıs Cumhuriyeti" ismiyle tanımış bir Türkiye’nin "sahte devlet" KKTC ile herhangi bir ilişki geliştirmesi ya da Rum topraklarında asker bulundurması için sebep kalmayacaktır. Temel strateji, GKRY’nin Türkiye tarafından "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak tanınmasını bütün sonuçlarıyla birlikte sağlamak olsa da Türk askeri kuvvetinin geri çekilmesinden önce bir daha hangi gerekçe ile olursa olsun geri gelememesi için "garantörlük" hak ve yükümlülüğünün de ortadan kaldırılması, stratejinin olmazsa olmazı; "şart işlemi"dir. Bu noktada Rum Yönetimi önündeki en büyük engel Türkiye’nin katı tutumuna bile gerek kalmaksızın üslerini güvence altında tutmak isteyen İngiltere olacaksa da Hristofyas’ın "Ulusal Konsey"in de onayı ile İngiltere’ye çok özel bir güvence vermesi durumunda işin boyutları değişebilir. Nitekim Türkiye’nin garantörlüğünü hararetli biçimde reddeden Hristofyas, 5 Haziran’da İngiltere ile imzaladığı memorandumda İngiltere’nin garantörlüğünü bir kez daha kabul ederek kendisiyle çelişmiş, siyasi duruşu anlamında güvensizlik yaratmıştı. İngiltere açısından uluslararası anlaşma mahiyetinde olan Garantörlük Anlaşması, iki devlet arasında imzalanacak herhangi bir anlaşmaya yeğ tutulacaktır. Rumlar açısından ise Türk katliamı yapılırken izlemeyi tercih eden bir İngiltere’nin askeri üslerinin bir süre daha Ada’da konuşlu kalması, Ada’ya çıkarma yaparken tarihin gidişatını sekteye uğratan Türkiye’den kurtulmaya değecek bir tavizdir.(1) Elbette ki plan oluşturulurken umut edildiği biçimde Talat, "Kıbrıslı Türkler de Türkiye’yi istemiyor" imajının yaratılmasına yardımcı olsaydı, sürecin çok daha hızlı ilerlemesi mümkündü. Ancak Talat, Türkiye ile işbirliği içerisinde hareket edince ve gerek garantörlük gerekse Türk askerinin durumu konusundaki açıklamaları ile Hristofyas’ın beklentisini boşa çıkarınca; "Talat’la birlikte anavatanlara karşı mücadele edeceğiz" söylemi, "Talat, Ankara’nın boğucu kucaklamasından kurtulmalıdır" söylemine dönüştü. Haliyle en temel sorunun da Brüksel’de halledilmesi bir nevi mecburiyet halini almış oldu. ÖNCE GARANTÖRLÜK Dimitris Hristofyas’ın Rum tarafında devlet başkanlığına seçilmesi ile bir kez daha "barış için son şans" söylemi kullanılır oldu. Tam teşekkülü müzakerelerin bir kez daha, yeniden başlaması ve bu kez "birleşmeyle" sonuçlanması hedefleniyordu. Sürecin son durağını, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Hristofyas’ın 25 Temmuz’daki görüşmeleri oluşturdu. Dördüncü kez bir araya gelen iki lider; çevre, kültürel miras, kriz yönetimi ile suç ve suça ilişkin konularla ilgili olmak üzere dört ana başlık altında toplanan 16 maddelik bir "önlemler paketi"nin hemen ve tamamen uygulanması konusunda uzlaşıya vardı. Ancak 25 Temmuz görüşmesinin en önemli sonucu, kapsamlı müzakerelerin başlangıcı için 3 Eylül tarihinin verilmesi ve üzerinde anlaşmaya varılacak olan çözümün, ayrı ayrı ve eş zamanlı olarak referanduma sunulmasının karara bağlanmasıydı. Ancak hemen belirtilmesi gerekir ki, 3 Eylül’den itibaren Hristofyas’ın süreci sulandırması ve başlamış izlenimi verilen müzakereleri, AB’nin Türkiye İlerleme Raporu RUM MİLLİ TEZLERİ Hristofyas, 28 Şubat 2008’de devlet başkanlığı görevini devralırken "Kıbrıs Sorunu"nu açık ve net bir şekilde tanımlamıştı: Sorun, Türkiye’nin Ada’yı işgal ve istila etmesinin bir sonucuydu. Papadopulos gibi Hristofyas da Türk askeri çekilmeden, Türkiye liman ve havaalanları Rum bandıralı gemi ve uçaklara açılmadan ve Türk yerleşiklerin geri dönüşü kabul edilmeden herhangi bir çözümün söz konusu olamayacağını ilerleyen günlerde de dilinden düşürmedi. Çözüm ancak Türkiye’nin garantörlüğü ortadan kalktığında kalıcı olacaktır aksi takdirde tehdit baki kalacaktır. Çözüm ile kastedilen de "Kıbrıs Cumhuriyeti" çatısı altında toprak, egemenlik ve bağımsızlık birliğinin yeniden tesis edilmesidir. Ancak bu 1960 Anayasası’nın canlandırılması anlamına gelemez zira işleyebilir bir formül yaratmış olsaydı bölünme gerçekleşmezdi. Anayasa’da Makarios’un varlığına karşı çıktığı ve Türklerin Rumlar karşısındaki hukuki eşitliğini güvence altına alan 13 madde özellikle "Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Muavini’ne tanınan veto yetkisi" ile "hükümet ve orduya katılımın nüfus oranlarına göre değil de olmayan bir eşitliği varmış gibi gösteren maddeleri(2) istikrarsızlıktan başka bir şey getiremez. Dolayısıyla Rum bakış açısına göre yeni dönemde birlikteliğin işleyebilir olması adına toplum düzenini bozan bu tür maddelere yer verilmesi mümkün değildir. Yine Hristofyas’ın açıklamalarına Kıbrıslı Türklerin, Maruni, Ermeni ve Latin gruplarıyla yani Ada’nın azınlıklarıyla bir tutulduğu yargısı yansıyordu. Açıkçası bunun anlamı, her vatandaşın tek Talat Hıristofyas görüşmesinden... bir oy hakkının bulunacağı, dolayısıyla parlamento ya da hükümet yapılanmasında 1960 Anayasa’sında hükme bağlanan yüzde 70 Rumyüzde 30 Türk şeklindeki dengenin yeni anlaşmada yer alması söz konusu dahi olamayacağıdır. Nitekim "siyasi eşitlik" kavramının Ada’nın iki tarafında farklı terminoloji yarattığına şüphe yok. Sadece siyasi eşitlik konusunda değil aynı zamanda bölünmüşlüğe son verecek birleşmenin ortaya çıkaracağı devlet konusunda da iki kesimde ciddi görüş ayrılığı bulunuyor. KKTC Cumhurbaşkanı Talat, Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’nin bir parçasını oluşturacağı yeni bir devlet çatısını savunurken Rum lider Hristofyas açık ve net bir şekilde "bakir doğum devlet" modelini reddediyor. En son, 25 Temmuz görüşmesinden hemen bir gün sonra Baf’ta düzenlenen bir törende kapsamlı müzakerelerden sonra yeni bir devletin kurulmayacağını ifade eden Hristofyas mevcut Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin anayasasında yapılacak değişikliklerle federasyon haline dönüştürüleceğini ve Türklerin bu devlete katılacağını söylemişti. Ne gariptir ki 23 Mayıs toplantısı basına liderlerin "iki kesimli, iki toplumlu bir federasyona bağlılıklarını yeniden teyit ettikleri; bu ortaklığın tek uluslararası temsiliyete/kimliğe sahip bir federasyon hükümeti ve eşit statüye sahip bir Kıbrıs Türk ve bir Kıbrıs Rum kurucu devleti olacağı konusunda mutabakata vardıkları" şeklinde yansımıştı. Anlaşılıyor ki görüşme sonrasında "Kıbrıs'ın uluslararası kimliğinin Kıbrıs Cumhuriyeti mi olacağı yoksa bakire doğumun mu gerçekleşeceği" sorusunu 'Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti olacağı ortak tutumuna sahibiz’ sözleriyle cevaplayan Hristofyas ya sözünden dönmüştür ya da günün heyecanından yanlış anlaşılmıştır. KKTC’nin bir saniyeliğine olsa bile statüsünün yükselmesini kabul edilemez gören Rum Yönetimi, Ada’nın tek uluslararası kimliğe sahip devletlerinin de yeni bir devlet için olsa bile lağvedilmesini ihtimal dışı bırakmaya kararlı. Mevcut Rum anayasasında yapılacak değişikliklerin de gerçek bir federatif yapılanma sağlamasını beklemek herhalde hayalcilik olur. Kapsamlı müzakerelere başlamak üzere 3 Eylül’de buluşmaya sözlenen liderlerin daha pek çok temel konuda ortak zemini yakalayamadığını söylemek mümkün. Örneğin Rum oyununun farkında olan Talat, zamana yayılacak bir müzakere sürecine taraf olmasa da Hristofyas "boğucu takvim ve hakemlik müessesini" çoktan dışlamış durumda. Mülkiyetler konusunda Hristofyas "geri dönüş" formülünü önerirken Talat, tazminat ve takas yöntemini daha makul ve uygulanabilir görüyor. Hristofyas üniter bir ekonomi hedeflerken Talat iki ayrı ekonomi üzerinde duruyor. Talat, "egemenliğin kaynağının iki halktan kaynaklandığını" savunurken Rum liderin "egemenlik Kıbrıs halkından kaynaklanır, Kıbrıs halkı ise iki halktan oluşur" düşüncesinde ısrar etmesi bir uzlaşının uzak olduğunu gösteriyor. Zaten Ada’nın tamamını temsil ettiğini iddia eden ve ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adını taşıyan bunu da dünyaya kabul ettirmiş olan bir yönetimin adil ve kalıcı bir çözüm çerçevesinde egemenliğini azınlık olarak gördüğü bir toplumla paylaşmaya razı olması beklenemezdi. Elbette Rum milli tezini incelerken 74 sonrasında Türkiye’den gelip yerleşen 90 bin kişinin diğer bir sorun kaynağı olduğunu ancak aynı dönemde Rum tarafına aslen Kıbrıslı olmayan yaklaşık 240 bin kişinin yerleştirilmiş olduğunun Rumlarca unutulduğunu belirtmeye gerek bile yok. Aynı şekilde "işgal" sorunundan bahseden Rumların, Türk askerinin Ada’ya çıkartma yapmasını gerektiren koşulları da Türklere kurulan ödün tuzağı, Hıristofyas’ın tutumundan açıkça anlaşılıyor. Hıristofyas, Talat’la görüşmelerinde başarılı bir şekilde ‘uyumlu lider’ portresi çizerken, gerçek niyetini içerdeki konuşmalarında çekinmeden açıklıyor. Hıristofyas’ın oyalaması Türk askerinin çekilmesi, Türkiye’nin garantörlüğünün AB sürecinde kaldırılması noktasına hedeflenmiş durumda. hatırlamadığını düşünmek gerekecek. Gerçi sadece olayların baş sorumlusu EOKA’nın terör örgütü olarak ilan edilmesinin ve sorumluların cezalandırılmasının Rum hükümetinin gündemine alınmaması durumu söz konusu olsaydı, geçmişin acı izlerinin silinmek istendiğinden bahsetmek mümkün olabilirdi. Ancak EOKA’nın tedhiş hareketlerine başlayışının her yıl törenlerle kutlanıyor olması, Rumların iyi niyetinden şüphe etmeyi ve "güven arttırıcı önlemlerin" neden tek taraflı alınmakta olduğunun sorgulanmasını zorunlu kılıyor. Anlaşılıyor ki Hristofyas döneminde de müzakere masasında Türkleri azınlık, Kıbrıs’ın tamamını Rum toprağı, egemenliği paylaşılmaz, mevcut "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni vazgeçilmez gören Rum yaklaşımı hakim konumda olacak. görüyor o halde 2000’lerin başından bu yana "Türkiye’nin sırtına kambur" olduğu görüşü yaygınlaştırılan KKTC için endişelenmeye gerek olmayacaktır. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın Lokmacı kapısının açılmasından hemen önce Kıbrıs’ta verdiği "adil ve kalıcı barış sağlanmadan askerin çekilmeyeceği" mesajı ile Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı R. Tayyip Erdoğan’ın 20 Temmuz kutlamalarında "kırmızı çizgileri" sert biçimde hatırlatan beyanatları olduğuna göre Kıbrıslı Türkler de gidişat için endişelenmekten vazgeçebilirler. Hem askeri hem de siyasi kanadıyla Türkiye görüşmelerin gidişatına ilişkin rahatsızlık belirtmediğine göre KKTC’nin gittikçe güçlenen muhalefeti "Rumların KKTC’yi lağvedip Türkleri azınlık olarak kendi mevcut devletlerine yamalamak niyetinde olduğu" söylemlerinde yanılıyor olmalıdır. Üstelik görüşmeler sonucunda liderlerin üzerinde mutabık kaldığı çözümün referanduma sunulacak olması da Kıbrıs’taki Türklerin sonucu beklemesi ve ipleri elinde hissetmesi için yeterli motivasyonu sağlayacaktır. Ne var ki ortaya çıkacak çözüm planının Annan Planı içindeki kalıcılıkları şüpheli olan kimi koruyucu maddeler ile "yapıcı belirsizlik" uygulanan maddelerinden dahi uzak olacağı da yine görüşmelerin gidişatından anlaşılıyor. Bir başka ifadeyle Annan Planı’nın dahi masum kalacağı yeni bir çözüm planı her geçen gün biraz daha şekillenirken Kıbrıs’taki psikolojik ortam Annan Planı öncesindeki haline dönmüş durumda. Toplum mühendisleri yine işbaşında… Dipnotlar: 1 Ancak belirtilmeli ki burada İngiltere’nin tutumu açısından Büyük Ortadoğu Projesi’nin hangi aşamasına gelindiği ve Türkiye için biçilen rolün mahiyeti temel belirleyici olacaktır. 2 Zürih ve Londra Anlaşmaları çerçevesinde oluşturulan Kıbrıs Anayasası’nda; parlamento, hükümet, kamu yönetimi yapılanmasında yüzde 70 Rum, yüzde 30 Türk, Polis ve Jandarmanın yapılanmasında yüzde 60 Rum, yüzde 40 Türk oranları esası getirilmiştir. ÇÖZÜMDEN ÖNCESİ Görüşmelerde Rum tezleri teker teker açılmaktayken ve Hristofyas başından beri yaklaşımını açık bir biçimde sergilemişken Hristofyas ile yapılan görüşmelerin "çözüm için fırsat penceresi açıldı" şeklinde dünyaya duyurulmasının manasını çözmek de kolay değil. Şu an kesin olan Rum Yönetimi’nin "tam teşekküllü müzakere" sürecinde elde edemeyeceğine inandığı ve kapsamlı çözüm dışına çıkarmak istediği kimi önemli konularda Türkiye üzerinde oluşturacağı bir AB baskısıyla sonuç elde etmek niyeti taşıdığıdır. Böylesi bir girişime dönük olarak Türkiye’nin diplomatik çerçevede hazırlığı nedir bilinmez ancak "Talat ile Hristofyas’ın mükemmel uyumu", "iki lider arasındaki görüşmelerin umut verici biçimde ilerliyor olması", "çözüme ve barışa en yakın olunan dönemde bulunulması" gibi faktörlerin hiç değilse "limanların açılması" konusunda kamuoyu tepkisine makul bir set oluşturması mümkün. Ne de olsa "Kıbrıs sorununu çözecek olan Kıbrıslılardır" ve mademki Kıbrıslı Türklerin lideri olan Talat, görüşmeleri umut verici
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle