01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

C S lü damarını; Sünni İslam algılamasının dışında kalan, tarihsel olarak ilk eksenle çatışmalı, göreceli olarak seküler, çoğu yerde aşiret bağları zayıflamış, PKK şiddetinin kırsaldan göçerttiği ve şehirlerin varoşlarında varlığını koruyan akım temsil etmektedir. Bu damardaki milliyetçilik de ilki gibi siyasal liderlik, sosyal köken, mezhebi farklılıklar, ideoloji, yöntem, alt kimlikler/bölgeler, iç ve dış politik destekler/bağlar ittifaklar nedeniyle kendi içinde tali damarlara bölünmüştür. Bütün Kürt kökenlileri temsil etmekten uzak olsalar da; Kürt milliyetçiliğinin iki ana damarı Türkiye’nin çok partili düzene geçmesiyle birlikte kendilerine genel siyasi tabloda yer bulmuşlardır. İslami karakterdeki geleneksel Kürt Milliyetçiliğinin temsilcileri, çok partili yaşamda dinsel ve aşiret bağları sayesinde parlamentoya seçilme garantisini bu güne kadar ellerinde tutmuşlardır. Söz konusu stratejinin ana eksenini devletlesistemle çatışmamak oluşturmuştur. Siyasal partilerin içinde yer alarak merkeze taşınan bu tutum, sistem içinde uygun ve meşru bir davranış olarak kabul görmüştür. Bu konumlanma, ekseriyetle siyasi yelpazenin "sağ" kanadında olmuştur. Kürt milliyetçiliğinin diğer damarındaki siyasi temsilciler geçmişte "sol" partilerin içinde, "sağ" partilerdeki benzerleri gibi yer almışlardır. Artan PKK şiddet ve terörü, zaman içinde bu damarın kontrolünü ele geçirmiş, 1980 sonrasında "cephe" mantığı ile halkın denetim altına alarak "sol" partilerden koparıp hızla "etnik kimlikli" yeni partilere yöneltebilmiştir. Bu kopuş SSCB’nin çöküşü ve Marksist ideolojinin "zırh" özelliğini yitirmesi ile yakından ilgili görünmektedir. Kürt kimliğine vurgu yapan farklılıklaşma, kaçınılmaz olarak siyasi alanda da rekabeti berberinde getirmektedir. Rekabet, zaman zaman sandıkta şekillense de, devletin zayıfladığı denetimi kaybettiği dönemlerde ilişkiler silahlı çatışmaya dönüşebilmektedir. Sözü edilen iki eğilim "taktik" olarak kısa süreli "devlet karşıtlığında" uzlaşabilmektedir. Ancak sorun; "din" tartışmalarına odaklanınca ittifak bozulabilmekte yeni ittifak arayışları başlamaktadır. "Devlette" bu süreçte kendi yasalarını görmezlikten gelebilmekte, ideolojik duruşuna ters ittifaklar kurabilmektedir. Nitekim bu yapısal sorun ileride görüleceği üzere bu günde etkisini sürdürmektedir. Kürt Milliyetçiliğinin İslamcı damarı; genel ideolojik söyleme uygun olarak Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini ve devletin mevcut yapılanmasını iki noktada reddetmektedir 1. Birinci neden; devletin "laik" karakteridir. Devlet sözü edilen özelliği ile bu damarın temelini oluşturan cemaat, tarikat ve medrese "ağ"ları bakımından yasal ve ideolojik tehdit oluşturmaktadır. Buna rağmen siyasal sistemle olan ilişki legal düzlemde işletilebilmektedir. Sözü edilen örgütlenme politik güce dönüştürülebilmekte, politik güç kullanılarak sözü edilen sisteme kamu kaynakları aktarılabilmektedir. Bu noktada oluşan "simbiyotik yaşam", tepkinin "devlete" olan tepkini alt düzeyde kalmasını sağlamaktadır. İkinci neden; ulus devlet inşasın da tanımlanan "üst" kimlikten duyulan rahatsızlıktır. Tali olsa da bu yaklaşım tüm söylemlerde, yayın ve açıklamalarda kendini göstermektedir. "İslami" tonlu Kürt milliyetçiliği çeşitli versiyonları ile 2002 seçimlerinde AKP içindeki yerini aldı. Bu süreçte sessiz söylem; "bölge halkı olarak sizler; PKK ve devletten çok çektiniz, bizlerde çok çektik, mağduruz" oldu. AKP mağdurların "müşterek" adresi olarak görüldü. Ekonomideki kötü gidiş, rakip partilerin cılızlığı ve inandırıcılığını yitirmiş olması, Erdoğan’ın "haksızlığa uğramışlık görüntüsü", yerel yönetimlerdeki göreceli başarı, dini söylemler, geleneksel partilerinden kopan bölgedeki kitleleri genel ve yerel seçimlerde AKP’ye yöneltti. Ancak; "öteki" damarın temsilcisi, PKK’nın "cephe" örgütü konumundaki parti, bölgedeki varlığını koruyarak bir yandan "devlete", bir yandan da iktidarın yeni sahibi ve sandıktaki rakibi AKP’ye karşı konumlanmasını ve gücünü sürdürdü. PKK sorununu yok saymak KP, iktidara geldiği 3 Kasım 2002 tarihinden itibaren, PKK sorununu "yok" saymaya ve "çürümeye" terk etti. İdeolojik yaklaşıma göre AKP zaten; "Müslüman olan Kürtleri" her alanda yeterince temsil ediyordu. Ancak hesaba katılmayan şey, iktidar partisinin temsil yaklaşımına olan itirazlardı. Sözü edilen temsil; tarihsel, sosyal ve ideolojik gerçeklerle şekilleniyor, "öteki" Kürtleri kapsamıyordu. Öte yandan örgütsel bütünlüğünü korumak, hapisteki lideri için pazarlık yapmak, Irak’ta konumunu sürdürmek ve politik gelişmelerde rol al TRATEJİ mak, Kürtlerin kazanımlarına omuz vermek isteyen PKK, ertelediği eylemlerine Haziran 2004 sonrasında yeniden başladı. AKP ancak bir yıl sonra tüm demokratik açılım ve temsil ettiği " Müslüman Kürtlere rağmen" sorunun üstesinden gelemediğini görmeye başladı. Her ne kadar AKP şiddet ve terörü AB sürecindeki ilerlemelerle(!) açıklasa da bu yaklaşımın inandırıcı olup olmadığı 3 Ekim sonrasında ortaya çıkacaktır. Başbakan Erdoğan’ın "Kürt sorunu" tanımı partisi açısından şimdiye kadar "göz ardı edilen " çok sayıda fay hattını birdenbire tetiklemeye başladı. Birinci fay hattını; Anayasa’nın tanımladığı devlet ile Erdoğan’ın zihin dünyasında var olan devlet algılaması arasındaki farkın oluşturduğu ortaya çıktı. Başbakan Erdoğan; Anayasa’nın "Türk’ü" etnik bir alt kimlik olarak değil, ülkenin üst kimliği olarak tanımladığını, kısa sürede farkına varmış olmalı ki "tek bayrak, tek millet, tek devlet" olarak ifade etme lüzumu hisseti. Bu yaklaşım kendi ideolojik algılamasından, kurulu Anayasal düzene doğru dönüşü ifade etmektedir. Sonuçları açısından ise istemeyerek geleneksel "devlete" dönüş, ideolojik söylemelere düşüncelere ve hayat algılamasından fiili olarak uzaklaşmayı göstermektedir. Ancak, Erdoğan’ın bu açıklamaları "Türk’ü" üst kimlikten alt kimliklerden birisine indirgeyerek sorunu iyice karmaşıklaştırmıştır. İkinci fay hattını oluşturan alan Erdoğan’ın zihnindeki "Kürt" sorunu ile çözmeye, etkisiz hale getirmeye çalıştığı PKK’nın zihnideki "Kürt" sorunun ayni şablona oturmadığıdır. Nedenlerini yukarıda açıkladığımız yaklaşım farklılıkları, sorunun Erdoğan tarafından çözümünü ve yönetimini imkânsızlaştırmaktadır. Sorun Erdoğan’ın çözebileceğinden ve yönetebileceğinden daha derin köklere sahiptir. Tarihin, coğrafyanın i 17 nanç dünyasının farklılaşması ve dayatmasıdır. Erdoğan zihin dünyasının çekim alanın çok dışında olan bir "Kürt" alanına girmeye çalışmış, bunu imkânsızlığını da kısa sürede öğrenmiştir. Üstelik bu grubun itirazı sadece Erdoğan’ın partisinin temsil ettiği "Kürt damarına" değil, onunla eşzamanlı olarak kendisini başında bulunduğu hükümete, bir anlamda da devletedir. Üçüncü fay hattını oluşturan alan "Kürt" sorunun siyasi sınırların dışına taşması ve dış politika ile ilgisidir. Soruna müdahil olanlar sadece Barzani, Talabani değil ayni zamanda Irak’ta bulunan ABD ve onun bu ülkedeki sessiz ortağı İngiltere’dir. İngiltere’nin AB deki rolü birlikte düşünülecek olursa sözü edilen fay hattının görünenden daha derin ve çarpıcı olduğu bir gerçektir. "Kürt sorunun" sınır ötesindeki geleneksel TalabaniBarzani rekabetinin Türkiye içlerine, AKP içlerine, medyaya, dış politikaya, PKK’ya kadar uzandığı, ABD ve İngiltere’nin politikalarını da etkilediği gözden kaçırılmamalıdır. Erdoğan’ın açılım olarak ifade ettiği "Kürt sorununa" yaklaşımı sonuçta üç noktada kilitlenmektedir. Birincisi; serbest yarışmaya dayalı seçim sisteminde bölgedeki en büyük rakibi olan PKK’nın cephe örgütüne etki etme gücünün olmamasıdır. İkincisi; sözü edilen sandıktaki rakibi ile "Kürt sorununu ve dünyayı algılamada" uzlaşmalarının mümkün olmaması. Çünkü Erdoğan yaklaşımı ile ortaya üçüncü bir "dil" çıkarmıştır. Bunlar; devletin dili, Erdoğan’ın dili ve PKK’nın dilidir. Problem iki bilinmeyenden üç bilinmeyen doğru evirilmiş bulunmaktadır. Son olarak; Erdoğan’ın iktidar olarak "devleti" yönetmekte ve uygulamalardaki siyasi sorumluluğunun yol açtığı uzlaşmazlıklardır. Nitekim Erdoğan’ın geçmişte dile getirdiği "devletin tutumuna itiraz" stratejisinin artık işe yaramamasıdır. Çünkü şimdi "o" artık iktidardır ve bir anlamda devlettir. Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmişte "terör" sorunu olarak ifade ettiği konu, hızla Erdoğan’ın "Kürt" ve "Türk" sorunu haline dönüşmektedir. Erdoğan’ın söylemleri ile bir yandan; "Türk" üst kimliğinin savunucularının yer aldığı cepheyi harekete geçirmiş görünmektedir. Yine Erdoğan’ın yaklaşımı "Kürt" cephesinin geleneksel fay hatlarını derinleştirip kafaları karıştırırken, partisinde yer alan ve kendisini destekleyen kitlelerdeki "Türk " alt kimliğindeki fay hattını da harekete geçirmektedir. Bu tetikleme sadece AKP de değil cemaat ve tarikatlarda üstü örtülmüş "etnik" kimliklere ait fay hatlarını da çeşitli şekillerde harekete geçirebilir. Sözü edilen gelişmeler "İslami karakterde" etnik bir siyasi partinin de habercisi olabilir. Bu bağlamda Terörle Mücadele Kanunu turnusol kağıdı gibi bir işleve sahip. Her kesim kendi fay hatlarından korkuyor. Bunun harekete geçmesini engellemekle TMY engellemeyi örtüştürmüş görünüyorlar. 1 Kürt sorunun “İslami” versiyonu için bakınız. MazlumDer, Kürt Sorunu Formu, Ankara, 1992 A oğu ve Güneydoğu Anadolu’da "İslami" tonlu Kürt D milliyetçiliği ile oy toplayan AKP, seçimleri mağdurların müşterek adresi olarak kazandı. Ancak verilen sözlerin gerçekleştirilmemesi, bölgede PKK’nin siyasi cephe konumundaki partilerine olan desteğin giderek artmasına neden oluyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle