02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

C S kalktığı aşamada meşru müdafaa eyleminin sona erdirilmesi de aranacaktır. Bundan Türkiye’nin PKK’dan algıladığı tehdit sona ermedikçe operasyonun devamının meşru olacağı anlamı çıkmaktadır. Savunma operasyonunun meşruiyetine ilişkin bir diğer gereklilik de meşru müdafaa hakkının geçici bir yetkilendirme getirmesi nedeniyle harekatın işlevini tamamladığı noktada konunun BM Güvenlik Konseyi’ne intikal ettirilmesidir. Bildirim koşulunun ve bildirme prosedürünün izlenmemesinin tek başına meşru müdafaa eylemini hukuka aykırı hale getirmediği ABD’nin Afganistan operasyonu esnasında görülmüşse de meşru müdafaa iddiasını zayıflatıcı etkisinin olacağını ifade etmek gerekir. ABD’nin 51. maddeye dayalı olarak başlattığı operasyonu hukuk dışı olarak değerlendirecek herhangi bir Güvenlik Konseyi kararının bulunmamasının bunun ancak daimi üyelerden ABD ve İngiltere’nin de onayı ile alınabilecek olmasıyla doğrudan ilişkili olduğu unutulmamalıdır. ABD’nin 1998’de Sudan’daki Elşifa ilaç fabrikasını vurduğunda da BM tarafından yapılacak soruşturmayı engelleyebilmişti. Açıkça ortada ki Türkiye açısından yapılacak operasyonun başarısını, hedefe ulaşılması kadar uluslararası hukukun sınırları içerisinde kalarak meşruiyetini koruması da belirleyecektir. TRATEJİ 13 AB, Ege ve Ermeni sorunları Ankara’yı çevreleyebilir… sokulmak isteniyor Finlandiya’dan ABD’ye dek sözleşmeyi imzalamamış devletleri kendilerini savunmaya çağırmak şüphesiz ki can yakmayan türden bir diplomasi yöntemi olacaktır. ABD’NİN KİTABI Soğuk Savaş döneminde "psikolojik savaş"ın doğal uzantısı olarak yaygınlaşan ve kurumsallaşan düşük yoğunluklu çatışmalar ve terörizm, Yeni Dünya Düzeni’yle her şey gibi globalleşti. Terörizm, soğuk savaş yöntemlerinin tercih edildiği dönemde olduğu gibi iki kutupluluğun sona ermesinden sonra da devletlerin istikrarını bozmaya yönelik politikaların bir aracı olarak başka devletlerce kullanıldı ve yönlendirildi. Diplomasinin yetersiz kaldığı ve savaşın da o an için göze alınamadığı durumlarda araç olarak kullanılan terörizm, kimi devletler için dış politika aracı ve baskı unsuru görevi görüyor. 11 Eylül saldırıları ile birlikte terörizmle mücadelede dünya yeni bir sayfa açıldığı düşünüldü. Ne var ki bu dönem her türlü terörist faaliyete yönelik ortak bir mücadele dönemi başlatamadı. Hala birilerinin "terörist"i başka birilerinin "özgürlük savaşçısı" olmaya devam ediyor. Kuşkusuz ki "özgürlük savaşçısı" tanımlaması örtülü ya da kimi zaman açık desteğin gerekçesini oluşturuyor. 11 Eylül saldırıları dahi bu konudaki en temel sorun olan "terörizmin tanımlanması" problemini çözemedi. Dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 2005’te gündeme getirdiği terörizmi, toplumu yıldırmayı ya da devletleri veya uluslararası kurumları harekete zorlamayı amaçlayan her türlü eylem olarak niteleyen tanım(4) önerisi destek bulamadı. Bugün hala "terörizm" için uluslararası bir tanımlama getirilebilmiş değil. Bu anlamda Türkiye’nin haklılığını gereğince anlatabilmesi çok önemli. Bugün için ABD ile stratejik ortaklık ya da müttefiklik ilişkisinin söz konusu olmadığı artık biliniyor. Stratejik ortaklık bitse de strateji ortaklığının devam ettirilmesi gerekiyor. Yani terörle mücadelede ABD’nin kendi mücadelesinde uyguladığı yöntemlerin ABD kabul etse de etmese de uygulanması gerekiyor. Bir kere ABD derhal herkesi tarafını belirlemeye davet etmiş ve hemen ardından "haydut devletler" listesini yayınlamıştı. Türkiye’nin askeri gücü meşru müdafaa operasyonunu sorunsuz ve eksiksiz bir şekilde gerçekleştirebilecek olmasına rağmen başta Azerbaycan olmak üzere diğer ülkelerin askeri destek tekliflerinin değerlendirilmesi gerekir. Unutmayalım ki bugün Makedonya’nın Irak’ta bulunan 44 askerinin ya da Bulgar, Romen, Polonyalı veya Yeni ZORUNLULUK VURGUSU Türkiye’nin terörle mücadelesinde NATO’nun da payı unutulmamalıdır. Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönme talebi ile Türkiye’nin meşru müdafaa operasyonunun aynı gündemi paylaşması diplomasi açısından yeni fırsatlar doğurmaktadır. Kuşkusuz ki Türkiye’nin hukuki haklılığının anlaşılması ve uluslararası kamuoyunda kabul edilmesi için gündemde tutulması gereken bir diğer konu da Ottowa Sözleşmesi’nin ihlali meselesidir. Kısaca Ottowa Sözleşmesi olarak bilinen ve 1997’de imzaya açılan "AntiPersonel Mayınların Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme", taraf devletlere stoklarındaki mayınların dört yıl, döşenmiş mayınlarında da en geç on yıl içerisinde sökülerek imha edilmesi yükümlülüğünü getiriyor. Sözleşme açık bir biçimde antipersonel mayın kullanılmasını, bunların geliştirilmesini, üretilmesini, bir başka şekilde edinilmesini, depolanmasını, elde tutulmasını veya doğrudan ve dolaylı yoldan bir başkasına devredilmesini yasaklamaktadır. Ne var ki PKK terör örgütü Temmuz 2004’ten itibaren eylemlerinde bu mayınları kullanıyor ve verilere göre PKK tarafından döşenen mayınlar nedeniyle 19992006 yılları arasında 589’u sivil olmak üzere 989 kişi öldü, üç binin üzerinde kişi de organ kaybı sebebiyle sakat kaldı. (3) Üstelik mayınların menşei de devlet raporlarında yer alıyor. Uluslararası hukukun Türkiye lehine harekete geçirilmesine girişilecekse PKK’nın kullandığı mayınların üretim yerlerinin, nakil yollarının ve Ottowa Sözleşmesi’ni hala imzalamayan 42 devletin isimlerinin açıklanması ihmal edilmemelidir. 1999’da sözleşmeye taraf olmuş İtalya’nın da hala neden "dünyanın en büyük mayın üreticisi ülke" olarak anıldığı da Öcalan’ı koruma altına aldığı dönemlerden kalma eski dosyalarıyla birlikte gündeme taşınmalıdır. Bunun en etkili ve doğru yönteminin de uluslararası kamuoyunu hedef alan resmi açıklamalar ve keza parlamento kararları olduğuna da şüphe yok. Terörün bir diplomasi aracı olarak kullanılabildiği bir ortam da Çin’den, Küba’ya, Kuzey Kore’den Kuveyt’e, Zelandalı askerlerin varlık nedeni aslında ABD’nin operasyonunun uluslararası meşruiyetini arttırmaktan ibarettir. Üstelik Arnavutluk, Makedonya gibi NATO kapısında bekleyen ülkeler açısından Türkiye’nin de söz hakkı bulunmaktadır ve aktif siyaset de bütünlükçü bir stratejinin uygulanmasını gerektirir. Doğu ile Batı’yı ayıracak hattın çizilmek istendiği bu günlerde hem kendi bekası hem de bölge güvenliği açısından Türkiye’nin tavrı oldukça önemli. Türkiye’nin ABD’nin muhalefetine rağmen operasyon kararı vermesi, Ortadoğu tarihinde bir dönüm noktası oluşturacak etkiye sahip. Devamının getirilmesi ve sadece Türkiye’nin çıkarlarının hedeflenmesi son derece önemli. Irak’ın kuzeyine müdahaleyi serbest bırakan meşru müdafaa tezkeresinin çıkarılmasıyla birlikte 1 Mart tezkeresi de tekrar anılır oldu. ABD’nin 1 Mart tezkeresinden bu yana intikamını almakta olduğu vurgusu Türkiye’nin Ortadoğu masasına hep eli bağlı oturtulmasına hizmet etti. Meşru müdafaa tezkeresine onay alma ihtiyacı da aynı gerekçeyle yaratıldı. Ancak unutulmamalı ki Irak’a ABD ile birlikte girmek aslında Türkiye’ye Irak’ta söz sahibi olma imkanı tanımayacaktı; ABD’nin işgali ABD dışındaki hiçbir ülkeye Irak inisiyatifi vermedi zaten. Bu nedenle de PKK ile ortak mücadelede edebilmek adına Türk halkının başka türlü yükümlülükler altına sokulmaması, kapsamın "terör" boyutunu aşmaması gerekir. Artık Irak’ın kuzeyine ilişkin gelişmeler salt PKK sorunu olmaktan çıktı. Bugünlerde atılacak her adım Ege’den Kıbrıs meselesine, Pontus, Süryani, Ermeni iddialarından ABTürkiye ile ilişkilerinin seyrine dek her türlü sorun alanında Türkiye’nin pozisyonunu belirleyecektir. Türkiye, hedeflerine varmadaki kararlığını bugün ortaya koyacaktır. Konuşulacak her şey konuşulduğuna göre sözün bittiği yerde artık eylem devreye girmelidir. Eylemin askeri boyuta taşınıp taşınmayacağı ayrı bir konu olmakla birlikte PKK ile mücadelenin hangi boyutuyla olursa olsun uluslararası mecrada sürdürülmesindeki kararlılık diğer sorun alanlarında da Türkiye’nin duruşunu, inandırıcılığını ve güvenilirliğini güçlendirecektir. Dipnotlar: 1 Ayşe Özkan, "Uluslararası Hukukta BM ve Afganistan Operasyonu",Avrasya Dosyası, İlkbahar 2002, C.8, S.1 2 Sertaç Başeren, Terörizm, Avrasya Dosyası, Kış 1994 C.1,S.4 3 "İnsan Hakları Dernekleri Nerede? İşte PKK Mayınlarının Bilânçosu", http://www.pkkgercegi.net/ 4 http://www.bbc.co.uk, 26 Temmuz 2005 Terörün markalaşması Abdullah Öcalan’ın "asılmamak şartıyla" teslim edilmesi PKK’nın yönlendirilmesini kolaylaştırmıştır. Washington'da düşünce kuruluşu Stratejik ve Uluslararası Etüdler Merkezi'ndeki (CSIS) toplantıya katılan Erdoğan’a yöneltilen Iraklı Kürtler ile 1990'lı yıllarda terör örgütü PKK'ya karşı işbirliği yapılmasına karşın, bugün Iraklı Kürtlerin neden isteksiz olduğu yönündeki sorunun cevabı da herhalde burada gizli. Öcalan’ın ortadan kaldırılması Irak’ın kuzeyindeki girişimleri rahatlatma hedefine yönelikti. Bir birlik oluşturmaktan uzak üçlü yapının güçleri, liderlerden birinin hapse, diğerinin başkente gönderilmesiyle birlikte büyük hedeflerin gerçekleştirilmesi amacıyla birleşebildi. Kaldı ki "marka yönetimi" bakış açısıyla bakıldığında şimdi Öcalan’dan kalan boşluğu, ürünün kendisi yani PKK ve yarattığı vahşet dolduruyor. PKK’da yetkilerin bir kişinin elinde toplanması yerine isimleri değil terör eylemleri anılan bir yönetim kadrosuna yayılmış olması da demokrasinin Ortadoğu’ya gelmişken PKK’ya da uğradığını gösteriyor. Dünün Kaleşnikoflu eşkıyalarının yerini bugün Amerikan askeri gibi gece görüş cihazları ve sofistike silahlarla donatılmış teröristleri almışsa desteğin sadece markalaşmada değil donanımda da arttırıldığı anlaşılmaktadır. Kimlikleri belirlenmiş destekçilerin açıklanması ve konunun gündemde tutulması teröriste lojistik desteğin kesilmesi mücadelesinin önemli bir parçasıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle