02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

20 Erhan AKDEMİR Ankara Üniversitesi ATAUM / AB Uzmanı ürkiye'nin Avrupa Birliği’ne tam üye olmasını hiçbir biçimde arzu etmeyen Fransa, özellikle müzakerelerin başlangıç tarihi olan 3 Ekim 2005’den bugüne tam üyeliği engelleyici birçok adım attı ve atmaya da devam edecek gibi görünüyor. Bu yılın Temmuz ayından itibaren de AB’nin altı aylık dönem başkanlığı koltuğuna oturacak olan Fransa ile birlikte, Türkiye–AB tam üyelik müzakerelerinin hızının ise daha da yavaşlayacağı bekleniyor. Hatırlanacağı gibi tam üyelik yerine farklı alternatifleri Türkiye'nin önüne koyma, Türkiye'ye onaylatma hevesinde olan Fransa, "Ekonomi ve Para Politikası" müzakere başlığının açılmasına da veto koymuştu. Bunun nedeni ise "Ekonomi ve Para Politikası" müzakere başlığının Türkiye'nin Euro sistemine katılımını ve AB ile bütünleşme yolunda daha fazla yakınlaşmasını sağlamasıdır. Bu çerçevede böyle bir başlığın açılması, müzakerelerin hızının artmasına, bütünleşmenin ivme kazanmasına ve Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği yolunda önemli bir mesafe kat etmesine neden olacaktır. Böyle bir mesafenin kat edilmesi ise özellikle Fransa gibi ülkelerin pek işine gelmiyor. Tabii böyle bir tutum ise AB'nin değerleri, benimsediği ilkeler, altına imza attığı belgelerin ruhuyla da çelişiyor. Açıkçası bu tür çabalar Fransa’nın Türkiye konusundaki gönülsüzlüğünü ortaya koyuyor. Diğer yandan, yaşanan bu gelişmeler bu tür çabaların ne ilki ne de sonu olacaktır. Son zamanlarda ise Fransa’nın bu çabalara ağırlık verdiğini görmekteyiz. 14 Mayıs tarihinde Fransa, "Avrupa Birliği Aday Ülkeler Ekonomi ve Maliye Bakanlar Diyalogu" toplantısının sonunda, 20082010 dönemini kapsayan Katılım Öncesi Ekonomik Program ortak bildirgesinde Türkiye’ye ilişkin olarak yer alan "katılım" ifadesinin metinden çıkarılmasını sağladı. Her ne kadar Türkiye'nin itirazı nedeniyle belge "ortak bildirge" olarak değil, sadece "AB Dönem Başkanlığı'nın açıklaması" olarak kayda geçse de bu, Fransa’nın Türkiye konusundaki sert tutumunu tekrardan kanıtlıyor. Sarkozy’nin tutumu ortaçağ yaklaşımlarını anımsatıyor… C S TRATEJİ Fransa gibi düşünen AB ülkeleri açısından) geldiği nokta açısından oldukça önemlidir. Çünkü, Fransa’nın Türkiye’ye karşı bugün gösterdiği tepki, Türkiye’nin AB’ye tam üye olmaması için ortaya koyduğu bu ısrarlı savunma Chirac dönemindeki Türkiye karşıtlığından önemli bir ayırım içeriyor. O ayırım da şudur: Chirac döneminde Türkiye karşıtlığının temeli büyük ölçüde ekonomik etkilere bağlı olarak AB’den beklenenler ile uygulamalar arasındaki farklılığın yarattığı hayal kırıklığına ve AB’nin Fransız halkının gözünde ulusal değerler ve sosyal model üzerinde zararlı etkileri bulunan bir oluşum olarak algılanmasına dayanmaktaydı. Yani Türkiye her iki açıdan da "günah keçisi" ilan edilmişti. Hatta 2005 yılında AB Anayasası’nın referanduma götürülmesi aşamasında Türkiye tartışmaları bu çerçevede önemli bir malzeme olarak kullanılmıştı. Fransız halkı da zaten antlaşmayı reddetmişti. Türkiye konusunda yaşanan bu tartışmanın ise, AB’nin kendi iç reformlarını başarıyla tamamlamasıyla, genişleme yorgunluğunu üzerinden atmasıyla ve bütçe açısından daha rahat bir nefes almasıyla çözüleceği varsayılmaktaydı. Ancak gerek AB Anayasası konusunda gerek genişleme konusunda gerekse de bütçesel konularda AB görece daha rahat duruma gelse de Türkiye konusunda beklenilenin aksine daha rahat duruma ulaşılamadı. Ulaşılamadı çünkü Fransa’da Cumhurbaşkanlığına Chirac’ın yerine Nicolas Sarkozy geldi. Sarkozy ile birlikte, Türkiye sorunu ise bambaşka bir zeminde tartışılır oldu. Türkiye bu sefer, Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı ile birlikte, kimlik ve kültür zemininde AB tartışmalarının içerisinde yer almaya başladı. Bu tartışma ise diğer tartışmalardan oldukça büyük bir farka sahip. Bu tartışma diğer tartışmalar gibi belli bir dönemde sona ermesi muhtemel geçici bir durumu arz etmiyor veya genişleme konusu gibi, sosyo ekonomik bir durum gibi zamanla değişebilen, iyileşebilip kötüleşebilen bir durum arz etmiyor. Yani Türkiye açısından "günah keçisi" ilan edilecek bir durum yok ortada. Ortada AB’yi bir Hıristiyan kulübü olarak görmeyi arzulayan, belli bir kültür, kimlik ve coğrafi alan kalıbının içine sokma hevesinde olanların bu çerçevede de Türkiye’ye yönelik çok sert muhalefet eden bir yaklaşımı söz konusu. Yani Fransa’nın Türkiye’ye karşı bugün gösterdiği tepki, Türkiye’nin AB’ye tam üye olmaması için ortaya koyduğu bu ısrarlı savunma, Fransa liderinin dünya görüşünden, dünyayı algılayışından, AB’den ne anlayıp ne anlamadığından kaynaklanmaktadır. Bu sert tutum ise aslında Türkiye için değil Fransa için bir sorundur. Bu Türkiye’yi dışarıda bırakmak değil, Avrupa’yı, Avrupa’yı oluşturan temel değerleri ortaçağ zihniyetine mahkum etmek anlamına gelmektedir. T Fransa engeli oyalıyor Farklı yönleriyle kendi toplumunda da değişik yansımalara neden olan Başkan Sarkozy’nin Türkiye’yi engelleme tutumu, AB’nin temel anlayışını sarsıyor. Sarkozy’nin Türkiye anlayışından ‘uyum ve barış’ mesajı çıkarmak zor… referanduma sunulmasıdır. "5'inci Cumhuriyet kurumlarında modernleşme" adlı toplam 35 maddeden oluşan anayasal değişiklik tasarısı içerisinde yer alan konulardan biri AB’ye yeni üye olacak ülkelerin onay işlemlerine ilişkindir. Tasarının Fransız hükümetince benimsenen ilk şeklinde, AB’ye yeni katılımlarla ilgili onay işlemlerinde parlamento onayı veya referandum arasında tercihi o günün cumhurbaşkanı yapıyor, yani cumhurbaşkanı sadece gerekli görürse referanduma gidiyordu. Ancak Fransız Ulusal Meclisi’nin Yasal İşler Komisyonu’nun, 14 Mayıs gecesi geç saatlerde kabul ettiği bir kararla, "nüfusu, AB ülkelerinin toplam nüfusunun yüzde 5’inden fazla olan ülkeler" için referandum şartını koruyan bir formül benimsendi. Komisyon Başkanı JeanLuc Warsmann’in önerisi olarak metne konan bu "yüzde 5" kuralı, Türkiye’nin AB üyeliğine muhalif olan iktidar partili milletvekillerinin şiddetli baskısı üzerine taslağa girmiş gibi görünüyor. Hükümetçe sunulan tasarı bu durumda komisyon tarafından "genel kural" kabul edilmekle birlikte, pratikte sadece Türkiye için geçerli bir istisna hükmü metne ekleniyor. Bu da AB’ye yeni katılımların onayını otomatik olarak referanduma sunma zorunluluğunu Fransız Anayasası'ndan çıkarma girişimine ağır bir darbe anlamına geliyor. Böylece en azından sadece Türkiye için referanduma gitme zorunluluğu anayasada kalmaya devam ediyor. Tasarı Ulusal Meclis Genel Kurulu'nda ise 20 Mayıs’tan itibaren ele alınacak. Yukarıda ifade edilen iki farklı gelişme Türkiye Fransa veya Türkiye– AB ilişkilerinin (en azından TÜRKİYE SÜRPRİZ YAPMALI Bu durumda Türkiye kendi gelişimine, sosyal refah devletine ulaşma hedefine, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti çizgisinden hiçbir şekilde ödün vermeden devam etmelidir. Unutulmamalıdır ki, cumhurbaşkanları, başbakanlar gelip geçicidir. Onların kişisel düşünceleri bağlamında oluşturulmuş politikalar da onların görev sürelerinin sona ermesiyle birlikte değiştirilebilir. Fransa’da da Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığının sona ermesi ile birlikte Fransa’nın Türkiye politikası da değişebilir. İşte o zaman eğer Türkiye ekonomik ve soysal gelişmişlik açısından AB standartlarının üzerinde bir duruma gelirse gerek Fransa gerek diğer ülkeler Türkiye’nin talepkârı olacaklardır ve belki de o gün geldiğinde bu sefer Türkiye bir sürpriz yapacaktır. TÜRKİYE’YE ENGEL Fransa’da Türkiye'nin AB üyeliğini yokuşa sürmek için çaba sarf edilen bir diğer alan da Türkiye'nin AB üyeliğinin Sarkozy
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle