26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ÖTEKİ KÜRESEL GÜÇ VE PKK 1998’de diplomasinin silahlı bir şekilde desteklenebileceğinin örneğini yansıtan kararlı bir duruşla siyasilerden ümidini kesen Türk Silahlı Kuvvetlerince Suriye’ye verilen ültimatomdan sonra durulmuş izlenimi veren PKK Terör Örgütü’nün eylemleri, maalesef 2000’li yılların başından itibaren yine sınırlarımızın ötesinde, bu sefer Irak’ta, Irak’ın kuzeyinde başka bir biçimde, başka eller tarafından biçimlendirilmeye başlandı. Saddam Hüseyin’e karşı Çekiç Güç’ün koruması altındaki bölgede filizlenen Kürt oluşumunun yanı sıra, daha 1990’ların başından itibaren bölgeye yerleşmeye başlayan PKK’nın 1998’den sonra sistematik bir şekilde hem siyasallaşma çabaları hem de asimetrik bir savaşın gerekleri olan hazırlıklara ağırlık verdiği göze çarpmaktadır. Bir taraftan çok önemli bir petrol havzası olan Irak’ın kuzeyi, öte yandan Orta Doğu’su kaynaklarının çoğunu kontrol eden GAP’ın bulunduğu bölge, ABD’nin 1990’ların sonunda sözünü sıklıkla etmeye başladığı "Genişletilmiş Orta Doğu Projesi"nin merkez noktası mıydı? ABD’nin "sıra dışı yaklaşımlarıyla tanınan" Dış İşleri bakanı Henry Kissenger’in dediği gibi "devletleri kontrol için petrol, halkları kontrol için suyun kontrolü önemlidir" fikrinin merkez noktası, hem su, hem petrolün bol bulunduğu bu bölge miydi? ABD söz konusu projeyi bilinenden çok daha önce, 1980’lerde uygulamaya koyduğu için mi Türkiye PKK’ya kesin darbeyi vurmakta bir kararsızlık ve atalet içindeydi? Bu nedenle mi orada de facto’dan çıkıp de jure hale gelen ve gerektiğinde ABD ve İsrail’in bölgede, özellikle Araplara ama gerektiğinde bütün ülkelere karşı kullanabileceği bir Kürt oluşumunun yanı sıra PKK varlığına da izin veriliyor ve göz yumuluyordu? İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra bölgede, Araplara ve özellikle Türkmenlere yapılmayan yardımlar, ABD ve AB kökenli yüzlerce yardım kuruluşunca Kürtlere yapıldı. Hatta ve bilakis Türkmenler ABD güçlerince, peşmergelere yardım ve Irak’ın kuzeyinin etnik demografisini değiştirmek amacıyla yurtlarından sürüldü, katliamlara uğratıldılar. Bu olgunun bugün Telafer’de hala sürüyor olması ve Türkiye’yi yönetenlerin konuyu hala yok sayması, kanayan bir yaramız olmaya devam etmektedir. ortaya çıkmaktadır. GOP ve BOP projeleriyle Orta Doğu’yu bir kan gölüne çevirme yaklaşımını benimsediğini gün geçtikçe gösteren ABD, bu stratejisinde "Türkiye’nin Güneydoğu’su ilgi alanımızdır" diyen İsrail’i de alabildiğine destekleyip kullanırken, bu her iki ülkenin bu bölgedeki tek müttefiklerinin de Kürtler olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Ilımlı İslam modelinin teşvikçisi ABD ile her konuda aynı çizgide hareket ettiği arada sırada yapmacık ve acemilikten doğan zikzaklara rağmen belli olan iktidar ise yine temelde çok da samimi olmadığı konusunda şüphemiz olmayan AB uğruna bir yandan terörle mücadele yasalarını budamışken öte yandan da Güneydoğu’da yerel yönetimleri maddi ve işlevsel açıdan daha güçlendirecek "Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı" ve "Kamu Yönetimi Reformu" hazırlıklarıyla yine AB’yi memnun edecek bir şekilde merkezi devleti zayıflatma çalışmalarına devam etmektedir. AB ve C S TRATEJİ 9 noktada günahın büyüğünün de ABD’de olduğu da açıktır. Günümüzün tek küresel tek gücü ABD’nin Kürtler ve onu gerektiğinde askeri açıdan yedekleyebilecek PKK konusunda planları ve tutumu böyle gibi gözüküyor. Çünkü terörü bahane ederek binlerce kilometreden gelip Afganistan’ı, Irak’ı işgal eden bir ABD eğer samimi ise PKK gibi müseccel ve eli kanlı terör örgütüne Irak’ta müsaade etmezdi. ABD’nin yok dese de buna gücü vardır. Yoksa da, Türkiye’nin güç kullanmasına yeşil ışık yakması gerekir. Ne var ki bu günlerde, Türk kamuoyundan ciddi tepki alan ABD ve onun maşası Irak’ın kuzeyindeki oluşum başka bir strateji izlemeye başlamış gibi gözüküyor. Tamamen bir uyutma ve zamanı geçirmeden başka bir şey olmadığı açık olan, alınan bu yeni ve güya PKK’ya karşı önlemler içerdiği öne sürülen stratejinin içinin boş olduğunu düşünüyoruz. Irak’ın Kürt asıllı Cumhurbaşkanı’nın ve Dış İşleri Bakanı’nın son günlerde "önlem" olarak dile getirdiği, PKK ile ilgili hususların tamamen boş olduğu ve bu bağlamda birkaç PKK bürosunun yasak savma kabilinden kapatılacağı ve belki birkaç önemsiz teröristin teslimiyle yine belli bir taktiksel yaklaşımla zaman geçirmek amacına uygun olarak Türk kamuoyunu tatmin etmek açısından ele alındığı açıktır. TÜRKİYE’NİN STRATEJİSİ Türkiye bu oyuna gelmemelidir. Binlerce vatan evladını şehit vermemize neden olan PKK terörüne geçmişte yaptığımız yanlışların bir devamı gibi pasif kalarak ve başkalarından yardım PKK kampı bekleyerek karşı koyamayız. Karşı koyma konusu bizi içinde kavga olan bir sürece getirmiştir. Kavgamız, ülkemizin bütünlüğü, bağımsızlığı, milletimizin refahı ve demokrasimizin sürekliliği için olmalıdır. Kavgamız başkalarının şefaatini, yardımını beklemek gibi bir hususu söz konusu bile etmemelidir. Çünkü zaman, gözü ülkemizin bütünlüğüne zarar vermede olanlardan yanadır. Türk milletinin bekasını yabancı ellerin şefaatine teslim etmek onlardan medet ummak ülkemizin geleceğini mahvedebilir. Türkiye büyük bir ülkedir. Bu büyüklük atalarımızın mirasıdır ve kanla elde edilmiştir. Bu tarihsel büyüklüğün yanı sıra coğrafi büyüklüğümüz ise Türk milletinin özgürlüğü ve toprak bütünlüğü için önemlidir. Bir karış topraktan dahi vazgeçmek düşünülemez. Topraklarımızın küçülmesi başka istilaları davet eder. Sonuç ise Lozan’dan bu yana batılılarca özlenen, Türkleri Anadolu’dan atma hayalinin gerçekleşmesi anlamına gelecektir. Yüce Atatürk "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" demiş ise de yeri geldiğinde, Hatay’ı almak için üniformasını kuşanmıştır. Bizlere de Kerkük, Musul, Kıbrıs ve Selanik gibi vatan topraklarının anayurda katılmasını vasiyet etmiştir. Eğer Atatürk, bugünkü gibi neyi düğü belirsiz bir dış politika anlayışıyla hareket etmiş olsaydı bugünkü milli sınırlarımıza sahip olamazdık. Yaşam mücadelesi ve kavgalarla geçen Türklüğün tarihi, egemenlik, bağımsızlık, özgürlük anlayışı içinde hep onurlu bir çizgide sürdürülmüştür. Ülkümüz de bu üç unsurun gerçekleşmesi çizgisinde olmalıdır. Düşmanlarımız eğer bize karşı mücadeleyi bizim topraklarımızda sürdürüyorlarsa, bizim takip edeceğimiz en doğru strateji Türklük ülküsünü topraklarımız dışında da korumayı göze almaktır. Unutmayalım "Ülküler taarruzidir. Savunmada kalan ülküsünden bir kısmını vermeye razıdır." TSK’nın, Barış Yapma Gücü’nde aktif olarak yer alarak Hizbullah ile çatışmaya girmesi durumunda, Türkiye’deki metropoller ve yaşam alanları hedef haline gelecektir. Türkiye, kendi sınırları içerisinde gerçekleşmeyen olaylar nedeniyle PKK’nın dışındaki terör odaklarıyla da, mücadele etmek zorunda kalacaktır. ABD’nin bu çerçevede Güney Doğu Anadolu’daki çalışmaları ve Diyarbakır örneğinde olduğu üzere buralardaki yerel yöneticilerle sıkı fıkı olması ciddiye alınmalı ve şiddetle karşı çıkılmalıdır. Çünkü ABD ve AB’nin Türkiye’nin aleyhine ve müttefiklikle bağdaşmayacak bir şekilde yürürlüğe koyduğu oyunlar, kah sözde alt kimlikler yaratarak, kah feodal düşüncelerin de yardımıyla, mezhep, tarikat ve aşiret istismarlarıyla şekillenmektedir. Amaç Türkiye’de önce denetlenebilir istikrarsızlık yaratmak ve sonra da, son günlerde basında çıkan ve Orta Doğu’yu yeniden şekillendirirken temelde, Türkiye’yi de ciddi şekilde "küçülten" haritalara uygun bir coğrafya gerçekleştirmektir. Bu noktada bizi rahatsız eden en önemli husus ABD’nin coğrafyamızda maşası olabilecek, Türkiye, Suriye, İran ve Irak’tan kopartılacak topraklarla yaratılabilecek, ABD ve İsrail’in denetim ve kanatları altına alınacak bir Kürt devletinin oluşma olasılığıdır. ABD’nin yönlendirici ülke olduğu NATO’nun maalesef PKK’yı hala terör listesine almamış olması da üyesi ve hatta bir zamanlar ileri karakolu olduğumuz NATO’nun müttefiklik anlayışının ancak "hep alayım, hiç bir şey vermeyeyim" şeklinde olduğunun en açık ve bu noktada değinilmesi gereken bir örneğidir. Bu ABD’NİN GEÇERSİZ BAHANELERİ Bugün yönetimin, AB’ye şirin gözükmek için budadığı, terörü önleyici yasaların tamamen kaldırılması ve güvenlik güçlerimizin elinin kolunun bağlı hale getirilmesi sonucu terörün hortladığı bir vakıadır. Bu bağlamda, Irak’ın kuzeyindeki yaklaşık 4500 ve diğer yerlerdeki 1500 kadar PKK’lının varlığı ile ve bunların Irak’ın kuzeyinde ABD’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Kürdistan Demokratik Partisi’nin göz yummasıyla güçlendiği, örgütsel gücünü siyasallaşma uzantılarıyla Türkiye’ye kadar yaydığı ve ülkemizde tekrar terörü canlandırma hevesinde olduğu bir gerçektir. ABD’nin GOP çerçevesinde Türkiye’de de başka bir stratejiyle uygulamaya geçirdiği "Ilımlı İslam" veya başka bir deyişle "Amerikancı İslam" yaratma gayretlerinin yanı sıra, Irak’ın kuzeyinde PKK ve Kürt oluşumunun gelişmesine değil engel olmak, bilakis destekleme stratejileri yan yana geldiğinde Türkiye’nin hazmetmemesi, kabul etmemesi gereken bir durum
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle