20 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 28 KASIM 2009 CUMARTESİ Safranbolu’dan Yunanistan’a dostluk kapısı Her mekânı diğerlerinden farklı kılan, mimari özelliklerinin yanında ona kimlik ve kişilik kazandıran olmazsa olmaz değerler; binlerce yılda oluşmuş, tarihin derinliklerinden süzülüp HAYRİ gelen yaşanmışlıklar, sevinçler, hüzünler ARSLAN ve ayrılıklar ile öykülerdir. İçlerinde bunlardan izler taşımadığı ya da bu izler silindiği zaman yapılar kimlik kazanmazlar. Değirmenci Konak, 1800’lü yılların ikinci yarısında Rum ve Türk ustalar tarafından yapılmış, UNESCO Dünya Mirası tescilli bir kültür varlığı. Konağın restorasyon sürecinde şehrin zanaat erbabının önemli bir kısmını oluşturan 2700 Rum, mübadele yıllarında Yunanistan’ın muhtelif kentlerine göç etmişler. 1926 yılına kadar değirmencilik ve kerestecilik ile uğraşan Testempasis ailesine ait olan konak daha sonra üç defa el değiştirip üzerine bir de yangın tehlikesi atlatmış, sağı solu örselenip yaşama alanı olan hayatı, araba garajı olarak bile kullanıldıktan sonra terk edilmiş, tamamen çökmek üzereyken 2003 yılında Servet Erkenez ailesince satın alınmış. Başta Servet Erkenez hanım ve aile bireylerinin desteğiyle kültürel mirasımızı gelecek kuşaklara sağlıklı olarak emanet bırakmak amacıyla yaklaşık 2 yıl süren zorlu bir restorasyondan sonra koruma altına alınmış ve dünya mirasına kazandırılmış. Kapılar hep var olacak; zaman zaman kapanmak zorunda kalsa da hep açık bırakılacak. Mübadele yıllarında Safranbolu’dan göç edip Yunanistan’ın Skidra şehrine yerleşen Testempasis ailesi Kıranköy’deki evlerinin bugünkü sahipleri tarafından satın alınması ve konağın tarihçesinin araştırılması sonucu birbirlerini hiç tanımasalar da Safranbolu’yla ve baba ocağıyla yeniden tanışıp kucaklaşmışlar. Skidra kasabasına yapılan karşılıklı ziyaretler sonrası yaşanan geçmişten gelen, kültürel mirastan doğan benzerlikler ve karşılıklı gelip gitmelerin artması her iki kasabanın sakinleri arasında dostlukların kurulmasına sebep olmuş. Sarkis altın iskeleyi külliyeye kurdu Bir Mimar Sinan yapısı olan Validei Atik Kulliyesi’nin kurtarılması için ilk adımı Sarkis attı. Sanatçı, külliyenin odalarından birine kurduğu “altın iskele” ile restorasyon sürecini başlatmış oldu. Altın varakla kaplı bu iskele, Mimar Sinan’ın ruhuna da bir saygı niteliğinde. Üsküdar’ın neredeyse tam ortasında etrafı kişiliksiz yapılarla çevrilmiş bir Mimar Sinan yapısı var. Çoğumuzun bilmediği, kimilerinin de Toptaşı ESRA Cezaevi olarak tanıdığı ALİÇAVUŞOĞLU bu anıtsal yapılar topluluğu,Validei Atik Külliyesi, 2003 yılından bu yana Marmara Üniversitesi’ne tahsis edilmiş durumda. Restorasyon projesi tamamlanan bu yapının kullanıma geçmesi için 25 milyon dolara ihtiyaç var; ancak ön çalışmalar için 5 milyon dolar yeterli görünüyor. Sultan Murad’ın annesi Nurbanu Valide Sultan tarafından 15701579 yılları arasında, tasarımı Mimar Sinan tarafından yapılan Validei Atik Külliyesi’nin kurtarılması ve Marmara Üniversitesi bünyesinde eğitimöğretim işlevi ile tekrar eski günlerine dönmesi için bu restorasyon çalışmasının en kısa zamanda başlaması gerekiyor. Elbette Külliye’nin bir Mimar Sinan yapısı olması son derece önemli ve hem sanatçılar hem de akademisyenler bu yapının kurtarılması için destek olmaya hazırlar. Bu desteğin ilk adımı ünlü sanatçı Sarkis’in Külliye’nin odalarından birine kurduğu “iskele” ile başladı. Sarkis’in “Altın İskele” adını verdiği yerleştirme pek çok anlam ifade ediyor kuşkusuz. Bir anlamda sanatçı restorasyon sürecini bu kurduğu simgesel ama gerçek iskele ile başlatmış oluyor. Altın varakla kaplı bu iskele yapının ruhuna, geçirdiği evrime ve tabii ki Mimar Sinan’a bir saygı niteliğinde. İskele mesaj iletiyor Sarkis, Külliye’nin odalarından birine yerleştirdiği bu sessiz ama güçlü yerleştirmesi ile bir kültürsanat mekânına dönüştürülecek yapıya ilk “taşı” koymuş oluyor. Restorasyonun ardından Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından kullanılması planlanan bu yapının ilk adımının Sarkis tarafından Göç anıları Erkenez ailesi Yunanistan’a davet edilişlerini ve gidişlerini büyük bir heyecanla şöyle anlatıyor: “2006 Altın Safran Film Festivali sırasında Yunanistan’ın Skidra kasabasından gelen Testempasis ailesiyle Ahmet Gülmez’in sayesinde tanıştık. Ahmet geziye gelenlerin ailelerinin yaşadığı sokakları ve evlerini bulmaları için adeta kendini paralamıştı. Dostane ve samimi geçen sohbetin üzerinden bir ay geçmeden kendimizi bir anda Selanik’te buluverdik. Selanik garında uzaktan dost gülüşüyle Yannis bekliyordu. Garda bir gayfe içimi soluklanmanın ardından kendimizi hemşerilerimizin yoğun olarak yaşadığı Skidra kasabasının Safranbolu sokağında buluverdik. Şaşırmamak elde değil, ne kadar da bize benziyorlar, hatta şiveler bile aynı bu kasabada, herkes birbirine selam veriyor, hoş geldin diye kucaklıyor. Büyükanne Fanni Teyze’nin (çok iyi Türkçe konuşuyor) kapısını çaldığımızda neredeyse tüm aile kapıdaydı. Kısa bir hasbıhalden sonra Fanni Teyze’nin hazırladığı kuş sütü eksik sofraya buyur edildik. Salonun bir köşesi Safranbolu’dan gitme eşyalarla dekore edilmişti. Bizim arşivimizde bile olmayan Türkçe müzikler yemeğe eşlik ediyordu. Sofrayı Safranbolu’ya özgü bütün et, karnıyarık, köfte, kuşkonmaz, börek çeşitleri, salatalar, zeytinyağlılar süslüyordu. Soluklanmadan geçen sohbetlerin ardından bütün kasaba neredeyse soluğu Fanniler’de almıştı. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar hatta yol yorgunu olmasak da sabaha kadar sürecek olan aile ve göç anıları heyecanla anlatılmaya başlandı. Ailenin bütün hayat hikâyesini aileden biriymişçesine öğrendik. Mübadele sırasındaki uzun göç hikâyesini dinlerken bir çeyiz sandığı dolusu fotoğraf albümüne baktığımızı hatırlıyorum. Arada Teodora’nın Yunanca ne diyor ne diyor diye heyecanla Fanni’nin sözünü kesmesi ve Safranbolu’yla ilgili bütün detayları öğrenmek istemesi ve 3 günlük bu ziyarette yaşadığımız bu sevgi selinin kâğıda dökülerek değil, ancak görüp yaşayarak anlaşılabileceğini biliyorum. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar sevgiyle karşılandığımızı hatırlamıyorum...” (www.degirmencikonak.com) yapılması hem sanat ortamı adına, hem de gerekli bütçenin oluşturulması için kamuoyu desteğinin sağlanması açısından son derece önemli. Sarkis’in “Altın İskele”si Sinan’ın yapısına müdahale etmeyen, onun eşsizliği karşısında saygıyla eğilen ve gerekli desteğin verilmesi mesajını ileten nitelikte. Sarkis’in “Altın İskele” ile verdiği destek, Fakülte dekanı Prof. Nazan Erkmen ve restorasyon projelerini büyük bir emekle ortaya çıkaran ve aynı zamanda serginin küratörlüğünü de üstlenen Ayşe Akyıl’ın yanı sıra Afife Batur’un başkan olduğu, Zeynep Ahunbay, Nurhan Atasoy, Baha Tanman ve Cengiz Bektaş gibi akademisyenlerin yer aldığı Bilim Kurulu’nun yıllardır süren çabalarının somutlaşması için büyük katkı sağlayacak… Validei Atik Külliyesi, dönemin önemli sultan külliyelerinde kullanılmış olan kapsayıcı bir niteliğe, programa sahip. Cami ve medresenin merkezini oluşturduğu ve bunun çevresine yerleştirilmiş tekke, sıbyan mektebi ve hamam ile birlikte kervansaray, darülhadis, darülkurra, aşhane, tabhane ve darüşşifanın yer aldığı özgün bir yapı kompleksi… Külliyenin önemli parçalarından biri olan darüşşifa yani hastane ise dönem dönem değişen işlevi ile müthiş bir kültürel belleğe sahip. Örneğin, 1870’lerde İstanbul’da başgösteren kolera salgını sırasında yapı önemli bir rol üstleniyor. Bu tarihten sonra ise Osmanlı Dönemi’nin ilk akıl hastanesi olarak Mazhar Osman başkanlığında hizmet veriyor. 1935’te tütün bakım atölyesi olarak kullanılan yapının darülhadis ve darülkurra grubu ise Toptaşı Cezaevi olarak işlev görmüş. Cezaevi olduğu sırada burada Yılmaz Güney, Nâzım Hikmet, Çetin Altan, Can Yücel, Rıfat Ilgaz gibi isimlerin kalmış olduğunu ekleyelim. Validei Atik Külliyesi’nin kurtarılması çok ama çok önemli. Herkesin, kültürel mirasa saygı duyan herkesin manevi desteği yapının bir kültür sanat ve eğitimöğretim kurumu olması yolunda önemli. Sarkis ilk adımı “Altın İskele”si ile attı; devamının gelmesini hep beraber bekliyoruz, umut ediyoruz. esraali@yahoo.com Türkiye’yle rüyamda tanıştım Oyunları Türkiye’de de sahnelenen, kitapları Türkçeye çevrilen İzlandalı yazar Vala Thorsdottir, İstanbul’a ilk geldiğinde büyülendiğini söylüyor: “Adımdan da kaynaklı olarak sanki her yerden bana sesleniyorlardı ‘Val(l)a’ diye. Aşık oldum ülkenize, insanlarına.” Her yazarın bir hikâyesi vardır elbette, yazması gerektiği... Gizemli ya da değil. Zor ya da kolay. Kısacası dinleyende hikâyesi “şaşkınlık” yaratan İzlandalı yazar Vala Thorsdottir ve kitabı Türkçe’ye kazandıran Eylül Üniversitesi OĞUZ Dokuz Güzel Sanatlar Fakültesi YILDIZ Dekanı Prof. Dr. Semih Çelenk’le İzmir’de bir araya geldik. Birçok oyunu İzlanda Devlet Tiyatrosu’nda, Avrupa’nın birçok ülkesi ve Türkiye’de sahnelenen Thorsdottir’le dilimize çevrilen ve aynı anda piyasa çıkan iki kitabını, onu yazarlığa sürükleyen ilginç hikâyesini konuştuk. İzlandalı bir yazar olarak Türkiye’ye ilginiz nasıl ve neden gelişti? 18 yaşımda “çok özel” bir rüya görmüştüm. İstanbul üzerinde uçuyor ve Türkçe konuşuyordum. O güne kadar ne Türkiye’yi ne de Türkçe’yi biliyordum. Türkiye’yle tanışmam rüyamda oldu. Ve yıllar sonra bu rüya gerçeğe dönüştü. 2000’lerin başında Finlandiya’da yapılan bir festivalde İzmit Şehir Tiyatrosu’ndan arkadaşlarla tanıştık. Sonra dostluklar gelişti, büyüdü. Bunların arasında Mutluluk Müziği’nin çevirmenliğini yapan Semih Çelenk de vardı. Sonrasında İstanbul’a geldim. Abartısız aşık oldum şehrin seslerine, müziğine, renklerine, karşıtlıklarına. Büyüledi beni bu şehir. Adımdan da kaynaklı olarak sanki her yerden bana sesleniyorlardı “Val(l)a” diye. Aşık oldum ülkenize, insanlarına... Yeni iki kitabınızdan önce dilimize çevrilen ilk çalışmanız İzlanda Oyunları 1’den söz eder misiniz? İlk kitabım İzlanda Oyunları (1)’in de çevirisi, Çelenk ve Ayşe Üner tarafından yapılmıştı. Üç ayrı öykünün anlatıldığı kitap, toplumsal sorunları, ruh sağlığını yitirmiş bir kadının bireyinde irdeliyor. Depresif atakları nedeniyle bir ‘deli’ olduğuna inanılan kadına kimse dokunamaz; kadın yaşamda girmeyi başarmış ilk kadınlardan biri. Kendini bir feminist olarak değil hümanist olarak tanımlayan bir kişilik. Kitaplarındaki öyküler ülke çapında hararetli tartışmalara yol açmış, partilerde, otobüslerde, sokaklarda her yerde bunlardan söz edilir olmuş. Toplumun anlamsız bir gösteriş ve tüketim merakı içinde olduğu dönemde, o yaşamın en önemli değerlerinden sevgi ve saygı gibi kavramları insanlara yeniden anımsatmak için harekete geçmiş. Svava eserlerinde toplumu oldukça sert bir dille eleştirerek sorgulamayı başlatmış yapıtlarında. Öyle ki bu sorgulamaların ardından, dostluklar bozulmuş, çiftler boşanmış. Svava’nın güçlü kalemi ve göndermeleri sayesinde yaşamları değişenler ve hayal kırıklığına uğrayanlardan tehdit bile almış o dönemde yazar. İşte böyle büyük bir edebiyatçının ardından, öyküleri 40 yılı aşkın bir süre önce yazışmış ve o günden bu güne değişen birçok şeyin olduğu toplumumuzda ben de bazı oyunları güncelleyip, hala geçerli tespitleri ve savunusu olanları ayırdım. Geleneksel ve modern toplumlardaki kadınların gelgitlerine yer verdim. Kendi kişiliğinize sahip çıkın ve ayaklarınız üzerinde durun, dedim. Mutluluk Müziği kitabınız diğer ikisinden farklı olarak kısa öykülerden oluşuyor. Evet, “Mutluluk Müziği / Kısa Kısa Öyküler” farklı bir çalışmam. Soyut, kısa kısa öykülere yer verdim bu kitabımda. Nesnelerinden hikayelerini anlattım, onların gözünden kurdum cümlelerimi. Kısacası soyut ve fantastik öyküler. Nesnelerin gözünden “sevgiyi unutmamamız”ı anımsatan öyküleri kaleme aldım. Bu kimi zaman bir tartının, kasetin ya da anahtarın öyküsü olarak yer aldı sayfalarda. Türkiye ile ilgili görüşleriniz nelerdir? Ben her yeni gelişimde daha fazla tanıyorum Türkiye’yi. Birçok düzlemde bir baskı olduğunu düşünüyorum. İfade özgürlüğü var ancak değişkenlikler gösteriyor. Kadının da yüzeyde bir özgürlüğü var kanısındayım. Gerçekte de o kadar geniş bir özgürlük değil bu. Türkiye, büyük bir ülke ve birçok bölgeden oluşuyor. Etnisiteler de belki bu görecelik ve gerilimler de etkili. Kısacası etnisite ya da farkılıklardan dolayı bir ulus için şu şurdan bu burdan geliyor denirse tehlikelidir. Ayrımcılığın ciddi tehlikeler yarattığı da su götürmez bir gerçek. Elbette kaynaşma ve birliktelik uzun zaman alır. Biz İzlanda’da 300 bin kişiyiz, neredeyse hepimiz akrabayız! Sanatın kaynaştırma ve birliktelikte çok güçlü bir harç olduğunu düşünüyorum. üstünlük kurar; bu delice üstünlük oyunun temel ironisidir. Teleskop, sistemin otomatikleştirdiği, tekdüzeliğe çevirdiği insanların gerçek bir kurtuluşunun olamayacağını gösteriyor. Bildiğiniz Şeyler, boşanmış, 30 yaşlarında bir kadının bunalımlarını, uyumsuzluklarını anlatıyor. “Dul” olmanın zorunlu toplumsal rolü içinde dul kadınlar için yaratılan ‘açık pazar’da seçilmeyi bekleyen bir ürün haline gelen kadının ironik öyküsü. Bu kitapta yer verdiğim üç ayrı öykü ‘Cafe Tiyatro’ türünde dünyanın birçok ülkesinde de oynandı. Kadın öykülerini anlattığım bu oyunlar, birçok uluslararası festivalde de ödülle taçlandırıldı. hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk, Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım, Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur, Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ, Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64, Reklam: Cumhuriyet Reklam, Genel Müdür: Özlem Ayden, Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal, Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya, Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı, Tel: 0 212 251 98 7475, 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri İzlanda Oyunları 2 ve Mutluluk Müziği devam niteliğindeki kitaplar mı yoksa sizin için farklı bir tarzın mı işaretleri? İzlanda Oyunları (2), ilk kitabım gibi oyunla ilgili. Mutluluk Müziği farklı bir tarz içeriyor. Kitabımda ana izlek kısacası kadın. Oyun iç içe harmanlanmış beş kadın öyküsünü içeriyor. Tuhaf kadınların, sıra dışı korku hikâyeleri... Kısacası ana izleği kadın olan bir tür absürd tiyatro örneğini içeriyor. 2005’te İzlanda Ulusal Tiyatrosu’nca edebiyatımızın önemli kalemlerinden Svava Jakobsdottir’in beş ünlü öyküsünden yola çıkarak oyun yazmam istendi. Oyun onun anısına sahnelecekti ve o dönemde yaşamını yitirmişti Jakobsdottir. Çok önemli bir projeydi benim için, inanılmaz heyecanlanmıştım. Düşünsenize İzlanda kadın hareketinin öncülerinden, parlamentoya Kişiliğinize sahip çıkın
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle