Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 Fotoğraf: VEDAT ARIK 28 KASIM 2009 CUMARTESİ Belgeselin 1001 hali 1001 Belgesel Film Festivali 3 Aralık’ta açılışını gerçekleştiriyor. Festivalde bu yıl kapsamlı bir Küba bölümü de var. Türkiye’nin ilk belgesel film festivali 1001 Belgesel Film Festivali, 411 Aralık tarihleri arasında on ikinci kez dünyanın farklı yerlerinden öyküleri İstanbul GAMZE izleyicisine taşıyacak. Belgesel Sinemacılar Birliği’nin (BSB) düzenlediği ERBİL festivalin açılışı 3 Aralık 2009 Perşembe 20.30’da Cemal Reşit Rey salonunda yapılacak. Festival üzerine Festival Yönetmeni ve BSB Yönetim Kurulu üyesi Bahriye Kabadayı ile görüştük. 1001 Belgesel Film Festivali’nin bu yıl 12’ncisi düzenleniyor. Festivalin nasıl bir birikim oluşturduğunu düşünüyorsunuz? Belgeselcileri bir araya getiren, deney paylaşımı için keyifli ortamlar yaratan, dünya belgesel sinemasını ve belgeselcilerini takip etme, onlarla tanışma fırsatı veren, eğitici coşkulu motive edici ve şenlikli bir buluşmaydı hep. Adı gibi 1001 öyküyü, dünyanın 1001 türlü halini, 1001 masallarını taşıdı 97’den beri. Ve izleyiciye “başka belgeseller” sundu. Televizyonlarda gördüklerinden ya da belgesel diye izledikleri tanıtım filmlerinden, eğitim filmlerinden, propaganda filmlerinden, proje uygulama filmlerinden farklı belgesellerdi bunlar, “sinema” gibiydi, “insanı” anlatıyordu, “insanın doğayla, çevreyle, dünyayla ilişkisini” anlatıyordu... Bugün de “uluslararası bir belgesel film festivali” olarak geçmişinden getirdiği ve geleceğe taşıyacağı bazı kavramlara özel önem veriyor 1001: Bağımsız olmak, kolektif çaba, üretkenlik, çeşitlilikçok seslilik, gönüllü ve aktif katılım, süreklilik, teşvik edicilik, ufuk açmak, sorular sordurmak gibi... Toplumsal hafıza boşluklarının doldurulmasına ve kültürel sürekliliğin sağlanmasına katkı sunmak ise “Yarına Ne Kaldı?” diye yola çıkmış olan BSB’nin ve festivalinin temel amacı. Uyumuyorum, belgesel izliyorum Bu yıl yeni olan ne var festivalde? Konferansla birlikte 9 mekânda etkinlikler yapılacağı için biraz daha yoğun bir içerik söz konusu. Film gösterimleri Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi (Beyoğlu), Muammer Karaca Tiyatrosu (Beyoğlu), Fransız Kültür Merkezi (Beyoğlu), Suna İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi (Beyoğlu), Nazım Hikmet Kültür Merkezi (Kadıköy), Kumabara Sanat (Beyoğlu), Türün Deposu’nda (Tophane) yapılacak. Atölye, ustalık dersi, söyleşi ve seminerler gibi paralel etkinliklerin tümünü Tarihi Sümerbank Binası’na taşıdık. Konferans ise Galatasaray Üniversitesi’nde yapılacak. Film gösterim bölümlerinde, bu yıl başvuran filmlerin içerikleriyle belirlenen yeni bölüm başlıklarımız olacak: “Hayalet mi? Oda Ne?”, “C Yüzü”, “Karşı Masallar”, “Beyoğlu’nda Gezersin”, “Usta’nın Penceresinden” “Küba Belgesel Sineması” vb gibi... Bu yıl bir masterclass (ustalık dersi) var programda: Yunanistan kökenli Fransa’da yaşayan Roviros Manthoulis. Önceki yıllarda Çingeneler: Endülüs’ün Yeni Kastilyalıları adında bir belgeselini göstermiştik. Bu filme ek olarak bazı filmlerini de gösterime sunacağız ve ardından tarihi Sümerbank Binası’nda bir dersi olacak. “Uyumuyorum Belgesel İzliyorum”: Tütün Deposu’nda gerçekleştireceğimiz bu bölümde 5,7, 9 ve 11 Aralık tarihlerinde gece 00.00’dan sabah 06.00’ya kadar belgesel gösterimi yapacağız. Tiyatroda boyunuzun Fırat Tanış, “Geniş Aile” dizisinin Koyu Bilal’i. Ama onu Dilber’in Sekiz Günü, Beyaz Melek, Tramvay, Ihlamurlar Altında, Kin ve Gül, Sır Çocukları ve ALİ DENİZ Yeditepe İstanbul’dan hatırlamak da olası. İstanbul USLU Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü mezunu Tanış, 2009 İsmail Dümbüllü Ödülü’nün de sahibi. Fırat Tanış’ı genelde sert ve kötü adam rollerinde gördük. Koyu Bilal ise bunların tam tersi. Ona göre bu rol daha öncekilerinin bir parodisi, modern bir lümpen edebiyatı. Başarısının sırrı ise ekip çalışması ve işi bilen insanlarla çalışıyor olması. “Geniş Aile” bir yaz dizisiydi, tutuldu. Siz de oradaki ana karakterlerden “Koyu Bilal” ile karşımıza çıktınız. Şimdi yandaşlarınız bile var. Nasıl tuttu bu maya? İnsanlara gerçek geldi bu dizi. Zaten sıcak mahalle ilişkilerini seviyoruz, Perihan Abla ve Bizimkiler de hep böyleydi. Hem orada ciddi bir takım işi var. Ne yapmak istediklerini biliyorlar, inançları da tam. Bu alçakgönüllük değil, işe rengini, zenginliğini veren televizyonda görünmeyenler. Çünkü bu ülkenin dilini iyi biliyorlar. Ben de bu birlikteliğin içinde doğru yerde duruyorum o kadar. ölçüsünü alırsınız Fırat Tanış, “Geniş Aile” dizisinin Koyu Bilal’i. Dizi oyunculuğunda boy gösterse de tiyatroyla bağı daha güçlü, anlamlı. Müziği de seviyor. Tanıyanlar bilir iyi de çalıp söylüyor. Belki bir albümle bile gelebilir ama plan yapmayı sevmediği için onu da hayatın akışına bırakmış. Elbette bu akıntıyla gittiği anlamına gelmiyor, derdi hayal kırıklığı yaşamadan istediklerini yapabilmek. Hayatın insan tarafında duruyor. Hepimizin kalbinin sola yakın olduğunu düşünüyor. tiyatrosundan seçilme, Meddah ve Karagözden... Bu ne kadar bilinçli yapıldı onu bilmiyorum gerçi. İşin tadı da belki buradan geliyor. Tiyatrodan beyazperdeye ve televizyonu geçişin matematiğini kendinize nasıl açıklıyorsunuz? Oyunculuk mesleği üzerine konuşmak gerekirse ki oyunculuk bir meslek mi dersen onu da bilmiyorum. Oyunculuk televizyonda meslekleşti ama bu gerçek. Elbette televizyon daha cazip ama tiyatro sahnesinde bir şey ortaya koymanın anlamı daha farklı. Tiyatro daha namuslu, televizyondaki değil, sinema kimseyi ilgilendirmez demek istemiyorum. Ama tiyatro tadı başkadır, gerçek oradadır. Dizi de reklam arası yapılan bir programın içindesin. Reytingler, reklamlar geliyor ve rekabet işi ticariye boyuyor. Kısacası televizyondaki durumunuzu niteliğiniz belirlemez, ama tiyatro belirler. Boyunuzun ölçüsünü alırsınız. Röportajınıza gelmeden beni uyardılar; “Dikkatli konuş, zor adamdır” diye. Niye? Çok fazla televizyon izlemiş onlar, izlediklerine inanmasınlar. Zira ben hava durumu dahil hiçbir şeye inanmıyorum. Ben hayatımda ters, öfkeli, kızgın olmayan bir insan tanımadım, hepsi insani duygular. Bu yönleri baskın bir role çalışıyorsam, içimden malzememden çıkarıyorum. Demek ki bunlara tutunduğum zamanlar da olmuş. Düz değilim, sıradanlığı sevmem ama sakin de değilim. Herkes kadar sakin herkes kadar öfkeliyim. Zaten hayat keyifli bir yer, ama ona baktığınız yer önemli. Emre Altuğ’dan duyduğumuz “Yani” isimli parça size ait. İlk duyduğumda şaşırmıştım. Ne tiyatro ne de müzikle yaptıklarımı nasıl yaptığımı bilmiyorum, merak da etmiyorum. Hayat planlı ve programlı bir yer değil. Her şeyi bağımsız değişkenler belirliyor. “Yani”yi 15 yaşında yazmıştım, 15 yaşında bir ergenin ruh karışıklığıydı. Şarkıyı yapan biri olarak onun bu kadar beğenilmesi bana tuhaf geliyor. Demek piyasa da içten ve gerçek şarkı yok. Buna şaşırıyorum. Festivalde Küba rüzgârı Bu yıl 1001 Belgesel Film Festivali’nde 50. yılını kutlayan Küba Sinema Sanatı ve Endüstrisi Enstitüsü’nün (ICAIC) ürettiği 1964 ile 2009 arasında gerçekleştirilmiş 12 belgesele yer veriliyor. Festivalde Gloria Argüelles’in yönettiği 2009 yapımı “Siyah ve Beyazda Tarih” (Una Historia en Blanco y Negro) adlı filminin dünya prömiyeri gerçekleştirilecek. Küba belgesel sinemasının yaşayan en önemli yönetmenlerinden Rigoberto Lopez Pego festivalin konuğu olarak ülkemizde olacak. Pego ile sinemaseverler Tarihi Sümerbank Binası ve Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde düzenlenen etkinliklerde bir araya gelme fırsatı bulacaklar. Festivalin bu bölümü Küba Elçiliği ve Jose Marti Küba Dostluk Derneği’nin katkılarıyla gerçekleştiriliyor. Festival’de gösterilecek Küba filmleri arasında konuk yönetmen Rigoberto Lopez’in Küba tarihindeki Çinli göçü ve bunun şu anda Küba’daki yansımalarını ele alan “En uzun yolculuk” (El viaje más largo), Haiti’nin çelişkilerle yüklü başkenti Port Au Prince’i anlatan “Benim Port Au Prince’im” (Puerto Príncipe mío) ve “Afrika, cehennem çemberi” (Africa, círculo del infierno) adlı filmi bulunuyor. Küba müziğinin unutulmaz ismi Omara Portuondo’nun hayatını anlatan “Omara” ünlü yönetmen Fernando Perez’in imzasını taşıyor. Rogelio Paris’in “Biz müziğiz” (Nosotros la música) 1960’lı yılların Küba sokaklarında müziğin izini sürüyor. Lourdes de los Santos’un “Gel Tresero” (Llegó el tresero) adlı filmi ise Pancho Amat’ın konser hazırlıklarını yansıtırken Küba müziği üzerine düşüncelerini paylaşıyor. Seçkinin en ilgi çekici filmlerinden biri Kübalı doktorların Latin Amerika ve Afrika’daki çalışmalarını anlatan “Işık Dağı” (Montana de Luz). Hepimiz öğrenmeliyiz Albüm fikri var mı? Yapmak istediğim bir albüm var ama içinde “Yani” yok. Kafamda akustik bir albüm canlanıyor. Şarkılar ve isim belli ama şu an konuşmak için erken. Dedim ya hayat planlı gitmiyor o yüzden isteğim gerçek olmadan üstüne konuşmamak en doğrusu. Hayata karşı durduğunuz noktanın bir tanımı var mı? İşçi bir anne babanı çocuğuyum. Bir ağabeyim ve ablam var, en küçük benim. İstanbul’u da Kadıköy olarak biliyorum. Ben hayatın insan tarafında duruyorum ve bu durduğum yer fena değil. Hem, hepimizin kalbinin biraz sola yakın olduğunu düşünüyorum. Benim kalbim de herkes gibi sola yakın. Politika ve siyaset farklı. Her eylem farklı siyasi görüşleri ortaya koyar da koymaz ama her eylem politiktir, siyasi değil. Peki, ya aşk nereye düşüyor? Aşk meşktir, tenseldir. Tutkuyu yaşamak, ötesi yok. Görünür olmakla derdiniz oldu mu hiç? Büyüden korkuyorsanız nazar boncuğu takmayacaksınız, inanırsanız kaybederseniz. Bu durumla mücadele ederseniz kendinizi o durumun içinde bulursunuz. Bu da çok tatsız. Bir şeylerin keyfimi kaçırmaması konusunda yapabileceğim şeyler var, öğrendim. Sanırım hepimiz öğrenmeliyiz. Ters olmayan insan tanımadım Oynadığınız karakterde şiddeti çok iyi yansıtıyordunuz. Şimdi tam tersine de iyi hayat veriyorsunuz. Nedir bunun alametifarikası? Yapımcılar haklı ticari sebeplerden risk almıyorlar. Benim de bu zamana gelmiş rollerim arasında feodal düzenin çocuğu, eli silahlı mafyası ve zorbası vardı. Tutup da böyle bilinen bir adamı alıp komediye vermek pek kolay bir şey değil. Benim burada yaptığım fazla bir şey yok aslında. Daha önce oynadıklarımın parodisini yaratıyorum. İronik bir şekilde onlarla dalga geçiyorum. Bu bir tür lümpen edebiyatı. Eğer onu ciddiye alırsanız başka bir şey olur, ondan keyif almaya ve eğlenmeye çalışırsanız da “Geniş Aile.” Dizideki tipler geleneksel Türk C MY B C MY B