02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 C S TRATEJİ Bush Doktrini’nin son ABD çıkarları için Cihangir DUMANLI [email protected] A BD Başkanı Bush, kendisini iktidara getiren ve politikalarını belirleyen Neocon’ların imparatorluk planlarını şiddetle uyguluyor. Bu kapsamda 11 Eylül’ün verdiği fırsattan yararlanarak, Afganistan’dan başlamak üzere Ortadoğu’yu kendisine göre "şekillendirmeye" devam ediyor. Şekillendirmenin kılıfı olarak da "küreselleşme", "demokrasi ve insan haklarının yaygınlaştırılması" ve "terörizmle savaşı" kavramları ve hedefleri kullanıyor. BUSH’un kendi adıyla anılan doktrininin temel unsurları, önleyici savaş, rejim değiştirme, tek yanlılık ve işbirlikçi (benevolent) diktatörlerle işbirliği olarak özetlenebilir. Doktrinin temel aracı silahlı güçtür. Soğuk Savaştan sonra en önemli askeri rakibin ortadan kalkması ABD’yi askeri alanda tek süper güç yaptı. ABD bu üstünlüğünü dünya savunma harcamalarının yarısına yakınını tek başına yapmakla pekiştiriyor. Ancak dünyayı, özellikle Ortadoğu’yu askeri güç kullanarak şekillendirmenin bir maliyeti var. Bu maliyetin en önemli unsuru ise bölgede ve dünyada gittikçe artan Amerikan düşmanlığıdır. Bunu göz önüne alan ABD, son zamanlarda kendi ulusal çıkarları için başka ülkelerin askerlerini kullanma yoluna gidiyor. Bunun en güncel örnekleri İsrail’in bir ay süre ile Lübnan’ı dövmesine, binden fazla sivilin öldürülmesine göz yumduktan sonra, bu ülkenin kuzey emniyetini uluslararası bir güce devreden BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararını çıkartması ve Afganistan’da artan direniş karşısında NATO şemsiyesi altında diğer ülkelerden daha fazla asker istemesidir. Bu girişimler ABD çıkarları için başka ülkelerin askerlerini kullanmanın, BUSH doktrininin yeni bir unsuru olarak güçlü ve yaygın bir şekilde öne çıktığını gösteriyor. ABD’nin dış ve ulusal güvenlik politikaları genellikle Başkanların adıyla anılan doktrinlerle tanımlanıyor. Soğuk ABD, küresel imparatorluk hedeflerini yerine getirmek için dünyanın kritik bölgelerinde önemli askeri güçler bulunduruyor. 120 ülkedeki 860 üste 325 bin asker bulunduran ABD, ‘uluslararası terörle savaş’ gerekçesiyle ayda 10 milyar dolar harcıyor. Savaşın ilk yıllarındaki (1953–1961) Eisenhower Doktrini, Komünizme karşı mücadele eden ülkelere, istedikleri takdirde, askeri güç kullanmak da dahil her türlü yardımın yapılmasını öngörüyordu. Kennedy Doktrini (1961–1963) ise hürriyetin başarısı ve devamı için ABD’nin ödemesi gereken her türlü bedeli ödemeye hazır olduğunu, tüm dostlarını destekleyeceğini, tüm düşmanlara karşı koyacağını ilan ediyordu. Başkan Nixon Vietnam’dan alınan dersler ışığında önceki doktrinlerden ayrıldı. Nixon Doktrini’ne (1969–1974) göre ABD askerleri dost ülkeleri savunmak için savaşmayacaklardı. Bunun yerine dost ülkelere yapılacak askeri ve ekonomik yardımlarla bu ülkelerin kendilerini savunacak hale getirilmeleri esas alınmıştı. Carter Doktrini (1977–1981), ABD’nin Basra Körfezi bölgesindeki ulusal çıkarlarını korumak için askeri güç kullanılacağını ilan ediyordu. Reagan Doktrini (1981–1989) Sovyetler Birliği’nin desteklediği Komünist rejimleri değiştirmek için açık veya örtülü destek verilmesini öngörmekte idi. Clinton Doktrini (1993–1997), ABD’nin her zaman her yerde olamayacağından hareketle, ABD değerleri ve çıkarlarının en çok tehdit altında olduğu durumlara müdahale etmek esasına dayanıyordu. (seçici müdahalecilik). En son Bush Doktrini ise tehdidin ABD’yi vurmasını beklemeden, ön alarak vurmak ilkesine dayanıyor. Bunu yaparken ABD diğer ülkelerle işbirliği halinde hareket etmeye çalışacak fakat bunu sağlayamaz ise tek başına (unilateral) hareket edecektir. Bush Doktrini’ni önceki başkanların doktrinlerinden oldukça farklıdır. Diğer doktrinler tehdit altındaki ülkelere doğrudan veya dolaylı ABD desteğini öngörmelerine karşın, Bush Doktrini diğer ülkelerin ABD’yi desteklemelerini öngörüyor. Bush’a göre Soğuk Savaştaki Komünizm tehdidinin yerini köktendinci İslam’dan kaynaklanan uluslararası terör almış durumda. Dolayısıyla teröre karşı savaşa tüm ülkeler katılmalıdır. Ancak uygulamada sadece ABD’yi tehdit eden teröre karşı işbirliği öngörülmektedir. tedbir almadığı gibi, bizim meşru savunma hakkımızı kullanmamıza engel olması, bu ülkenin PKK’yı desteklemesi ile eşanlamlıdır. Son günlerde ortaya çıkan "terörle mücadele koordinatörlüğü" Türkiye’yi oyalamak, meşru savunma hakkını kullanmaktan alıkoymak ve terör örgütünü siyasallaştırmak amacına yöneliktir. Türkiye ile ABD arasında teröre karşı etkin ortak mücadeleyi engelleyen en önemli şey iki ülkenin terör tehdidini algılama fakıdır. ABD için terör dünya egemenliğini kurmasına tehdit olarak algılanırken, bizim için terör ülkemizin ve ulusumuzun bölünmez bütünlüğüne tehdit oluşturmaktadır. ABD müttefiklerinin terörle mücadelesine eylemli olarak destek olmazken, Afganistan’da ve Irak’ta yürütülen "terörizmle savaşta" ABD’ye 70 ülke destek veriyor, bunların 21’i toplam 16000 kişilik kuvvetle ABD’nin yanında fiilen yer alıyor. (1) Ancak İngiltere hariç, bu ülkelerin katkıları genellikle sembolik düzeydedir. ABD sırf terörizmle savaşa uluslararası bir görüntü verebilmek için mümkün olduğu kadar fazla sayıda ülkeyi bu savaşın içinde göstermeyi amaçlıyor. Bu ülkelerin büyük bir çoğunluğu ise ABD’ye ekonomik ve siyasi bakımlardan bağımlı olduklarından, kendilerini sembolik de olsa ABD ile birlikte hareket etmek zorunda görüyorlar. Genellikle halklarının büyük bir çoğunluğu ABD’ye karşı olan bu ülkelerin yöneticileri iktidarlarını sürdürmenin yolunu ABD’ye yakın olmakta görüyorlar. Ülkemizde yapılan anketlerde halkın yüzde 80’lere varan kesimi ABD’ye karşı olmasına karşın, AKP Hükümetinin bu ülke ile "Ortak Stratejik Vizyon Belgesi" imzalaması bunun bir örneğidir. DÜNYAYA YAYILAN GÜÇ ABD’yi diğer ülkelerden askeri destek istemeye iten neden, imparatorluğunu 21. Yüzyılda sürdürmesinin bedelinin oldukça ağır olmasıdır. ABD 120 ülkedeki 860 adet üsde (15 büyük, 19 orta, 826 küçük) toplam 325 000 asker bulunduruyor.(2) Afganistan ve Iraktaki Harekatlarda ölen ABD askeri sayısı (15 Eylül itibarıyla) 3009 dur. (2676 Irak’ta, 333 Afganistan’da).(3) Her iki harekatın maliyeti ise 400 milyar doları bulmuyor. Terörle savaş kapsamında ayda 10 milyar dolar harcıyor.(4) Buna karşın ABD Afganistan ve Irak’ta başarılı olamıyor. Her iki ülkede de ABD’ye karşı direniş ve karmaşa artıyor. ABD’nin bölgedeki taşeronu İsrail de Hizbullah’a karşı başarısız oldu. ABD’yi uzun vadede asıl endişelendiren şey, Ortadoğu başta olmak üzere tüm dünyada Amerika’ya karşı olanların sayısının gittikçe artmakta olmasıdır. Bu nedenle İmparatorluğun askeri güçle mi, yoksa yumuşak güce ağırlık verilerek mi gerçekleştirileceği ABD’de YAKLAŞIM FARKLILIĞI ABD resmi dokümanlarında tehdit olarak "terör" değil, "uluslararası terör" den bahsediliyor. Bundan kasıt "ABD’yi veya dünyadaki ABD varlık ve çıkarlarını vurabilecek terör" dür. ABD, kendisine doğrudan zararı olmayan terörle ilgilenmez. En azından bu teröre öncelik vermez. Örneğin PKK ABD’yi tehdit etmediğinden göstermelik tedbirlerle ayakta tutuluyor, hatta ABD’li yetkililerce muhatap alınıyor. Irak’ı işgal altında bulunduran ABD’nin, bu ülkeden sızarak ülkemizde terörist eylemler gerçekleştiren PKK’ya karşı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle