02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

insanların "etnik köken ve Terör örgütü sempatizanları... dini mezhep" farklılıklarına bakılmaksınız temel hak ve hürriyetlerden eşit şekilde faydalandığı hissini kazandırmayı amaçlamış bir stratejiyi içermelidir. Ancak bugünkü siyasi zihniyetin ve onu destekleyen medyanın yürüttüğü psikolojik harekâtın bu amaca yönelik bir stratejiden oldukça uzak olduğu görülmektedir. Dışişleri Bakanı Babacan’ın daha birkaç gün önce AP’de yaptığı bir konuşma ile "Türkiye’de azınlıkların yanı sıra Müslüman çoğunluğun da dini inançlarını özgürce yaşayamadıklarını" ifade etmesi, bu alanda yapılabilecek en olumsuz davranış biçimi olarak değerlendirilmektedir. Çünkü siyaset tarafından gündeme taşınan temalar, ulusal ve üniter birliğe hizmet etmekten öte İsrail’in yaşama geçirdiği "etnik köken ve dini terörist ile Dışişleri Bakanı Babacan’ı yan yana mezhep" temelinde ayrıştırma stratejisine yarar getirmek cüretini bile göstermiştir. AB ülkelerindeki sağlayan bir psikolojik harekât şeklinde algılanmakta terörist varlığı ve faaliyetleri artık medyanın dolayısıyla küresel planlara dolaylı olarak hizmet günlüğüne düşmüş olup her geçen gün AB’nin resmi etmektedir. Daha açık bir ifadeyle, TSK Türkiye’nin organlarında yer alan terörist sayısında artış ulusal ve üniter birliği sağlamak amacıyla kaydedilmektedir. Her gün şehit haberleriyle sarsılan operasyonlarını sürdürürken, siyasi zihniyet ve onun Türkiye, bir yanda askeri operasyonları can pahasına yolunda yürüyenlerin teröre destek anlamına sürdürürken, öte yanda PKK terör örgütünün dış gelebilecek düzeyde ayrıştırma siyasetiyle uyumlu bir desteklerinin kesilmesi konusunda ulusal bir duruş psikolojik harekat yürütmeleri ve bu eylemin sergilemeyen görünümüyle siyasi irade mücadeleyi "demokrasi ve insan hakları" gibi insanlığın kutsal artık bir trajediye dönüştürmektedir. değerleriyle çerçevelenmiş temalarla işlenmesi mücadeledeki çarpıklığın en dikkat çekici örneğini ERÖRİSTİN UMUDUNUN KIRILMASI oluşturmaktadır. C S TRATEJİ 19 YASAL YETKİLER Terörle mücadeledeki başarı ölçütlerinden biri olarak güvenlik kuvvetlerinin yasal yetkilerini işaret eden Orgeneral Büyükanıt’ın bu değerlendirmesi doğal olarak dikkatleri Terörle Mücadele Yasası üzerine çekmiştir. Türkiye’de ceza adalet sisteminin etkin ve yasaların caydırıcı olabilmesi için yargılama sürecinin de kısa olması gerekmektedir. Bu süreç, hazırlık soruşturmasını cumhuriyet savcısı adına yapan kolluk kuvvetlerinin suç işlendikten sonra kullanacağı yetkiler ve suç delillerini sağlıklı ve süratli bir şekilde toplamasıyla çok yakın bir ilişki içerisindedir. Bu çerçevede Terörle Mücadele Yasası değil kolluğa yetki veren Ceza Muhakemesi Yasası ön plana çıkmaktadır. Bu yasada yapılan son değişikliklerle, hazırlık soruşturmasında başvurulan adli kolluk yetkilerinin tamamı cumhuriyet savcısına verilmiş olup terör suçlarında "gözaltına alma ve arama yapma" gibi yaşamsal önem taşıyan yetkiler güvenlik güçlerinin elinden alınmıştır. Konuyu güncel olaylardan yola çıkarak örneklemek gerekirse güvenlik güçlerinin cumhuriyet savcısından izin almaksızın, dağdaki teröristin barındığı evde arama yapma ve bu teröristi gözaltına alma yetkisi yoktur. İdari ve jandarma teşkilat yapımızın örnek alındığı Fransa’da dahi böylesi bir yetkisizlik mevcut değildir ve bu durum terörle mücadelede güvenlik güçlerinin etkinliğini önemli ölçüde azaltmaktadır. Türkiye’de siyasi iktidar bugüne kadar terörle mücadelede ulusal bir strateji ortaya koyamamıştır. Mücadele adına yapılan uygulamalar askeri operasyonları sonuçsuz bırakmakta, "etnik köken ve dini mezhep" temelindeki farklılıkları ulusal birlik ve beraberliğinin ötesinde derinleştirmekte ve bölgesel bir güç olma arzusundaki Türkiye’nin ulusal kaynaklarını yok etme noktasına getirmektedir. Genelkurmay Başkanı tarafından dile getirilen "terörle mücadelenin başarı parametreleri" açısından duruma bakıldığında ise, terörle mücadele edilmesinden öte, terörü körükleyen bir siyasetin ulusal güçleri etkisiz hale getirmeye çalıştığını düşünmenin dahi olası bir hale geldiği görülmektedir. Ulusal niteliğini her geçen gün kaybettiği düşünülen bu siyasete karşı Türkiye’nin çıkış yolunun, ulusal güçleriyle başlatacağı ulusal harekatta bulunacağını söylemek günümüz koşullarında bir ileri görüşlülük işareti olarak varsayılmamalıdır. Son 1 Mayıs kutlamaları için gösterilen kararlılık ve alınan önlemlerdeki kapsam, hiçbir zaman bölücü teröre yönelik gösterilmiş değil. Bölücülüğün silahsız unsurlarının pervasız faaliyetleri engellenmeli… T DIŞ DESTEĞİN KESİLMESİ Terörle mücadelede ifade edilen "dış destek" kavramı, Orgeneral Büyükanıt’ın ifade ettikleri şu cümlelerle anlam kazanmaktadır; "Dış destek derken yalnız maddi destek olarak ifade etmiyoruz. Hem siyasi hem maddi boyutunu etkisiz hale getirmek lazım. Bugün, PKK 3 alanda faaliyet göstermektedir. Birinci alan Kuzey Irak. Burası PKK için yaşama, eğitim ve lojistik destek alanıdır. İkinci alan, Türkiye, bu alan PKK için mücadele alanıdır. Üçüncü alan, Avrupa, burası da PKK'nın siyasi alanıdır. Dış desteğin kesilmesi derken bunların hepsini kapsayacak şekilde ifade etmenin doğru olduğu kanaatini taşıyorum." Bu anlayış temeli üzerinde terör örgütüne sağlanan dış desteklere bakıldığında, Kuzey Irak’ın örgüt için "eylem öncesi hazırlık" yaptığı bir toparlanma alanı olarak karşımıza çıkmakta ve bu alandaki faaliyetleri ABD, İsrail ve Barzani tarafından destek görmektedir. Son hava ve kara harekâtından kaçan teröristlerin Barzani koruması altına girmiş olduğu Genelkurmay basın açıklamalarıyla ifade edilmiştir. Türk tarihine kara leke olarak geçen 21 Ekim Dağlıca baskını sonrasında TBMM’nin savaş tezkeresi elinde olmasına karşın siyasi iradenin Irak’a doğrudan eyleme geçmemesi de "teröre siyasi çözüm" yaklaşımından öte siyasetin ABD’ye bağımlılığının bir göstergesi olarak kamuoyu tarafından algılanmıştır. Avrupa’daki PKK’nın siyasi faaliyetlerini etkisiz hale getirmek konusunda siyasi iradenin AB ile geliştirdiği ilişkiler bir trajediye dönüşmüş, AP yetkilileri Türkiye ile alay edercesine kırmızı bültenle aranan bir PKK’lı Terörle mücadelede başarılı olmanın en önemli parametrelerinden birisi de "terör örgütünün başarılı olması ümidinin ortadan kaldırılması" şeklinde ifade edilmiştir. Bu ifade, adı açıkça hecelenmese de PKK terör örgütünün siyasi uzantısı olan DTP’nin faaliyetleriyle örneklenmiş ve "Maalesef son yıllarda ülke içinde ve dışında ortaya çıkan bazı oluşumlar teröristlerin ümitlenmesine yol açmıştır. Bir yerde terör örgütü, 'tamam bu iş herhalde oluyor' noktasına getirilmiştir. Bu ümidin mutlaka kırılması lazım. Bu ümit kuvvetlendikçe örgütün pervasızlığı artar. Bu örgütü destekleyen organizasyonların, partilerin hatta partinin pervasız tutum ve davranışlarını hepimiz görüyor ve yaşıyoruz. Bu terörle mücadele için olabilecek en kötü atmosferdir" sözleriyle konunun hassasiyeti dile getirilmiştir. 25 Mayıs 2008’de DTP Van il kongresinde "Kürdistan" sloganlarının atılması, Barzani’nin "Kürt Marşının" söylenmesi, İstiklal Marşı’nın okunmaması ve şehitlerimizin yerine teröristler için sözde saygı duruşunda bulunulması ve belki de en önemlisi siyasi iradenin bu pervasızlıklar ve haddini aşan cüretkarlıklar karşısında sessizliğini koruması, polisin suçüstü hükümlerini uygulamaması artık teröristin umudunun kırılmasından öte siyasetin bu tavrıyla PKK adına teröriste umut verdiğini düşünmek dahi olası hale gelmiştir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle