26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 Gözde KILIÇ YAŞIN TUSAM Balkan Araştırmaları Masası [email protected] ‘Ötekileştirme’ ve dayatılan ‘olmazlar’ sonuç vermeye başladı… C S TRATEJİ ifadeler AB için Türkiye’nin anlamını açıkça yansıtıyordu: Türkiye’nin üyeliği önemli değil ancak Avrupa’ya yakın kalması sağlanmalıdır. Her anlamda ciddi bir değişime uğrayacağı, kırmızı çizgilerinin yok olacağı, egemenlik haklarından ciddi anlamda vazgeçeceği bir uyum sürecinin sonunda Türkiye’ye AB üyeliği yerine "AB kurumlarına bütünüyle demirli kalacağı bir özel statü"nün önerileceği düşünülüyor. Bu nedenle de Türkiye’nin müzakereleri sonucu öngörülebilen statüye göre sürdürmesi gerektiği dile getiriliyor. Gerçekten de 1999 tarihli Helsinki Zirvesi’nden bu yana Türkiye açısından ciddi bir gerileme yaşanıyor. Helsinki’de Türkiye ile ilgili alınan kararlarda Türkiye’ye diğer aday ülkelerle eşit muamele yapılacağı taahhüdünde bulunuluyordu. 2004’ten itibaren ise Türkiye kendisini ucu açık bir müzakere sürecinin içinde buldu. Hâlbuki diğer aday ülkeler için müzakerelerin başlamasıyla birlikte bu müzakerelerin tamamlanması için hedeflenen süreler belirlenmişti. Türkiye için ise bir yandan 2014’de yeni bir bütçe yapılana kadar beklenti içine girilmemesi önerilirken bir yandan da müzakere sürecinin ucu açık bir süreç olduğu, müzakere sonucunun hiçbir şekilde garanti edilemeyeceği üzerine basılarak vurgulandı. Üstelik AB’nin her türlü normu gerçekleştirildiğinde dahi Türkiye’nin üyeliğinin o tarihteki genişleme kapasitesine bağlı olarak değerlendirileceği ve hatta Chirac’ın referandum önerisine de atıf yapılarak her ülkede ayrı ayrı oylanacağı belirtilmişti. Bugün Türkiye’nin Helsinki Kararları’nın gerisinde kaldığı üstelik GKRY’nin AB üyeliği ile birlikte ABTürkiye ilişkilerinin bir intikama terk edilmiş durumda olduğu açıkça görülebiliyor. ürkiye’nin siyasi ve ekonomik alanda AB üyelik kriterlerini karşılama adına son bir yılda kaydettiği gelişmeleri değerlendiren AB Komisyonu’nun İlerleme Raporu 8 Ekim’de açıklandı. Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) limanlarını açmamasının tam üyelik müzakerelerinin kesilmesine ya da askıya alınmasına sebep olma ihtimali bu sefer de atlatıldı. AB Komisyonu, Ankara Protokolü’nün GKRY’yi kapsayacak şekilde uygulanmadığı tespitini yaparak limanların açılmamasının müzakereleri olumsuz etkileyeceği değerlendirmesini yapsa da bu konuda kesin bir görüş bildirmek yerine bunu 14–15 Aralık’ta yapılacak AB Konseyi toplantısına bırakmayı tercih etti. Teamül gereği AB Konseyi, Komisyon’un tavsiyelerini aşan bir karar alamayacağı için de müzakere sürecinin ağır aksak ve sonu belirsiz ilerleyişini sürdüreceği kesin görülüyor. Bu arada "Türkiye ile AB arasında olası bir krizin önlenmesi" hedefiyle hazırlanan Finlandiya önerisi de tüm olumsuzluklarına rağmen yeni bir "son şans" özelliği kazandı. Türkiye ve adı geçmese de KKTC bundan sonra AB Zirvesi’nin gerçekleştirileceği tarihe kadar bu öneri çerçevesinde cendereye alınacak. Türkiye’yi limanlarını açması konusunda artık "müzakere sürecinin askıya alınması" tehdidiyle sıkıştırmak belli bir süre için mümkün olmayacaksa da "yeni müzakere başlıklarının açılmayacağı" tehdidi geçerliliğini koruyor. T Toplumun AB algısı değişiyor bakarken 2005’te bu oran yüzde 67’den yüzde 57’ye, 2006’da da yüzde 32’ye düştü. Artık Türkiye kamuoyunda AB daha farklı eleştiriliyor, AB üyeliği konusu tekrar masaya yatırılıyor. Gümrük Birliği dâhil bütün anlaşmaların yeniden gözden geçirilmesi, AB ile ilişkilerin "tam üyelik" perspektifinden çıkarılarak yeni baştan düzenlenmesi öneriliyor. Bu önerinin en önemli gerekçesi de Türkiye’ye tam üyelik hedefli bir müzakere olanağının tanınmamış olmasıdır. Yani "sopa" varlığını sürdürüyor ama artık ortada bir "havuç" yok. AB’nin Türkiye’ye karşı tutumu, zaman ilerledikçe tam üyelik beklentilerini değiştiriyor. AB üyeliğine olumlu bakanların oranının üç yılda yüzde 67’den yüzde 32’ye gerilemesi ilişkilerin geleceğini de etkileyebilir. RAPORDA İLERLEME YOK Türkiye’nin katılım yönündeki ilerlemesini değerlendiren AB Komisyonu, raporunda müzakere sürecinin askıya alınmasını ya da kesilmesini ifade etmekten çekinmiş olsa da TürkiyeAB müzakerelerinde bir ilerleme kaydedilemediği de bir gerçek. Nitekim Haziran ayında açılıp kapanan tek bir başlıktan sonra yeni bir müzakere başlığı açılamadı. Limanlar konusu ile ilişkilendirilebilecek herhangi bir başlılığın açılması da şimdilik mümkün görünmüyor. Gümrük Birliği, Ortak Pazar, Ulaştırma gibi 1995 yılından bu yana izlediğimiz, AB normlarıyla uyumu büyük ölçüde sağladığımız bu nedenle de diğerlerine göre daha güçlü olduğumuz başlıkların ertelenmesi de aslında müzakerelerin kısmen dondurulması anlamına geliyor. Fransa ve Avusturya’nın desteğini alan GKRY de zaten istese bile uzun ve aşılması güç prosedürü nedeniyle ilerletemeyeceği "müzakere sürecinin askıya alınması" işleminden çok başlıkların açılmasını veto etme yolunu tercih ediyor. Bu nedenle İlerleme Raporu "müzakere sürecini kesintiye uğratacak bir kriz" yaratmamışsa da bunun Türkiye için pratikteki tek anlamı müzakerelerin durmuş olduğunun Komisyon’ca belgelenmemiş olmasıdır. YILDIRMA POLİTİKASI ‘Ö DEĞİŞEN TÜRK BAKIŞI Aralık ayında yapılacak zirvede AB Konseyi’nin, Komisyon Raporuna uygun hareket edeceği ve müzakerelerin kesilmesi yönünde herhangi bir karar almayacağı kesin görülüyor. Türkiye’nin üyeliğine şüpheli yaklaşım ise Avrupa’da artarak devam ediyor. İki yıl öncesinden farkı olarak artık Türkiye de AB üyeliğine şüpheli yaklaşıyor. Kamuoyu yoklamalarına göre 2004 öncesine kadar her üç Türk’ten ikisi AB üyeliğine olumlu AB’nin de zaten bıktırma yoluyla Türkiye’yi bu noktaya getirerek AB üyeliğinden kendi kendine vazgeçmesini sağlamaya çalıştığını savunanlar da "özel statü" talebinin tam üyelik (!) müzakerelerinin Türkiye tarafından durdurulması anlamına geleceğini ve bunun Türkiye’nin kırk yıllık emeğini ziyan edeceğini ileri sürüyor. Türkiye’nin AB’den bir ZEL STATÜ’ ÖNERİSİ alacağı olduğuna inan bu kesim, Türkiye’nin Oldukça uzun süreceği belli olan müzakere bıktırıldığı konusunda haklı olmakla birlikte sürecinde AB’nin Türkiye ile bir nevi özel statü Avrupa’nın herhangi bir "hak" vermeyi düşünmediği oluşturmaya çalışacağı, yani tam üyelik hakkı gerçeğini ihmal ediyor. Tam üyeliğin sağlanması tanımayacağı ancak "AB kurumlarına bütünüyle halinde dahi serbest dolaşımın kalıcı olarak demirli kalmasını sağlayacak" yeni ve özel bir statü kısıtlanması yolunu açık bırakan AB’nin Türkiye’yi yaratacağı artık Türkiye’de çok daha geniş çevrelerce algılayış biçimi açık ve nettir. Türkiye’nin AB gibi bir dile getiriliyor. Nitekim 2004 İlerleme Raporu’ndaki regülatör olmasa dahi demokrasisini geliştirebileceği kabul edilmeli ve AB süreci bu tarz endişelerden sıyrılarak Avrupa tartışılmalıdır. Birkaç yıldır kapalı kapılar Parlamentosu ardında konuşulan "özel statü" istenmesi konusu yavaş yavaş yaygınlaştı ve bugün siyasilerin de kullandığı bir argüman halini aldı. Halkın AB’ye karşı genel bir isteksizlik eğilimi sergilemesi ve derin bir güvensizlik duyması, herhangi bir partinin seçimlere AB üyeliği perspektifiyle girmesini engelleyecektir. Bu nedenle de önümüzdeki günlerde "özel statü" görüşü kamuoyunda daha ciddi biçimde tartışılacak gibi görünüyor. Türkiye’nin kendi geleceğini kurgulayabilir boyuta geri dönmesi için tartışılması da gerekiyor. Masada gerçekten de bir "AB üyeliği projesinin" bulunup bulunmadığı sorusunun yanıtlanması gerekiyor. Türkiye artık "gözden çıkarıldığı" konusunda hem fikir ve bundan böyle kabul edilemeyecek isteklerle boğulmak istemiyor. Avrupa Türkiye’yi "öteki"leştirdikçe, çözülme süreci de hızlanıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle