Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
28 KASIM 2009 CUMARTESİ 7 Biz organik mankenlerdik Lale Belkıs... Oyuncu, ressam, yazar, şarkıcı ve milli manken... Kendi tarifiyle “çağdaş ve yeniliğe açık bir Cumhuriyet kadını”... Hayatını anlattığı kitabına adını verdiği “İpek Çoraplar”ını giyip podyuma çıkmasının üzerinden tam 55 yıl geçti. Fantezi görünümlü (deyim onun) bu “zor kadın”, sonra hiç ama hiç durmadı. Çılgın bir koşu tutturdu, deliler gibi çalıştı ve ne varsa emeğiyle yaptı. Adeta tırnaklarıyla kazıyarak... Geriye dönüp baktığınızda, ‘keşke’ der misiniz? Olmuş, bitmiş ve yaşanmıştır. Hayatım boyunca yaptıklarımdan asla pişmanlık duymadım. Keza aşklarımdan da öyle... Doğma büyüme İstanbullu ALPER musunuz? TURGUT Evet. Eyüp’te yedi odalı ve benim için dünyanın en güzel evinde doğdum. Babam İsmail Durmaz, Çanakkale Savaşı’nda gazi olan (bir şarapnel parçasıyla bacağından yaralanmış) bir muhabere subayı idi. Annem ise Kolağası Ahmet Kaptan’ın kızı Hacer Durmaz... Anne ve babamın, altıncı ve son çocuğuydum. Gerçek adım Belkıs Durmaz ise, Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsü’ne başlayınca Lale Belkıs’a dönüşecekti. Günümüz mankenleriyle sizi karşılaştırırsak şayet, en bariz fark nedir? Biz organik mankenlerdik, günümüzdekiler ise hormonik mankenler... Gencecik ve çok çok havalı bir kızdım. Bugüne dek rejim bile yapmadım. Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsü’nde eğitim almanın farkını ve onurunu hep yaşadım. Hiç unutmam, ülkemizi ve şaheser kıyafetlerimizi tanıtmak amacıyla Afrika, Avrupa ve Amerika’yı kapsayan bir tura çıkmıştık. Bugün mankenlik çok hafife alınıyor. Devre mülk gibi ilişkiler yaşayan ve haftada bir sevgili değiştirenler, gerçek mankenleri de karalamış oluyorlar. O bugün, yalanlardan, boşa geçen zamanlardan ve sözlerinde durmayanlardan nefret ediyor, belki de bu yüzden Moda’daki evini bir sanat galerisine çevirdi. Çocuk kitapları yazan bir ev kadını, İngiltere’nin en zengin insanı olabilirken Lale Belkıs, yaşamını ancak yaptığı resimlerini satarak sürdürebiliyor. Ama o, her şeye rağmen başını dik tutmayı beceriyor. Lale Belkıs ile aşktan sanata, sahneden podyuma... Resimlerim dışında gelirim yok Yıllar önce Altın Portakal kazanmışsınız ama ödülünüzü alamamışsınız... 1970 yılında senaryosunu Sadık Şendil’in yazdığı, Ertem Eğilmez’in yönettiği “Kalbimin Efendisi”nde, Suna karakterini canlandırmıştım. Bu rol bana, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandırdı. Ama ödülümü alamadım, çünkü aynı tarihlerde Haldun Taner ile birlikte, Atıf Yılmaz’ın “Ölüm Tarlası” adlı filmi için (Falcı Emine’yi canlandırdı) Romanya’da yapılan Balkan Film Festivali’ne gittik. Bükreş’te sosyalizmi gördüm ama Altın Portakal ödülümü hiç göremedim. Sektör kadir kıymet bilmiyor, diyebilir miyiz? Yeşilçam Ödülleri’nde jüri üyesiydim. Ödül gecesi salondaki yerimi aldım, bir de baktım ki hiç alakasız insanlar, koltuklara kurulmuşlar. Bana ise ‘yer kalmadı’ dediler. Açıkçası gücendim. Magazinciler ile “ünlüler” arasında adı konulmamış bir savaş yaşanıyor, sizce kim haklı? Magazinciler haklı... İşin püf noktası yakalanmamakta... Ben hiç yakalanmadım, kimseye açık vermedim. Magazincinin işi bu, seni uygunsuz bir durumda görürse fotoğrafını çeker, haberini yapar. Defile sırasında soyunurken, gerçi korse vardı üzerimde ama bir gazeteci tarafından fotoğrafım çekildi ve ertesi gün Hürriyet Gazetesi bunu kocaman kullandı. Asla niye çektiniz, niye haberini yaptınız demedim. şimdikiler ‘hormonik’ Mankenliğin kitabını yazdım Mankenlik yaparken hiç olumsuz bir durumla karşılaştınız mı? Asla... Ne bir laf işittim, ne de taciz edildim. Sadece alkışlar. Mankenliğin kuralı, taşımaktır. Elbise canlanacak, sen cansızlaşacaksın. Ben mankenliğin kitabını yazdım (bu bir gerçek). Podyumun ardından da tiyatro mu geldi? “Evlilik Dolabı”, “Boeing Boeing”, “Becerikli Kaynana” gibi birçok tiyatro oyununda görev aldım, turnelere çıktım. Sahneye adımımı ilk kez 1962 yılında, İsveçli bir kızı (Ivga) canlandırarak attım. Ya şarkıcılık? Nota, solfej, şarkı çalıştım, şan eğitimi aldım. “Playboy”un da aralarında bulunduğu İstanbul’un en seçkin gece kulüplerinde sahneye çıktım. İngilizce ve Fransızca şarkılar söyledim. Arada Türkçe şarkılar da seslendiriyordum. Pir Sultan Abdal’dan, Karacaoğlan ve Yunus Emre’den söylüyordum. Ama içkili gece kulüpleri zamanla bozulmaya başladı. Bir gün adamın biri sarhoş olmuş, arkadaşlarla sohbet ederken yanımıza geldi ve masaya 100 lira attı. Ve tutturdu, “Konyalı” türküsünü söylemem için... İşte o an karar verdim ve gece kulüplerinde şarkı söylemeyi bıraktım. Şarkılar yazdım, albümler yaptım. Emek Sineması’nda Ajda Pekkan ve Muazzez Abacı ile birlikte konser verdik. Sanat, aşk ile mi beslenir? Elbette. Aşk için bir kitap yazdım, adı da; “Geçerken Uğradım Gönül Bahçesine”... Henüz yayımlanmadı. İçerisinde dizeleri enteresan, sanata dair şiirlerim var. Bir kadının dışa vuramadığı içeride kalan aşk duygularını içeriyor. (Lale Belkıs, 36 yıldır meşhur Ateşböceği Yalçın (Yalçın Otağ) ile evli. İlk evliliğini ise oyuncu Pekcan Koşar ile yapmıştı) Malikanem olurdu “Sevişme sahnesinde yastık kullandık” türü komik açıklamaları nasıl değenlendiriyorsunuz? Ben beyazperde de sanılanın aksine asla vamp ve kötü bir kadın canlandırmadım (güçlü, ayakları üstünde durabilen, cesur ve alımlı kadınlardık, diyor) ancak sinemada yasağım falan da yoktu. Film için gerekliyse şakır şukur öpüşülecek, hatta sevişilecek de... Yastık koymak da neyin nesidir. Kadir İnanır ile çıplak bir sahnemiz vardı, yatağa girmiştik. Oyuncular o noktada birbirlerini obje olarak görürler ve güzel oyun çıkarmaya çalışırlar. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Bazen yazgı, yanlış kurguya giriyor. İnsanlar nankör, hayat ise giderek ucuzluyor. Ben hâlâ Uğur Mumcu ve Olaf Palme için üzülüyorum ve hepimiz adına utanıyorum. Bize güzellikler sunan yaşam için şükretmek yerine biz her şeyi yıkmak için elimizden geleni yapıyoruz. Ama her şeye karşın yine de yaşamı çok seviyorum. Kategorize etmeden, ötekileştirmeden sanata dokunmak Fotoğraf: UĞUR DEMİR KarmaDrama, sanat yoluyla insanlarla buluşup bir paylaşıma ulaşmayı hedefliyor. Bunun da yolunun mutlaka farkındalığa varacağını biliyorlar. Amaç sorgulayabilen, izlediği ya da gördüğü bir sanat eserini doğru yorumlayabilen bireyler yetiştirmek. Toplumsal gelişimin bir ayağının da bu olduğu inancıyla yürüyorlar yollarında. KarmaDrama, Haziran ayında kurulan yeni bir oluşum. Bir kurs değil, atölye. Ayrıca sadece tiyatro değil, görsel sanatların pek çok alanında çalışmalar yapan bütünleşik bir yapı. Kurucuları ZUHAL Togay Kılıçoğlu ve Damla Özen, AYTOLUN tiyatro tutkularını ve biriktirdiklerini paylaşmak adına yola çıkmışlar. Pek çok kursun ve tiyatronun olduğu ortamda “Bizi farklı kılacak olan ne?” sorusundan hareketle de oluşumu şekillendirmişler. “Doğrusunu yapalım, insanlara ulaşalım, yaptığımız sanatla insanlara değelim” düşüncesini düstur edinmişler. Bu sokaktaki bir insan da olabilir, bir tiyatro öğrencisi de ve hatta bir çocuk da. KarmaDrama, şimdilerde eğitim, genç, çocuk, dans ve kitap olmak üzere beş alt ana başlık altında çalışmaları sürüyor. Aslında pek çok düşünceleri de var zihinlerinde filizlenen ancak hepsini faal hale getirdiklerinde çok da büyük bir işe kalkışmış olacaklarının farkındalar. “Bu gömlek büyük gelecek o zaman bize. O zaman hiçbir şey yapamamış olacağız” diyor Kılıçoğlu. Pek çok kurs ya da atölye yalnızca yetişkinlere yönelirken, KarmaDrama çocuklar için tiyatro eğitiminin öneminin farkında. Damla Özen, yıllardır çocuk tiyatrosu ve yaratıcı drama çalışması yapan bir tiyatrocu olarak gözlemlerinden hareketle bu birimle özellikle ilgileniyor: “Çocuklar geleceğin seyircileri olacak. Bizim çocuklarla yaptığımız eğitimin temelini oluşturan şey, onların sanatta seçici olabilme yetisi kazanmaları. Biraz da vitamin takviye programı gibi. Okulla eşzamanlı olarak bir sanat desteği olmalı ki, toplumda sanat kavramının vazgeçilmez olduğu algısı otursun. Bu da atılan temelle ilgili.” KarmaDrama’nın amacı oyuncu, tiyatrocu ya da dansçı yetiştirmek değil. Daha ziyade insanların bilinçli bir şekilde izlediklerini doğru okumasını sağlamak. Kılıçoğlu da “Birer sosyal birey olarak farkındalık sahibi insanlar olunması gerektiğini düşündüğümüz için böyle bir yaklaşım benimsedik” diyor. Sadece çocuklar değil, yetişkinler için de bu amaçla yollarına devam ediyorlar. Özen de, farkındalık kavramının 21. yy’da içinin boşaltıldığı görüşünde. O yüzden de sanata farklı bir bakış açısı kazandırmak öncelikli onlar için. Atölyeye katılım için ne meslek grubu ne de yaş aralığı önemli. Sanat aracılığıyla birine bile ulaşsa KarmaDrama, hedefi tutturmuş görüyor. Özen, “Sanata değebilmeli insan. Çünkü yarın bir gün katılımcı olmak, aktif rol oynamak adına önemli bir adım olacaktır bu. Bizim kaygımız oyuncu ya da tiyatrocu yetiştirmek değil. Paylaşmak ve farkındalık yaratmak” diyor. Damla Hacaloğlu, Gonca Baştuğ, Banu Bayer Özsoy, Şebnem Yüksel, Aslı Bostancı‘nın yapacağı atölye çalışmaları 5 Aralık itibariyle başlayacak. Ayrıca Aralık ve Mart aylarında KarmaDrama’nın profesyonelleri Limonata ve Eşek Arıları adlı oyunları sahneleyecek. Diyaliz merkezinden sahneye Ata Diyaliz Merkezi ile KarmaDrama’nın yürüttüğü AtaDrama, diyaliz merkezi ve ev arasındaki gençlerin döngüsünü kırmak amacıyla yürüttükleri bir proje. Geçen yıl Turgut Özakman’ın oyunundan uyarladıkları “Ah Şu Gençler” oyununu sahneleyen yedi kişilik ekip, bu yıl da Çehov’un dört kısa oyununu izleyiciyle buluşturacak. Kılıçoğlu, “Yaşam alanları iyice daralan gençler için önemli bir çalışma. Sanatla var olma yolunu seçtilerse biz de bu yolda varız deyip desteğimizi koyduk ortaya” diyor. Daha önce yalnızca hasta ve hasta yakınlarına oynarken, artık oyunlarını gişe açarak tiyatro sahnesinden izleyiciyle buluşturabilecekler. “Biz onlarla sanat sayesinde buluştuk” diyor Özen. “Bir şekilde ses olmak gerekiyor. Sadece de tiyatro ile beslenmiyor yaşamları. Birlik olmak ve yaşam alanlarını genişletmek gerekiyor. Tabii en çok da organ bağışının önemini hatırlatmak” diye ekliyor Kılıçoğlu da. KarmaDrama’nın uzun vadede hayalleri büyük bir prodüksiyonla karma bir grup olabilmek. Grupta bir engelli de olabilir, profesyonel bir tiyatro sanaçısı da. Kategorize etmeden, çember dışında bırakmadan, ötekileştirmeden büyümeyi hedefliyorlar. “www.karmadrama.com, 0212 243 26 12) C MY B C MY B