Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 28 KASIM 2009 CUMARTESİ Izİzlenim ÜMRAN BULUT ? Tuba Ünsal Bilgi Üniversitesi’nde fotoğraf eğitimi alıyor. Artık dördüncü sınıfta. “Belki de Bu Kalp Seni Unutur mu? bitince yalnızca fotoğrafa yönelirim” diyor. Tabii ki hayat her zaman planlandığı gibi yürümüyor. Uzun süre geleceğini Los Angeles’ta bir yaşama göre planlamış. Ancak işler beklediği gibi gelişmemiş. Yine de denemekten kaçınmıyor. Bu kare de Tuba Ünsal’ın kendini fotoğrafladığı koleksiyonundan... Hermann Nitsch Dirimart’ta Sanatın eline ne malzeme olmadı ki, beden olmasın! İnsan bedeni Rönesans ustalarının nasıl da bağımlı oldukları ve radikal girişimleriyle ele aldıkları bir alandı. Oranı, doğası, teni, başlı başına görsel algının malzemesiydi. Leonardo, Dürer az mı ölçmüşlerdi onu. Kadın bedeni Tiziano’da oldukça alımlı, erkek bedeni Michelangelo’ da olabildiğince hareketliydi… Zaman ilerledikçe bedenin resmedilmesi resimsel amaçtan çıkıp resimsel araca dönüşecek, ilerledikçe varlığı sorgulanacaktı. Öyle de oldu... Resim, bedeni kullanmaktan hiç vazgeçmedi. Savaşta, barışta, erdemi ve vahşeti yansıtan onca görüntüler, varlığına göndermeler yapan felsefeler gibi biçimsel çözümlemelerle zarifini, güzelini, tombulunu ve nicesini kullanan hep resimdi. Daha doğrusu resimi yapan sanatçılardı. Bitimsiz bir dili vardı bedenin, incelenmesi koşulsuz gerçekleşmişti. Hikâyesi günümüze değin uzayacaktı. Öyle de oldu... Adımın altına oyuncu yazılmasını hak ediyorum Babasını kaybetmesi Tuba Ünsal’ın hayatında önemli değişikler yaşamasına sebep olmuş. Artık hayatı başkaları için değil kendi için yaşıyor. “İnsanlar keyifli dakikalar geçirsin diye hayatımın büyük bir bölümünü harcıyorum. Pek özel hayatım kalmıyor, zaten bunun bedelini ödüyorum. O yüzden kimseye bir şey öğretme gibi bir misyonum yok. Birileri beni rol modeli alacak diye kendi hayatımı karartamam” diyor. Tuba Ünsal artık oyunculuk basamaklarını tırmanıyor. Şimdi “Bu Kalp Seni Unutur mu?” dizisinde çevresinde olup bitenlerden bi haber Gülümsün karakterini DENİZ canlandırıyor. Belki canlandırdığı ÜLKÜTEKİN karakterin politik altyapısı pek yok ama Ünsal 12 Eylül’de yaşananlarla fazlasıyla ilgili. Canlandırdığınız karakter oyunculuk anlamında sizi zorluyor mu? Benden çok uzak bir karakter, çünkü apolitik, tek ilgi alanı erkek arkadaşı. Zaman ilerledikçe Gülümsün de çevresinde olup bitenleri yavaş yavaş algılamaya başlıyor. Fakat süsüne püsüne düşkün, saf ve iyi niyetli biri. Sizin politikleşme süreciniz nasıl başladı? Bir de ilk ekran tecrübeniz Bulutsuzluk Özlemi’nin bir klibinde gerçekleşmiş. Onlar da politik duruşu olan bir grup. Lise döneminde İzmir’de okudum ve politikleşme sürecim her genç gibi çok da farkında olmadan başladı. Biraz özenti bir sosyalist duruşuydu galiba. Anarşist bir hal belki ama sadece bir gruba ait olmak istiyordum. Bulutsuzluk Özlemi konserlerine gidip orada pankart açmalar enteresandı tabi ama dediğim gibi olan biten hakkında pek bir fikrim yoktu. Örnek olmak zorunda değilim lar Bana çok yanlış gelen “göz önünde olan insan Siz var. nce düşü bir gençlere örnek olmalı” diye nuz? birilerine örnek olma gerekliliği duyuyor musu tımın haya diye sin geçir alar dakik i keyifl lar İnsan Hayır. tım haya özel büyük bir bölümünü harcıyorum. Pek en kalmıyor, zaten bunun bedelini ödüyorum. O yüzd ri Birile yok. num misyo bir gibi me kimseye bir şey öğret m. tama karar tımı haya i kend diye k alaca li beni rol mode azından Hele babamı kaybettikten sonra; o yaşarken en kız bir eden t dikka üzülmesin diye hareketlerime ı. Dağ çocuğuydum. Çünkü çok hassas ve duygusald en elind tın haya anda Bir ettik. kayb ayda iki ı gibi adam ı cağım maya kayıp gidebileceğini ve hiçbir şey yapa gördüm. O yüzden hiç umurumda değil. en Fotoğraflama tekniğiyle İngilizce olarak çekil çekim hem film Bu ız. aldın rol de de filmin Suluboya ı. hem de hikaye anlamında farklı bir çalışmayd . orum ndırıy canla kızı bir mı Lorella isimli sokak ressa n isteye mek öğren resim aki adınd Lorella’ının Marco er çocukla tanışması ve Marco’nun Lorella’yla berab la’ysa Lorel esi. aşkı, sanatı ve cinselliği keşfetme hikay hayatının aşkı dediği koleksiyoncu bir adamla a karşılaşıyor. Marco da Lorella’ya aşık oluyor; yıllarc bir ı’nın rdağl Haza Cihat esi. hikay aşk bir suz süren umut de Biz tı. anlat l hayali vardı ve bu hayalini bize çok güze ği ona güvenip beraber yola çıktık. Oyunculuk tekni raf fotoğ değil raya kame ü çünk açısından çok zordu çok makinesine karşı oynadık. Genelde yaptığım işe dığım harca emek k yabancıyımdır. Fakat Suluboya, büyü bu da dığın bağır diye lla” bir işti. Sokakta birisi “Lore benim için önemli bir takdir.” Şanslıydım, tırnaklarımda kazımadım İstanbul’a gelişiniz de bu sürecin devamı gibi biraz. Tek başınıza geldiniz. Nasıl şekillendi yaşamınız? İşle ilgili de çok fikrim yoktu. Hayat biraz kendini şekillendirdi. Buraya gelirken “aman ünlü olayım” diye düşünmüyordum. Üniversitede işletme bölümüne girmiştim ama kesinlikle yapamayacağım bir alandı. Sanatla ilgili bir şeyle uğraşmak istiyordum, ailemse sinema ya da tiyatroyla ilgilenmemi istemiyordu. Onlara göre bu geçici bir hevesti. Hem para kazanmak hem de biraz evden uzak kalmak da istedim. İnanın şu anda, neyi düşünerek hareket ettiğimi hiç bilmiyorum. Gençken asi bir tavrım vardı. Sonra zaten annem ve babam da baktılar böyle olmayacak, yanıma geldiler. Artık size tamamen oyuncu diyebilir miyiz? Tabii, adımın altına oyuncu yazıldığında gurur duyuyorum ve hak ettiğimi düşünüyorum. Çok önemli insanlarla çalıştım, iyi projelerde yer aldım. Bir sürü “workshop”a katıldım. “Daha ne yapabilirimi” hep zorladım. Açıkçası kariyerim hızlı gelişti ve üstüne çok fazla düşünmeye vaktim olmadı. Tırnaklarımla bir yerlere gelmiş değilim. Bir anlamda şanslıydım. Yaptığım işi de sevmeye başladım ve ardı ardına teklifler geldi. Sonrasında “bir dakika, neler yapmak istiyorum dediğim” noktaya geldim. O noktaya gelene kadar hiç hata yaptığınızı düşünüyor musunuz? Keşke yapmasaydım dediğiniz bir iş var mı? O kadar çok var ki, mesela kütüphanede çalışıp İstanbul’daki geçimimi sağlamak yerine ben açılışlara katılmayı tercih ettim. İstanbul’daki ilk yıllarımı ve öğrenciliğimi iyi bir şekilde yaşamak isterdim. C MY B C MY B Oyunculuk yapmaya nasıl karar verdiniz? Beni motive eden Vizontele Tuuba’ydı. Çünkü insanlar benim bu kadar büyük bir projede yer almamı istiyorsa demek ki bende bir şeyler görüyorlard ı. Bunun üzerine daha profesyonelce düşünmeye başla dım. Ardından kariyerimi düşünerek adım attığım bir dönem başladı. Gülümsün’ü oynamak için nasıl bir çalışma yaptınız? O dönemde insanların mimikleri, kullandıkları kelimeler bile farklıdır. Sette seksenlere ait dergiler karıştırıyoruz. Zaten o dönemle ilgili araştırmalar yapıyorum. Çünkü bu utanç verici dönemi hatırlamak ve detaylarını öğrenmek istiyorum. Ancak benim karakterimin zaten öyle bir altyapısı yok. Tabi ki ayak ayaküstüne nasıl atılır, dönemin konuşma şekilleri nasıldır, mesela bay bay yerine allaha ısmarladık dersin. “Seti yaptık, kıyafe ti de giydik” demekle olmuyor. 1981’de doğmuş biri olarak benim aklıma kabarık saçlı şarkıcılar, meybuz gibi şeyler geliyor. Bu yapımda işin çok farklı bir boyutunu görü yoruz. O dönemden sizin aklınızda kalanlar nedir? Diziyle birlikte Masumiyet Müzesi’ni okumaya başladım ki o döneme ait bir fikrim olsun. Mese la nişanlı olsalar bile el ele tutuşmanın ötesine geçe meyen çiftler, Meltem Gazozu, Şamdan, Fuaye Resto ranı gibi Olayların üstü çok iyi örtülmüş davetlerin yapıldığı yerler. Orada yaşıyorum gibi geliyor. Çok enteresan nüansları olan bir dönem ama modaya gelecek olursak, bence tek kelimeyle korkunç. Sette her saçım ve makyajım yapıldığında aynaya bakıp “çok kötü görünüyorum” diyorum. Annenize “bunları nasıl giyiyordun” diye sordunuz mu? Annem söylüyor zaten. “Konçlar vardı. Saçlar şöyleydi.” Herkesin bir fikri var tabii. Onlarla sohb et edip dönemle ilgili detayları öğrenmek çok hoşuma gidiyor. Dizide 80’lerde yaşananların detaylı işlenişini gördükten sonra siyasi anlamda değişim ya da keskinleşme yaşadınız mı? O dönemin ne kadar sert yaşandığını biliyordum . Senaryoyu okuyup “gerçekten bu şekilde olaca k mı?” diye sorduğumda, “Evet, kanal da arkamızda, işin bu yönünü insanlara göstermenin zamanı geldi” cevab ını aldım. Bazen sokakta “sizce biraz abartmıyor musunuz?” diyen, o dönemi yaşamış insanlara hayretle bakıyorum. Olayların üstü o kadar iyi örtülmüş ki. Bu yüzden bence “Bu Kalp Seni Unutur mu?” popü ler kültürün iyi bir yansıması. Diziler çok eleştiriliyor ya, alın işte belgesel tadında, izlenebilir bir eğitim progr amı. Abartmıyor musunuz? Performans sanatçıları bedeni kullanıyorlar. Kendilerinden ya da başkalarının bedenlerinden yararlanıyorlar. Müzikle, dansla, hareketli herşeyle, duyguyla yaşamı ve ölümü anlatıyorlar. Beden görüntüleri üzerinde kesip biçmeler dahil, birçok anlatımı sanatın malzemesine dönüştürüyorlar. Gerçeğe o anki gerçeklikle değiniyorlar. Vahşet mi dediniz? Onu da beden üzerinden kolayca gösterebiliyorlar. Tema performans içinde gelişiyor. Kana, kine, kurbana, gözü dönmüşlüğe açılıyor. Açılıyor da açılıyor. Hermann Nitsch de gerçekleştirdiği performanslarında, teatral gösterilerinde ve hazırladığı sergilerinde bedenin ve ruhun ikilemli dünyasına giriyor. Salt görünen gibi onun arkasındaki salt gerçeklerle ilgileniyor. Bedenin ve ruhun mahkum edildiklerini düşündüğü tabulardan arınmalarını anlatyor. Doğumu ve ölümü simgeleştirdiği bazı görüntülerle ve renkle, (kırmızı) anlatan sanatçı, onu aynı zamanda da canlının varoluşunun bir belleteni olarak kullanıyor. “Kırmızı, insanları en çok etkileyen renktir. Çünkü hem doğuşun hem de ölümün rengidir”. Viyana 1938 doğumlu olan Nitsch 1960’lardan beri gerçekleştirdiği canlı performansları ile tanınıyor. Dirimart’ta süren sergisinde sanata bakış biçiminde ‘algısal gerçeklik’ üzerinde çalıştığına tanıklık ediyoruz. Sanatını salt biçimsel kaygıyla üretilen yüzeysel işlevsellikten uzaklaştıran Nitsch, ona beş duyunun etkileşimini, algı yoğunluğu ile gerçekleşen bir bakışın seçtiklerini yüklüyor. Bunlar insanın yırtıcı ve öldürücü varlığına dair görüntüler. Vahşet ve kurban! “Sadece görüntüleri bile yeter.” diyorsanız, performanslardaki durumu, canlı olanı düşünün… Sergideki vahşet içerikli beden fotoğrafları, kurbanlar ve soyut resimler arasında dolaşırken bunalacaksınız, “tiksindirici” de diyeceksiniz. Ama bu gerçeğe eninde sonunda ve de sanatsal bir sunumda şahit olmanın dramatik ortamını unutmayacaksınız. Tabii Hermann Nitsch’i de. Sergi 5 Aralık 2009’a kadar sürecek.