17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Erhan AKDEMİR Ankara Üniversitesi ATAUM/AB Uzmanı Mayıs ve 1 Haziran 2005 tarihlerinde AB’nin iki kurucu ülkesi olan Fransa ve Hollanda’da Avrupa Anayasası’nın başarısızlığa uğramasının getirdiği derinleşme sıkıntılarını üzerinden halen atamamış ve kendi sınırlarını tanımlamaya yönelik tartışmalara kilitlenmiş olan AB, gittikçe kendi içine kapanma ve uluslararası bir aktör olabilme yeteneğini de ABD, Çin ve yeni radikal bloklara bırakma tehlikesiyle karşı karşıya. 50 yılı aşkın süredir dünyadaki en büyük istikrar sağlayıcı güç olan, kurucu ülkeleri arasındaki düşmanlıkları ortadan kaldıran, İspanya, Portekiz ve Yunanistan gibi ülkeleri yüksek refah standardına ulaştıran AB, son zamanlarda kendi iç dinamiklerinin gözden geçirilmesi ve kendi reform sürecinin sorgulanması ile karşı karşıya. Ancak bu ifadeler AB’nin çöktüğü veya yakın gelecekte çökeceği anlamına da gelmiyor. Bu gibi tartışmaların ötesine bakacak olursak, AB halen büyük ölçüde tamamlanmamış bir birlik görüntüsünde. Şu anda Türkiye AB’ye tam üye olmadığı için bu konunun bizi ilgilendiren asıl tarafı AB içerisinde yaşanan bu gelişmelerin, tartışmaların yine AB’nin genişleme politikası üzerine olan etkisini incelemek ve bunun da TürkiyeAB ilişkilerine nasıl yansıdığını anlayabilmek. ‘Yurttaşları’ AB’den umutlu değil... C S TRATEJİ uygulamalarından duyulan hayal kırıklığı, AB Anayasası’nın ekonomik açıdan "AngloSakson" bir yöne doğru kaydığı yolundaki (genelde yersiz) kaygılar ve istemesek de Türkiye'nin birliğe olası üyeliği konusundaki kaygılar işte yukarıda ifade edilmeye çalışılan genişleme politikasının sağlıksızlığının (en azından Türkiye için) temel nedenlerini oluşturuyor. Bununla birlikte AB ülke liderlerinin ve kurumlarının, aldıkları kararlarda halkı dikkate almamaları, alınan kararların halkta yarattığı olumsuz tepkiyi görmemeleri, kamuoyundaki eğilimlere ilgisiz kalmaları, halkın, AB Anayasası’nı ve AB genişlemesini anlayamamasına neden oldu. Bu da Avrupa yurttaşının günlük yaşamındaki olumsuz unsurların tüm sorumluluğunu Brüksel’e yüklenmesine, genişleme politikasına yüklenmesine (tabi ki bu arada en önemli nokta Türkiye) ve yabancı göçüne yüklenmesine yol açtı. Ayrıca siyasiler kolay yolu seçtiler ve kendi ülkelerindeki olumsuz durumun sorumluluğunu içeriye değil, dışarıya yüklediler. AB’ye yönelik popülist yaklaşımlar sergilediler. Bağımsızlık ve egemenlik gibi unsurları, referandumlarla ilgili kampanyalarda kullandılar. AB genişleme politikasını, Türkiye’nin AB’ye üyeliğini kendi haklarına bir tehdit olarak algılattılar. AB’nin yaşadığı tüm bu iç tartışmalar, çekişmeler, sıkıntılar ise Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinin temelden sarsılmasına, farklı seçeneklerin Türkiye’nin önüne konulmasına ve belki de ileride ilişkilerin tamamen kesilmesine neden oldu. Yaşanan tüm bu iç tartışmalar, çekişmeler, sıkıntılar Türkiye’nin ve AB’nin zorlu bir dönemeçten geçiyor olmasına neden oldu. 29 AB ‘içine kapanıyor’ GENİŞLEMEDE GERİLEME Şu anda üyelik müzakerelerine devam eden ülkelerin müzakere süreçlerini durdurmak anlamına gelmediğini kaydetseler de birliğin kurumları son zamanlarda AB’nin kendi yapısal reformlarını yerine getirmeden genişleme konusunda ileri adım atılmaması gerektiğinin altını çiziyorlar. Üzerinde uzlaşılan bir diğer nokta da AB açısından yapısal reformların kaçınılmaz durumda olduğu. Yine son yılları dikkate aldığımızda AB’nin genişleme sürecinde büyük bir hız yakaladığını görüyoruz (her ne kadar bu hız Türkiye’ye yansıtılmasa da). Ancak bu hızı AB’nin kendi yapısal reformlarında görmek olanaklı değil. Buna bir de AB üyesi ülkelerde yaşanan ve yakın gelecekte de artarak devam edecek olan kısır iç politik tartışmaları ve bu işe genelde genişleme politikasını özelde de Türkiye’yi bulaştırmak hevesinde olan bazı siyasileri eklersek AB’nin genişleme politikasının sağlıklı bir şekilde devam edeceğini düşünmek iyimserlik sınırlarımızı zorlamak anlamına geliyor. En azından son dört yılda Türkiye–AB ilişkilerinin geldiği veya getirildiği noktaya bakacak olursak, yukarıda da ifade edildiği gibi, AB’nin genişleme politikasının AB’nin içinde bulunduğu sıkıntıları aşamadığı sürece Türkiye açısından çok sağlıklı devam edemeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun en somut örneğini AB Komisyonu tarafından 18 Aralık 2006 tarihinde açıklanan kamuoyu yoklamasında görüyoruz. AB Komisyonu'nun kamuoyu yoklaması organı olan Eurobarometre'nin son kapsamlı araştırmasına göre (Standard Eurobarometer 66: Autumn 2006), AB vatandaşlarının sadece yüzde 33'ü, AB'nin iyi yönde ilerlediğini düşünüyor. Eurobarometre verilerine göre, AB'nin gidişatını iyi bulanların başında Litvanya (yüzde 57), Slovenya (yüzde 56) ve Polonya (yüzde 55) geliyor. Bu oran Fransa'da yüzde 22'ye, İngiltere'de yüzde 24'e, Almanya'da yüzde 28'e, Lüksemburg ve İtalya'da yüzde 29'a, Avusturya'da yüzde 30'a ve Avrupa’da yapılan son kamuoyu yoklamaları, üye ülkelerin yurttaşlarının büyük çoğunluğunun AB’den ‘umudu kestiğini’ ortaya koyuyor. AB’nin üç büyüğü olan İngiltere, Almanya, Fransa’da halk hem AB’ye ilgi duymuyor hem de GERÇEK BİRLİK 14–15 Aralık 2006’da Brüksel’de gerçekleştirilen genişlemeye karşı… AB liderleri Zirvesi’nde de AB’nin genişleme Finlandiya'da yüzde 32'ye düşüyor. AB'nin genişlemesiyle eski büyük ülkelerde yaşayan yurttaşların kaygı duymaya başlamaları, onların genişlemeye sıcak bakmamalarını doğurdu. AB'de genişlemeye yönelik tereddütler artmakta ve bu bağlamda genişlemeye yönelik destek oranı da gittikçe azalmakta. Yine Eurobarometre'nin son kapsamlı araştırmasına göre, AB vatandaşlarının yüzde 46'sı AB'nin gelecek yıllarda genişlemesinden yana görüş bildiriyor. Bu oran Almanya’da yüzde 30, Avusturya’da yüzde 31 ve Fransa’da yüzde 34 seviyesinde. İÇ TARTIŞMA AB üyeleri ekonomik gelecekleri hakkında belirsizlik yaşamaları, Fransa, Almanya ve Hollanda’nın ekonomik sorunlarını çözmedeki yetersiz çabaları, siyasilerin kurumsal konularla çok fazla uğraşıp ekonomik ve sosyal konularla hiç ilgilenmemeleri, AB para birimi bölgesi Eurozone (kuvvetli para, tek faiz) içinde de ekonomik ve politik birliğin sağlanamaması, iktidarda bulunan hükümetlerin AB Liderler Zirvesinden... politikası gündemde yerini korudu ve liderler AB’nin genişleme politikasına ilişkin "Üç C" politikasını benimsemişler ve bundan sonraki genişlemelerin "üç C" politikası çerçevesinde gerçekleştirilmesini kararlaştırmışlardır. "3C kuralı; İletişim ( Communication Genişlemeyi halka anlatma), güçlendirme (ConsolidationAB kurumlarının yeni adayların üyeliği öncesinde güçlendirilmesi) ve şartlılık ilkesi (ConditionalityAdayların bütün kriterleri eksiksiz yerine getirmesinin denetlenmesi) anlamına geliyor. Bu da kısa yoldan AB üyesi olunmayacağı AB kurumları tarafından ortaya kondu. Son dört yıllık süre zarfında aslında yukarıdaki "Üç C" politikasının eksikliği Türkiye–AB ilişkilerinin tıkanmasına neden olmuştur. Ancak söz konusu süreçte AB’nin kendi iç reformlarını tamamlaması, kendi yapısal reformlarını yerine getirmesi en az "Üç C" politikası kadar önemlidir. Sonuç olarak AB içinde 1 Mayıs 2004 tarihinden itibaren yaşanan tartışmalar, birliğin gerçek anlamda bir birlik olması yolunda önemli engellemeler olarak algılanıyor. Özellikle Avrupa’nın geleceğinin nasıl şekilleneceğinin belirsiz olması, FransaAlmanya ekseni çerçevesinde AB’nin 21. yüzyıla ekonomik ve siyasal olarak adapte olma konusunda sorunlar yaşaması, AB’nin genişlemesi üzerinde oldukça olumsuz bir etkiye neden oluyor. Bununla birlikte AB açısından enerji güvenliği"nin sağlanmasında, işgücü açığı sorununun üstesinden gelinmesinde, jeopolitik risklerin azaltılmasında, medeniyetlerarası çatışmaya alternatif olacak medeniyetlerarası diyalog ortamının gerçekleştirilmesinde, Ortadoğu bölgesinde gerekli istikrara ve barış ortamının hazırlanmasında genişleme politikası ve özellikle Türkiyeli bir genişleme politikası yaşamsal bir önem sahiptir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle