02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

hakkıdır. Senatörün yaptığı konuşmada, Türk Genelkurmayını siyasi çözüm bataklığına bulaştırmayı amaçlayan bir zihni tahakküm arzusu görülmektedir. İnanıyoruz ve istiyoruz ki Mel Martinez, en kısa zamanda şamar gibi bir cevapla bu açıklamaların karşılığını alacaktır. KANDİL DAĞI’NDA GAZETECİLER Mİ? Hatırlanacağı gibi Türk Silahlı Kuvvetleri'nin PKK kamplarına yönelik operasyonları özellikle medyanın ilgi merkezi oldu. Aralık ayının ortalarından itibaren yapılan operasyonlar neticesinde PKK'nın operasyonlar sebebiyle dağlardaki kampları terkettiği ve şehirlere dağıldığı öne sürüldü... Kandil Dağı da PKK için önemli bir kamp merkezi olarak biliniyor. PKK 3 bin 500 metre yükseklikteki bu dağın ortalarındaki kampını cephanelik olarak kullanıyor. Söylenenlere göre geniş kapsamlı hava operasyonları ile PKK'nın Kandil Dağı'ndaki kampları da vurularak, teröristlere ağır darbe indirildi... Bu operasyon ile PKK'nın etkisini kaybedeceği moral olarak çöküntü içine gireceği söylendi... Aynı tarihlerde İran'ın da Kandil Dağı'ndaki PKK kamplarını bombaladığı duyuruldu... Türkiye, katillerin inlerinin yer aldığı Kandil Dağı'nın 'teröristlerden temizlendiği' düşüncesine alışmaya çalışırken, bir de baktık ki, yayın hayatına yeni başlayan bir gazetenin yazarları bir turistik gezi yaparcasına Kandil Dağı'na gitmiş, oradaki katillerle röportaj yapmış... Ana fikrinin, PKK'lı katillerin siyasi çözüm isteği olması kuvvetle muhtemel olan bu röportajdan daha çok, bu röportajın Kandil Dağı'nda yapılması dikkatleri çekti. Bir yanlışlık mı var acaba? Kandil'deki PKK kampları vurulmamış mıydı? Acaba kamplara operasyonlar tamamlandıktan sonra, PKK'lılar yeniden bu bombalanan kamplara dönüp oraları üs olarak kullanmaya devam mı ediyor? Bu röportaj, yapıldığı yer ve zaman bakımından sizin de kafanızı karıştırmıyor mu?... Yoksa Amerikanın hani hedefler konusunda verdiğini, vereceğini söylediği destek, kampların yeri konusundaki bilgilendirmeler bir aldatmaca mı?... Eğer böyleyse buna da şaşırmamak lazım.... Çünkü, anlaşılmalı ki Amerika'nın ipiyle kuyuya inenlerin sonu hüsran oluyor. Aslında daha Önemli bir gerçek var... PKK'lı teröristler operasyonların öncesinde ve sonrasında Irak'ın kuzeyindeki Barzani'nin kamplarına sığınıyor. Sonra PKK üniformalarını çıkarıp peşmerge kıyafetini kendilerine üniforma yapıyorlar. Yani Irak'ın kuzeyindeki Barzani kamplarına operasyon düzenlemeden, PKK'yi yok etmek mümkün değil. Yılanın başı Irak'ın kuzeyinde... Önce Barzani'yi bitirmek gerekiyor... Barzani'yi bitirmeden PKK'yı bitireceğini söyleyen de yalan söylüyor. söylemek isteriz. Hatay'ı önemseyen ve tarihi turistik yerleri çok merak ettiğini söyleyen Büyükelçi, acaba buranın önemli tarihi mekanlarından olan Habibi Neccar Camisi’ni, Cehennem Kayıkçısı olarak bilinen Haron'u neden ziyaret etmedi?.. Tabii bizi bu merak kadar ilgilendiren, Büyükelçi'nin yaptığı gezilerde söylediği sözler... Bunlar da ne yazık ki inandırıcı nitelikten yoksun birkaç cümleden oluşuyor. PKK'nın elindeki Amerikan silahlarının nasıl ele geçirdiği konusunda çok 'duygusal'(!) açıklamalar yapmış Büyükelçi: "ABD, PKK ve diğer terör örgütlerine asla silah sağlamıyor. Bölgedeki silah tacirleri, ABD orijinli silahlar satıyorlar. Bunlardan biz de rahatsızlık duyuyoruz. Ayrıca çok kapsamlı araştırmalar yaparak bu silahların nasıl elde edildiğini araştırıyoruz." Büyükelçinin açıklamalarında çırpınırcasına Amerikanın Masumiyetini (!) açıklamaya çalışması gerçekten göz yaşartıcı(!) bir tablo.... Peki ya Türban konusunda yaptığı açıklamaya ne demeli... "Türban Türklerin kendi arasında çözümleyeceği bir konudur. ABD, bu konuda asla taraf değildir" Yani, ABD bu işe karışmaz, bu Türkiye'nin iç sorunudur diyor Büyükelçi... Doğru... Hiç karışmaz Amerika bizim içişlerimize(!}... Karışmadığı için mi siyasi partilerin başına geçecekler, iktidara yürüyenler senede 45 defa bu ülkeye gidiyor? Karışmadığı için mi Amerikalılar PKK Terörü ile mücadelede, devamlı siyasi çözüm imasında bulunmaktan vazgeçmiyor?... Amerika'lardan Türkiye'lere 'fetva' gönderip, ılımlı İslam kisvesi altında kendisine uşaklık edenlere de karışmıyor Amerika... Pes doğrusu... ABD Büyükelçisi, kibrinden ne söylediğini bilmiyor... Bilse de fark etmez, çünkü söylediklerine kendisi de inanmıyor... İnanan insanların sözleri gözlerindeki bakışlarında saklıdır... Gözler yalan söylemez ama büyükelçininkiler söylüyor... C S TRATEJİ 5 kazandırıyor. "Bugüne kadar iktidar türbandan ve başörtüsünden siyasi prim yaptı. Biraz da biz yapalım" diyenler bu açıklamaların karşılığında 'hasılatçılar' olarak suçlandılar. Türban'ı anayasaya alarak bir kaosa imza atanlar, yüksek enflasyon, işsizlik ve adaletsiz gelir dağılımı konusunda bir şey yapamayınca, kamuoyu araştırmalarında sorun olarak en diplerde olmasına rağmen, en kolay 'sömürü alanı' olarak türbanı gördüler. Elbette ki Türk halkı, kendi inançlarını bir sömürü malzemesi olarak kullanıp, bunu oya tahvil etmek isteyenlere dersini verecektir. Yerel seçimler bu hasılatçı takımına boyunun ölçüsünü gösterecektir. Türkiye'deki türban gelişmeleri konusunda Avrupa'nın tutumu da gözlerden kaçmamaktadır. 1998 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuran Leyla Şahin isimli genç kızın Türban başvurusuna karşı o dönem de iktidar olan AKP hükümetinden mahkemeye giden savunmada Türkiye'de Anayasa'nın din istismarını yasakladığı, türbanın üniversitelerde laik eğitimle çeliştiği ve bağdaşmadığı gericiliği teşvik ettiği' Türbanın çağdaşlaşma yolunda bir geri adım olduğu', siyasal simge haline getirilen türbanın özgürlük sorunu değil politikacılar tarafından şeriat amaçlı kullanılmış bir olgu olduğu' ifadeleri yer almıştı Mayıs 2005 tarihinde yapılan duruşmada ise Türk Dışişleri, türban yasağını 'demokratik bir gereklilik' olarak gördüğünü belirtti ve kararın bir an önce onaylanmasını istedi. AİHM Leyla Şahin davası ile ilgili kararında türbanı 'kişisel özgürlüklerden ziyade, politik bir sorun' olarak tanımlayarak, yasağın 'laikliğin bir gereği olduğunu ve türbanın toplumu bölen bir tarafı olduğunu* açıkladı. Buna rağmen, bugün türban konusunda. AİHM'nin kararına rağmen, görüşlerini türbandan yana farklılaştıran Avrupa, neden acaba böyle bir tavır takınma ihtiyacını duymuştur? Hem Amerika hem de Avrupa bu konuda çelişkili tavırlar sergiliyorlar. Merve Kavakçı'nın 2 Mayıs 1999 tarihinde TBMM'nin açılışında kullandığı türbanın ABD senatosunda sergilenmesi, aynı kişinin İngiltere'de Atatürk ve Laiklik karşıtı toplantılara konuşmacı olarak katılması Batı'nın kendi hukukuyla da çeliştiğini göstermiyor mu? Bu çelişkilerin temelinde AB'nin emperyalist amaçlarının yattığını görmemek için gerçekten 'saf olmak gerekiyor. Türkiye her geçen gün Batı'nın da teşvikiyle, 'kaos' dolu bir ortama sürükleniyor... Herkes, birbirine aynı şeyi soruyor: Türkiye'ye ne oluyor?... Bu ülke nereye gidiyor?... Kardeşlik nerede?... Hani birlik beraberlik?... Hani dayanışma? Yüreği daralan, sinirleri gerilen insanımız çare için eskiden olduğu gibi yine aynı temenniyi söylüyor: Allah sonumuzu hayır eylesin.. AVRUPA’NIN TÜRBAN ÇELİŞKİSİ... 'Türban Olayı' Türkiye'de oldukça karışık bir dönemin başlangıcı olacakmış gibi görünüyor. İnsanların, inancına ilişkin sözler söylememiz mümkün değil. Bizim karşı çıktığımız, masum ve dindar insanların örtünme özgürlüğünün sömürülmesi. Bizim karşı çıktığımız noktalara ilişkin olarak parlamentodaki partilerin sözcülerinin söyledikleri sözler, yaptıkları açıklamalar bu konudaki karşı çıkışımıza haklılık BÜYÜKELÇİ’NİN HATAY MERAKI... ABD Büyükelçisi ilginçliklere imza atmaya meraklı bir diplomat... Söylediğine göre Hatay çok ilgisini çekmiş... Hatay Milletvekillerinden vilayet hakkında bilgi de almış... Bilemiyoruz Büyükelçi'nin bu merakı nereden geliyor... Ama bu Hatay merakının inandırıcı olmadığını Talabani ve Barzani...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle