02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ŞİÖ’nün de temel felsefesinin altını oymaktadır. Zaten Çin, Hindistan’ın üye edilmesi sırasında yaşanan tartışmalarda Hindistan’ı kerhen ŞİÖ’ye üye olarak kabul ettiklerini açıklamıştı. Zira Hindistan, Çin’den çok Rusya ile yakın ilişkiler içerisindeydi; ancak Çin ABD’nin kendisine yönelik politikalarını iyi bildiği için Hindistan’ın üye edilmeyerek ABD’nin kucağına itilmesine de göz yumamazdı. C S Mynamar’daki protestocular... TRATEJİ 7 hiyerarşik yapının bulunduğu Budizm’de rahipler ruhani liderin (Dalay Lama) izni olmadan böyle bir harekete girmesi düşünülemez. ABD başkanları ne zaman Asya gezisine çıkacak olsalar Beyaz Saray’da önce Dalay Lama ile bir araya gelirler. Zaten gösteriler başlar başlamaz Dalay Lama rahipleri desteklediğini açıkladı. ABD, meşru yollardan değiştiremediği iktidarı farklı bir yoldan değiştirmeyi deniyor, yani kısacası Myanmar’a tıpkı Irak’ta olduğu gibi demokrasi getiriyor. Bu gösteriler ister istemez Çin’de yaşanan 1989 Tiananmen Öğrenci gösterilerini akıllara getiriyor. O dönemde de öğrenciler bir siyasi liderin ölüm yıldönümünü anmak için toplanıyorlar, fakat daha sonra bu toplantı rejimi eleştiren ve demokrasi isteyen büyük bir gösteriye neden oluyor. Sonuçta Çin, bu gösteriler sert bir şekilde bastırıyor. Karşılığında ise, Batı dünyası Çin’e sert bir ambargo koydu. Sonradan açıklanan birçok belgede Tiananmen Öğrenci gösterilerinin arkasında yabancı gizli servislerin olduğu ortaya çıktı. Öğrenci liderlerinin hepsi ABD’ye kaçtı. Bugün Myanmar’da da cuntanın sert önlem alması sağlanmaya çalışılıyor. Böylece dünya kamuoyunun tepkisini çekerek cuntaya karşı büyük bir ambargo konulacak ve iktidardan gitmesi sağlanacak. Anlaşılacağı üzere, BM’de işi halledemeyen ABD, bunu sokaklarda halletmeye çalışıyor. RUSYA’NIN TUTUMU Tüm bu süreç içerisinde Myanmar’a yakınlaşan sadece Çin değildir, aynı zamanda Moskova da Myanmar’la ilgilenmektedir. Şu günlerde, Moskova, Myanmar ile nükleer araştırma reaktörü kurulmasıyla ilgili görüşmelerde bulunuyor. Rusya, son yıllarda Pasifik ve Karadeniz filosunu yeniden canlandırarak dünya denizlerinde bayrak göstermek istiyor. Tıpkı Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi Rusya, ABD’nin yanında ikinci büyük deniz gücü olmak istiyor. Bu nedenle, Rusya, bir takım politikaları yürürlüğe sokmuş durumda. Karadeniz filosunu Akdeniz’e indirmeyi düşünüyor ve bu konuda Suriye ile görüşmelerini sürdürüyor. Öte yandan Hint Okyanusunda da güvenli bir yer bulma arayışını sürdürüyor. Bu açıdan, Myanmar ile Rusya da ilgileniyor, ancak Pasifik filosu ile ilgili bir takım sorunları bulunuyor. Bunların başında bu filonun inmesinin karşısında Japonya gibi bir güç duruyor. Öte yandan, Çin de bölgede etkin bir deniz gücü olmaya çalışıyor bu bağlamda Japonya ile ilişkilerini iyi tutmaya gayret ediyor. Bu nedenle, Rusya’nın bölgeye inmesine Çin izin vermeyecektir. Çin’in Myanmar konusundaki en büyük avantajı bu ülke ile sınırdaş olmasıdır. Yine de Rusya uluslar arası ortamda her zaman Myanmar’ın arkasında bulunmaktan geri kalmıyor. BM Güvenlik Konseyine getirilen her kararı Çin ile birlikte veto ediyor. Tabii ki bu iyiliklerin mutlaka bir karşılığı olacaktır. Çin, bu karşılığı hayli hayli alıyor. Rusya da hakkı olanı istiyor. Rusya’nın buradan bir deniz üssü koparması şu an için zor görünüyor, ancak Rusya bu ısrarında devam edecek gibi duruyor. Halk ile cunta yönetimi arasında büyük çatışmaların çıktığı Myanmar, konum itibariyle oldukça stratejik bir bölgede bulunuyor. Burada Myanmar Hint Okyanusunu, Bengal körfezini ve stratejik deniz yollarını kontrol kabiliyetine sahip bulunuyor. Bu deniz yolları, Çin, Japonya ve Güney Kore için hayati önem taşıyor. müttefiki olan Japonya ve Güney Kore’yi tehdit etmektedir. Bu nedenle Bush 2005 yılında yeni bir Asya politikasını yürürlüğe koymuştur. Her ne kadar bu politika Amerikan medyası tarafından fiyasko olarak değerlendirilse de, bugüne kadar gelmeyi başarmıştır. Bush yönetimi, bu politika kapsamında Japonya ve Güney Kore’de bir takım girişimlerde bulunmuştur. ABD’nin bölgede diğer bir politikası da küçük Güney Asya ülkelerinin iç politikalarına müdahale ederek burada Amerikan yanlısı ve Çin karşıtı rejimlerin oluşmasını sağlamaktı. Bu nedenle, ABD, stratejik bir konumda bulunan ve demokrasiyi askıya alan Nepal’de bunu denemeye kalktı ve halkı sokaklara döktü. Ancak sonuç beklediği gibi olmadı. İllegal bir yapılanma içerisinde olan ve Çin’in kontrolünde olduğu iddia edilen Maocu gerillalar parlamentoda büyük bir çoğunluk aldı. Böylece, Maocu Nepal Komünist Partisi siyasette söz sahibi oldu. ABD’nin Nepal’deki stratejisi bu ülkenin Hindistan’ın kontrolü altına girmesi şeklindeydi, ancak başaramadı. ABD, ardından geçtiğimiz yıl farklı bir stratejiyi Taylan’da devreye soktu. Tayland başbakanı BM açılış toplantısı için ABD’de bulunduğu sırada Tayland ordusundan bir grup subay bir darbe yaparak başbakanı iktidardan uzaklaştırdı. İlginç olan nokta demokrasi havarisi olan başta Batı ülkeleri olmak üzerede ABD’den hiçbir kınama çıkmaması ve özellikle Washington yönetimi üstü kapalı olarak darbeyi desteklediğini ifade etmesi dikkatlerden kaçmamıştı. İktidardan uzaklaştırılan başbakanın görünen suçu yolsuzluktu görünmeyen suçu ise Çin ile stratejik işbirliği anlaşması imzalamış olmasıydı. Kısaca, Tayland darbesinin ardında yatan en önemli etken Tayland başbakanının Çin yanlısı birisi olmasıydı. Gerçektende Tayland ordusu iktidarı ele alınca derhal Çin’le yapılan bütün anlaşmaları geçersiz saydı. Sırada ise, Çin’in diğer işbirlikçileri olan Laos ve Kamboçya var. Şimdilerde ABD, aynı stratejiyi Myanmar’da uygulamaya çalışıyor. Myanmar’da renkli devrimlerin yaşandığı diğer ülkelerdeki gibi örgütlü bir toplum veya Soros’a bağlı Sivil Toplum Kuruluşları bulmak mümkün değil. Ülkenin en büyük örgütlü topluluğu Budist rahipler. Dünya Budistlerinin ruhani lideri ve Çin’in baş düşmanı ve ABD’nin bir numaralı müttefiki Dalay Lama’nın emriyle Budistler sokağa döküldü. Katı bir ABDHİNDİSTAN MİHVERİ ABD’nin bölgede en önemli müttefiki son yıllarda Hindistan olmuştur. ABD, Soğuk Savaş sonrası dönemde, Hindistan'ın küresel politikada yeni bir güç merkezi olmasını destekliyordu. Rusya ve Çin için Hindistan bulunmaz bir karşı ağırlıktı. 2004 yılında, ABD ile Hindistan, bir takım askeri alımlar konusunda anlaşma yaptılar. 1 Mart 2006’da, Bush Hindistan'ı ziyaret ederek, ilişkilerde yeni bir dönem başlattı. Ziyaretin en önemli sonucu, ABD'nin Hindistan'la sivil amaçlı nükleer işbirliği anlaşması imzalaması olmuştur. Bush, Hindistan'ın doğal müttefikleri olduğunu söyleyerek ortaklıklarının dünyayı dönüştürecek güce sahip olduğunun altını çizdi. Ayrıca, Bush, Hindistan'ı küresel güç olarak tanımlayarak, BM Güvenlik Konseyi daimi üyeliğine önerdi ve adaylığını destekleyeceklerini açıkladı. Bütün bu açıklamalar aslında Washington’un Hindistan’ı Çin’e karşı kullanmak istemesinden kaynaklanıyordu. Fakat Hindistan ABD için biçilmiş bir kaftan olduğu konusunda Washington’da bazı soru işaretleri bulunuyor. Her şeyden önce, Hindistan’ın hiçbir şekilde Çin’ini dengeleyebilecek kapsamlı bir gücü bulunmuyor. Yüzlerce etnik halktan oluşan Hindistan’da devlet zaten pamuk ipliğine bağlı. Sonuç olarak geleneksel ittifak ilişkileriyle Çin’in yükselişinin engellenmesinin mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Bush yönetimi Çin’e karşı çaresiz kalmıştır. O kadar ki, bu çaresizlik nedeniyle geçtiğimiz yıllarda Moğolistan’ı stratejik ortak bile ilan etmiştir. Bu nedenle, şimdilerde Bush yönetiminin bölge politikalarında işi Budist rahiplerine kalmış durumdadır. (*) ABD ve Çin’in Asya mücadelesi hakkında detaylı bilgi için bkz. Barış ADIBELLİ, Büyük Avrasya Projesi, IQ Yayıncılık, İstanbul 2006. ABD’NİN ASYA STRATEJİSİ Başkan Bush’un danışmanları ve diğer hükümet yetkilileri Irak nedeniyle ABD’nin geleneksel AsyaPasifik stratejisinden ve bölgesinden iyice uzaklaştığı ve yabancılaştığı konusunda Bush’u uyardılar. Gerçektende, Irak bataklığına saplanıp kalan ABD, AsyaPasifik ve Avrasya coğrafyasında çok önemli mevziler kaybetti. Öte yandan, Çin ve Rusya, aksine çok düşük bir maliyetle (!) bu bölgelerde inisiyatifi ele aldı. Özellikle ABD, AsyaPasifik’te kaybettiği mevzilerin Çin gibi henüz yeni büyümekte olan bir güce hiçbir bedel ödenmeden kaptırmasını kendisi için bir ulusal gurur meselesi haline getirdi. Amerikalı yetkililere göre Rusya bir şekilde mevcut sistem ile işbirliğine ve uyuma ikna edilebilir, ancak Çin’e yönelik böyle bir iyimser beklenti yok. Çünkü Çin, yıllardan beri kendi dünya sistemini savunmakta ve kendi çapında bu sistemi yaşamaya çalışmaktadır. Çin’in hızlı yükselişi, ABD’nin bölgedeki iki önemli
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle