02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ortaya çıkartmaktır. Unutmayalım ki "bir kişiyi devamlı olarak kandırmak mümkündür. Bir toplumu bir kez kandırmak da mümkündür. Ama bir toplumu devamlı olarak kandırmak mümkün değildir." Baradey’in 2004’teki Tahran ziyareti C S TRATEJİ 17 ENERJİNİN ÖNEMİ Ülkemiz enerji açığını dış ülkelerden aldığı petrol ve doğalgaz ile karşılıyor. Nükleer santrallerimiz yok. Herhalde bir taraftan enerji üretim kaynaklarımızı çeşitlendirirken bir taraftan da nükleer enerji santralı kurmamızda yarar var. Diğer taraftan İran’dan petrol ve doğalgaz alımı politik açıdan da önem taşıyor. Özellikle ABD’nin İran’dan petrol ve doğalgaz almamızdan ve enerji için bu ülkeye giderek daha fazla bağımlı hale gelmemizden memnun olmadığı biliniyor. Son olarak Enerji ve Doğal Kaynaklar Bakanımızın ABD’yi ziyaretinde enerji alanında işbirliği yapmaktan, birlikte hareket etmekten söz edildi, ama Washington’un İran’dan petrol ve doğalgaz almamız konusunda bizimle ne konuştuğunu, baskı yapıp yapmadığını öğrenemedik. İran’ın dışında Hazar petrol ve doğalgazının batıya taşınması meselesi de Türkiye için önemli. Dünyanın ikinci büyük petrol rezervi (220 milyar varil) bu bölgede. Büyük petrol şirketleri ve Washington’a ilave olarak Rusya da önemli bir oyuncu. En azından Hazar denizinin hukuki statüsünün belirlenmesinde Rusya’nın oynayacağı önemli rol var. Bu da petrol borularının hangi istikamette ve ne hacimde şekilleneceği hususunda belirleyici olacak. Türkiye tek başına etkili bir rol oynayamaz. Ama gelişmeleri takip etmek, kamu oyunu bilgilendirmek, böylece ülke için en yararlı olanakları tartışmak lazımdır. Konuları BOTAŞ yetkililerinin, birkaç bürokratın ve bir iki bakanın omuzlarına yıkmak hem haksızlık hem de yanlış olur. Kriz anında zorda kalacağımız gibi, enerjiyi pahalıya satın almak durumu da ortaya çıkar. NÜKLEER MACERA İran’ın nükleer silah üretmesi Türkiye için olumsuz bir gelişmedir. Bu bakımdan Türkiye’nin böyle bir gelişmeye karşı çıkması lazımdır. Zaten bu şekilde hareket ediyoruz. Ama Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının (UAEA) raporu üzerine BM Güvenlik Konseyi’nin mart ayında toplanarak İran’a yaptırım kararı alacağını düşünmek, İran işbirliği yapmazsa ABD ve İsrail’in İran’daki nükleer tesisleri vuracağını öngörmek çok aceleci bir değerlendirme olur. Batı basını bunu bir olasılık olarak dünya kamuoyuna sunuyor. ABD’nin Irak’a saldırısından sonra İran’ın da hedef seçilebileceği yorumları yapılıyor. Ancak konu Güvenlik Konseyi’ne gelirse öncelikle burada yapılacak görüşmeleri beklemek lazım. Rusya ve Çin vetosu gündeme gelir mi, İran tekrar görüşmelere yanaşır mı veya UAEA denetimini ne ölçüde kabullenir, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na taraf olmaktan gerçekten çıkar mı. Bu konularda köprülerin altından herhalde epeyce su akacak. ABD açısından bakarsak, Başkan Bush yapılacak ilk seçimde görevden ayrılacak. Irak’ta bir sonuca varamamışken İran macerasına atılmak, dünyamız için daha büyük sorunlar çıkartır. Bu tabloya bir de Filistin/İsrail çatışmasını eklersek, Ortadoğu geniş bir savaş bölgesi halini alır. Afganistan’da ABD’nin yeni bir düzen kuramadığını ve güvenliği sağlayamadığını, SuriyeABD gerginliğini de hesaba katarsak, felaket senaryosu bir hayli genişleyecektir. Düzgün ve sağlıklı düşüncenin galebe çalacağı, ılımlı ve dengeli devlet adamlarının böyle bir felaket tablosunun doğmasına müsaade etmeyecekleri tahmin edilebilir. kurduğu Kadima partisi ile bir takım adımlar atmış ve ümitler yaratmıştı. Zor da olsa Gazze’deki Yahudi yerleşim yerlerini yıktırmıştı. Filistinlilerin de İsrail’i tanımaları ve şiddetten vazgeçmeleri yol haritasında ön koşul teşkil ediyordu. Kimsenin itiraz edemediği demokratik bir genel seçimle Filistinliler Hamas’ı seçti. Hamas El Fetihten iki misli daha fazla oy aldı. ama İsrail’i tanımayı ve şiddetten vazgeçmeyi –şimdilik de olsareddediyor. Şimdi ne olacak. Öyle zannediyorum ki Ortadoğu sorununun çözümü talihsiz bir şekilde büyük yara aldı. Bugünkü Hamas hemen hemen 1960’ların FKÖ’südür. Filistinlilerin görüşme masasına oturması 3035 yıl sürmüştü. Şimdilik Hamas ve Filistinlilerin barış için nasıl bir yol izleyecekleri belli değil. İsrail’e bakacak olursak, 28 marttaki seçimlerden kim galip çıkarsa çıksın tablo olumlu görünmüyor. Unutmayalım ki Batı Şeria’daki yahudi yerleşim yerleri Sharon zamanında 2,5 misli arttı. Başbakanlık görevini devralan Olmert de Batı Şeria için hiçbir barışçı umut vaat etmeyen düşüncelerini ve planlarını açıkladı. Bunlar seçim vaadi midir henüz bilinmiyor ama sağcı Netanyahu taraftarlarının daha da olumsuz bir tablo ortaya koymaları mümkündür. Zaten bu aşamada başka ülkelere yerleşmiş Filistinlilerin topraklarına geri dönmeleri, Kudüs’ün statüsü gibi çok zor konular gündeme dahi getirilmiyor. Özetle Ortadoğu sorununda bir hayli geriye gidilmiş gibi görünüyor. Enerji bağımlılığı tüm ülke olarak kafa yormamız gereken konulardan. İran’ın nükleer macerası, kısa süreli sonuçlanacak gibi görünmüyor. Filistin sorununda barış adına bir gerileme yaşanıyor. Hem dış politikamızda hem de AB ile ilişkilerde Kıbrıs kilit önemde bulunuyor. Annan Planı temelinde Kıbrıslı Türklerin barışçı çözüm istedikleri, Rumların ise çözüm istemedikleri ortaya çıkınca bile, ne KKTC tanındı ne de uygulanan ambargonun kaldırılması sağlandı. İngiliz Bakanın beyanı olsa olsa Rumları ve Papadopoulos’u görüşme masasına çekmek için bir yoklama olarak düşünülebilir. İşin aslında KKTC 1983’de bağımsızlığını ilan ettiğinde İngiltere ve ABD, KKTC’yi ayrılıkçı (secessionist) bir devlet olarak görmüşler, uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve tanınmaması gerektiğini ileri sürmüşlerdi. Bütün ülkelere gerektiğinde baskı uygulayarak bunu da sağladılar. Ama şimdi Kıbrıslı Türkler yani KKTC referandum ile bir devlet olduğunu ve iki bölgeli, iki eşit toplumlu olarak Rumlarla birleşmek istediğini ortaya koymuştur. Referandum yaparak ayrı yaşamak isteyen ve böyle bir birleşmeyi reddeden Kıbrıslı Rumlardır. Bir bakıma ayrılıkçı devlet KKTC değil, Kıbrıslı Rumlardır. KKTC’nin de siyasi açıdan tanınması gerekir. Ama muhtemelen gelişmeler böyle olmayacak. Kıbrıs Rum tarafındaki seçimlerden sonra Rumlar görüşmeyi kabul etseler bile Kıbrıs Rum devletinde Türkleri azınlık haline getiren önerilerle karşılaşacağız. Kıbrıs gerek bir dış politika sorunumuz olarak, gerek AB ile üyelik görüşmelerinde kilit konumunda olmaya devam edecek gibi görünüyor. KIBRIS KİLİT SORUN Bu kadar olumsuzluğa Kıbrıs sorununu da maalesef eklemek gerekiyor. Türkiye’nin AB üyeliği bağlamında Kıbrıs sorununu çözmek için zamanlaması iyi seçilmiş açılımlar yaptığını görüyoruz. Kanımca bu gibi çabaları sürdürmemizde de yarar var. Ancak, AB’nin bilerek oynadığı bir oyun ile Kıbrıslı Rumlar AB’ye üye yapıldıktan sonra Rumların ve Yunanistan’ın önümüze koymak istediği fatura lüzumsuz zaman kaybından ibaret. Diğer taraftan AB’nin Kıbrıslı Rumları bizim temenni ettiğimiz şekilde hizaya getirmesini beklemek de hatalı olur. İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw’un son beyanlarına da fazla önem vermemek lazım. Unutmayalım ki Kıbrıslı Türkler katledilirken 19601963 devresinde ve daha sonra 19641974 sürecinde ABD ve Batı Avrupa Kıbrıslı Türklere karşı eşit mesafede bile durmayıp hep Rumların tarafını tuttu. 1974’ten sonra da bu durum devam etti. Şimdi ise FİLİSTİN’DE GERİLEME Ortadoğu’da barış için çizilen yol haritasında 242 sayılı Güvenlik Konseyi kararına (1967) uygun olarak güvenilir ve tanınmış sınırlar içinde yaşayacak iki devletin kurulması öngörülmüştü. Ariel Şaron
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle