02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ediyor) ve Küçük Şeytan (İsrail’i kast ediyor) yine birlik olup komşumuz, kardeşimiz, canımız, kanımız Lübnan’ı yerle bir etti. Biz ağlamayalım da kimler ağlasın?" Bu ve benzer diyaloglar hemen her gün yaşanınca kendisi de Arap olan büyük düşünür İbn Haldun’a ait olduğu rivayet edilen Araplar için söylenmiş şu sözler akıllara geliyor "…Öyle bir halleri var ki, sanki Allah’tan cennete gireceklerinin garantisini almışlar da zevke sefaya, eğlenceye düşmüşler…" Bu sözler başka bir söze de yoruma da hacet bırakmıyor herhalde… C S Suriye’de gündelik yaşamda Esad’ın yeri... TRATEJİ 9 SURİYE LÜBNAN’DAN ÇEKİLMESEYDİ... Suriye’de savaşa ilişkin yapılan yorumlarda genel itibari ile bu tip duygusal/toplumsal travmalar sıklıkla görülüyor. Ancak sanıldığı ve medyada sunulduğu üzere Suriye’de son Lübnanİsrail Savışı’na dair tek tip bir düşünce mevcut değil. Çarşıda, pazarda, minibüs camlarında, taksi arkalarında, şehirlerarası otobüs biletlerinin üzerinde, sokak aralarında aklınıza gelebilecek her yerde görmeye alışkın olduğumuz HafızBeşşar Esad ikilisinin resimlerinin yanı başına Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın resminin hatta bazı yerlerde Lübnan bayrağının da iliştirilmiş olması ilkin "Suriye’den Lübnan’a tam destek" hissini uyandırıyor ancak bir de dillerin ucuna gelip de söylen(e)meyen ama satır aralarında çok açık bir şekilde okunan bir düşünceyi yok saymak büyük bir hata olur. Hariri Suikastı’nin ardından yaşanan olaylardan sonra içten içe halen Lübnan’a kırgın olan Suriyeliler, Lübnanlılara karşı tepkilerini halen dindirmiş değil. Bu nedenle "Eğer Suriye askeri Lübnan’da kalmış olsaydı, tüm bunlar olmazdı." sözlerini açık ya da dolaylı olarak duyabiliyorsunuz. Hatta daha ileri gidip "Nankörlük edip, yanlarına düşmanı (ABD kastediliyor) da alıp, bizi kovmasalardı biz hala onları koruyor olacaktık ve başlarına bu bela gelmeyecekti" diyenlere, diyebilenlere de rastlamak mümkün. Tüm bu duygusal çıkışlara, tepkilere rağmen Suriye halkı, aralarında kadim tarihsel ve toplumsal bağlar olan Lübnan için gözyaşı döküyor ve belki de bir sonraki hedefin kendisi olduğunu düşünerek, geleceğini gördüğü Lübnan’a belki de kendisine, kendi kaderine ağlıyor… Toplum, baba Esad döneminden alışkın olduğu ‘yoğun güvenlik’ önlemleri eşliğinde yaşama tarzına zorlanmadan uyum sağlıyor. Değişim isteği ise üniversitelerden, öğrencilerden ve akademisyenlerden geliyor. yönetenler tarafından "rejimlerine zeval gelmesin" diye camdan fanuslara hapsedildikleri ve böylece dünyadan "haşmetmeablarının" izin verdiği kadar haberdar oldukları için son döneme kadar her şeyi "Allah’tandır" diyerek sineye çekiyorlar, zaman geçtikçe de sineye çekilenler olağan/normal hale geliyordu. Bu yaklaşım bir süre sonra tevekkülü de aşarak "Allah’ın ve Devletin hikmetinden sual olunmaz" anlayışını ortaya çıkarıyor ve halk her şeye boyun eğmek durumunda kalıyordu. Bu anlayıştan sıyrılmayı başarıp da hafifçe başını kaldıranlar ise devletin keskin kılıcıyla "ibreti alem" infaz ediliyordu. Suriye halkı ise 1982 yılını kana bulayan Hama ve Humus katliamları ile sözü edilen bu teorileri son derece dramatik bir şekilde gerçek hayatta da yaşamış bir halk olarak uzun yıllardır süren suskunluğunu bozmak istiyor ama bu defa da konjonktür izin vermiyor. Ancak yine de Suriye’den bakarak artık Ortadoğu insanın yavaş yavaş da olsa dünyayı çıplak gözlerle görmeye başladığı söylenebilir. Yıllar yılı "aidiyetlerinin korunaklı sığınaklarına" hapsedilen insanlar özellikle de bu insanların çocukları, torunları geçekleri görmeye, dünyayı anlamaya, anlamlandırmaya ve her şeyden önemlisi başta kendileri olmak üzere dünyayı sorgulamaya başladılar. Özellikle üniversite öğrencileri ile geçirdiğimiz 2 gün boyunca Suriye özelinde bu hareketlenmeyi fark etmek işten bile değildi. Genel olarak ele alırsak, Suriye’de bir değişim isteğinin, hevesinin olduğu su götürmez bir gerçek ancak olumlu ifadelerin yer aldığı bu cümlenin olumsuz bir gidişat katacak bir de "ama"sı var… Evet Suriye halkı rahatsızlık duyduğu şeyleri değiştirmek istiyor ama halk neyi, nasıl ve ne şekilde değiştireceğini bil(e)miyor. "Bunun için çekiyorum isyan bayrağını, şu ana kadar gündüz nedir bilmeyen milyonlar adına…" diyor ya Arap şiirinin ustalarından Suriyeli şairyazar Nizar Kabbani "Gazaba Uğramış Şiirler"inde… Hak vermemek elde değil çünkü Kabbani o kadar güzel özetlemiş ki her şeyi. İsyan etmeyi, insanın sadece "insan" olmaktan ileri gelen yaşama hakkını bile öz benlikleri ile savunmaktan korkup, bir şairin dizelerine bırakan milyonlar var Ortadoğu’da. Ve bu milyonlar bugün artık bir şeyleri değiştirmek istediklerinde de o eski korkularına takılıp kalıyorlar. Ama bir yandan da tutkulu bir şekilde "Kifaye!"(Yeter) diye haykırmak istiyorlar… Alan dışı bir tasnif olacak belki ama bir psikiyatrist koltuğunda oturuyor olsaydı Ortadoğu, hiç kaçarı yok "manik depresif" tanısı konulurdu herhalde. Görüldüğü üzere toplumsal medcezirler o kadar yoğun yaşanıyor ki bu topraklarda insanın aklına başka türlüsü gelmiyor… TOPLUMSAL MEDCEZİRLER Kuşkusuz ki Suriye’de ana gündem maddesi savaşın başladığı 12 Temmuz’dan bu yana Lübnan. Ancak, sıcak gündemin sisleri arasında kaybolan bir başka konu daha var Suriye’de. Özellikle yeni neslin ajandasında ilk sayfada yazılı olan ve "genç gündemi" fazlası ile meşgul eden şey "değişim". Kapalı toplumlarda değişimin ne denli çetrefilli olduğu bilinen bir gerçektir. Hele ki Suriye gibi son derece sıkı bağlarla örülmüş bir "sistem" tarafından yönetilen bir ülke ve böylesine katı kurallar ile yönetilmiş, deyim yerindeyse "seri olarak üretilmiş" bireylerden oluşan "fabrikasyon" bir toplum için. Başka bir deyişle yaşamak için bir ateş ağacına sarılmış ve yıllardır yanmaya alışmış, alıştırılmış bu insanlar için isyan etmek o kadar zor ki! Daha açık bir ifadeyle Suriye halkı ve Ortadoğu genelindeki tüm halklar ortalama üç nesildir kendilerini KENDİ KADERİNİ TAYİN ETMEK... Son Ortadoğu "seferi"nde, aynı daha öncekilerde olduğu gibi, Ortadoğu’da inatla "doğru" bilinen yanlışlar olduğunu ve bu yanlışlardan dönmek için Ortadoğu’nun hayatın akışını değiştirmek, aklın yolunu izlemek, geleceğini tahayyül etmek ve nihayetinde kendi kaderini tayin etmek için içindeki korkuyu yenmesi ve "gerçekten" yaşayabilmesi için herşeyden önce zihniyet devrimini, başkalarından medet umarak değil, kendi kendine gerçekleştirmesi gerektiğini bir kez daha anlıyoruz… Bir dahaki sefere, geleceğe daha umutla bakan bir Suriye, bir Ortadoğu görmek ümidi ile gözümüz arkada ayrılırken bu için için yanan topraklardan, yine hüzünle karışık garip duygular sarıyor etrafımızı. Ortadoğu’nun içinden çıkılmaz gibi görünen büyülü havası ve kendine has dünyası nasıl işlediyse ruhlarımıza artık, bu havadan sıyrılmak, arınmak çok zor oluyor yine.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle