23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hazırlıklı olmak CEM SUNGUR H1N1 giderek günlük yaşantımızın bir parçası haline geliyor. Enfeksiyon yüzde 10’lar kuralına göre seyrini sürdürüyor. Yani hastalananların yüzde 10’unda hastaneye yatış gerektiren komplikasyonlar gelişiyor, hastaneye yatırılan hastaların yüzde 10’u da, özellikle akciğer komplikasyonları nedeniyle yaşantısını kaybediyor. Bu nedenle ciddiye alınması gereken bir enfeksiyon olduğunu her gün bir kez daha kanıtlıyor. Tartışmalar adjuvanlı ve adjuvansız aşılar konusunda yoğunlaşırken bazı önemli bilgiler gözden kaçırılıyor. Bu bilgilerin hepsi bilimsel araştırmalardan geliyor. Bir yüzyıl içinde gelişen bu dördüncü influenza pandemisi de bilim insanlarına önemli bilgiler sağlamaya devam ediyor. 2009 yazında elde edilen veriler H1N1 virüsünün insanların bağışıklık sistemi için tümüyle yabancı olmadığını ortaya koydu. Birçok uzman, yaşamakta olduğumuz salgının, 1918’deki tarihi İspanyol Gribi pandemisinin dönemsel alevlenmelerinden biri olduğuna hemfikir. H1N1 salgınıyla ilgili ilk veriler Amerika Birleşik Devletleri’nde kesin tanı konulan hastaların yüzde 79’unun 30 yaşından genç ve sadece yüzde 2’sinin 65 yaşından büyük olduğunu ortaya koydu. Bunun üzerine Centers for Disease Control (CDC) 1880 ile 2000 yılları arasında yaşamış yüzlerce insanın serumlarını inceledi. 60 yaşın üzerindeki bireylerde çok güçlü, 30 yaşından genç olanların ise yüzde 69’unda H1N1’e karşı bağışıklık saptandı. Bunun için toplumda H1N1’e benzer influenza virüsleri ile daha önce karşılaşılmış olduğu belirlenmiş oldu. En genç yaş grubunda yer alan bireylerin ve çocukların ise kanlarında H1N1’e karşı bağışıklık maddesi bulunmuyordu. 1997 yılında Taubenberger 1918 yılında dünyanın en ölümcül pandemisini yapan virüsün yapısını tam olarak ortaya koydu. Daha sonraki araştırmalarında da,1957 yılında salgın yapan H2N2, 1968’de yayılan H3N2 ve günümüzdeki salgının etkeni olan H1N1 virüslerinin hepsinin aslında 1918 salgınını yapan virüsün yavruları olduğunu ve hepsinin birbirleriyle ilişkili olduğunu kanıtladı. Bu yakın aile bağları sayesinde günümüzdeki H1N1 enfeksiyonu bu kadar az hasar veriyor. Yine bu aile bağları nedeniyle olağan dozda virüs proteini içeren ama adjuvan içermeyen aşılar, etkili ve yeterli bir şekilde bağışıklık sağlıyorlar. Her salgın hastalıkta olduğu gibi, belirsizlikten ve kaygılardan kaynaklanan tepkiler de biz sağlık çalışanlarının günlük işlerinin bir parçası haline geldi. Kaygılı ebeveynler, tanı konulan eşini eve almak istemeyen eşler, evde kalması gereken çocukları konusunda çözüm geliştiremeyen çalışanlar ve tanı konulunca panik yaşayan insanlar günlük çalışma hayatımızın bir parçası haline geldi. İnfluenza A H1N1 alışageldiğimiz günlük düzenin dışına çıkmamıza yol açtıkça ve belirsizlikler yaygınlaştıkça insan davranışları da değişiyor. İnsanoğlunun “salgın” adı verilen kaos karşısında nasıl davrandığını yorumlayan değerli yapıtlar var. Thomas Mann’ın Büyülü Dağ’ı yüzyılın başında insanlığı derinden etkileyen tüberkülozu konu ediyor. Varoluşçuluğun başyapıtlarından olan Veba, Albert Camus’nün en önemli eserleri arasında. Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk’un Beyaz Kale adlı romanında da Ortaçağ İstanbul’undaki salgından izler bulabilirsiniz. 1998 Nobel ödülü sahibi Jose Saramago’nun Körlük adlı eseri roman ve film olarak raflarda sizleri bekliyor. Salgına hazırlıklı olmak için; sağlık ve sağlık sistemi alanlarında söz sahibi olanların bilimsel gelişmeleri yakından izlemesinde, toplumsal ve bireysel tepkileri anlamak için de edebi eserleri okumalarında yarar var. cem.sungur@anadolusaglik.org 14 KASIM 2009 CUMARTESİ 5 Her çocuğa eşit fırsat Zengin deneyimler zengin beyinler üretir. Hayatın ilk üç yılındaki olumsuzluklar çocuğun gelişimini yavaşlatır. Her çocuğun hayata eşit başlayabilmesi için okulöncesi dönemde eğitim alması şarttır. Çocuklar neyazık ki hayata eşit başlayamıyorlar. Çocukların eğitim başarılarını engelleyen nedenler, erken FİGEN yaşlarda oluşuyor ve edilmezse ATALAY müdahale yetişkinlikte de devam ediyor. Dezavantajlı konumdaki çocuklar erken yaşlarda destek almadıkları sürece okula başladıklarında akranlarından geri kalıyor. Çok sayıda olumsuzluğa maruz kalan çocuklar, yüzde 90 hatta yüzde 100 oranında bilişsel, dil ve duygusal açıdan gelişim riski ile karşı karşıya bulunuyor İlk Adım Projesi, Milli Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi Genel Müdürlüğü, Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) ve Türkiye Vodafone Vakfı işbirliği ile gelişimlerinin en kritik olduğu okul öncesi döneminde her çocuğun okula gitme hakkı olduğundan yola çıkılarak hazırlandı. Proje, çocukların potansiyellerinin en üst noktasına ulaşabilme ve daha da ötesi onlara hayata eşit başlayabilme hakkını sağlamayı hedefliyor. Bu amaçla 18 ilde, AÇEV uzmanlarının gözetiminde, 180 ana sınıfı kurulacak. Bu sınıflarda her yıl 3 bin 600 çocuğa ve 3 bin 600 aileye eğitim verilecek. 18. ayda oluşan farklılıklar ? Çocukların eğitim başarılarını engelleyen nedenler erken yaşlarda oluşur ve müdahale edilmezse yetişkinlikte de devam eder. ? Dil becerileri arasındaki farklılıklar ailenin eğitim düzeyine bağlı olarak 18. aydan itibaren kendini göstermeye başlar. ? Ailesi yüksek eğitim almış üç yaşındaki bir çocuğun kelime bilgisi, ailesi liseyi bitirmemiş bir çocuğunkinden 23 kat fazladır. ? Dezavantajlı konumdaki çocuklar erken yaşlarda destek almadıkları sürece okula başladıklarında akranlarından geri durumdadır. ? Nörobilim, ekonomi ve davranışsal bilimlerde yapılan araştırmalara göre, çocuğun gelişiminde 06 yaş arası en kritik dönemdir. ? Hayatın ilk yıllarında beyinde her saniyede 700 yeni nöron bağlantısı olmaktadır. ? Beyindeki bağlantılar yüzde 3060 oranında “kalıtıma’’, yüzde 4070 oranında “çevresel’’ etkilere ve “eğitim’’e bağlı olarak oluşur. Saniyede 700 bağlantı çocuğun gelişimini yavaşlatır. ? Yoksulluk, annebabadaki akıl hastalıkları, kötü muamele, yalnız ebeveynler, bilgisiz anneler, çocukların gelişiminde kötü etki yaratır. ? Çok sayıda olumsuzluğa maruz kalan çocuklar, yüzde 90 ile yüzde 100 oranında bilişsel, dil ve duygusal açıdan gelişim riski ile karşı karşıyadır. Olumsuzluklar gelişimi yavaşlatır ? Hayatın ilk üç yılındaki olumsuzluklar ? Erken yaşlardaki deneyimler, insanın yaşamı boyunca öğrenme becerilerini ve davranışlarını belirler, sağlığını etkiler. ? Çocukluktaki önemli sıkıntılar, yetişkinlikteki diyabet, hipertansiyon, felç, obezite ve kanser gibi sağlık sorunları riskini artırır. ? Çocukluğunda çok sayıda ciddi olumsuz deneyimler yaşamış kişilerin kalp hastalıklarına yakalanma olasılıkları üç kat fazladır. Üç kat daha fazla hastalık riski Savarona’yı gezdiler Özel MEF Bahçeşehir Anaokulu öğrencileri, Atatürk’ü anma etkinlikleri çerçevesinde Savarona’yı gezdiler. Geminin Süvarisi Turgut Varişli, çocuklara gemiyle ilgili bilgiler verdi. Süvarinin verdiği bilgileri dikkatle dinleyen yarının büyükleri, ortak çalışmaları olan Savarona kolajını Kahraman Sadıkoğlu adına, Süvari Varişli’ye teslim ettiler. Bahçeşehir Anaokulu Müdürü Başak Gezer, Savarona gezisini anaokulu öğrencilerinin ısrarla istediğini belirterek, “İlginçtir ki, Savarona’nın ziyaret edilmesini öğrencilerimiz ısrarla istediler. Atatürk hayranı çocuklarımızın bu talepleri, doğrusu okul yönetimi olarak bizi çok duygulandırdı” dedi. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde bir güvenlik görevlisi “siz kimsiniz, neyinizi koruyacağım?” diye soruyor öğrencilerden Ezgican Küreli’ye. O da DENİZ önceki gün güvenliğin “ben bu ÜLKÜTEKİN söylediği üniversitenin öğrencilerini kucağımda taşıdım, yine taşırım” sözlerini hatırlatıyor. Aldığı cevap gayet net; “çok meraklıysan kucağımda taşırım seni.” Taciz kadınların günlük hayatta yaşadığı en büyük sıkıntılardan biri. Sırf bu olayı yaşamak değil, birilerine anlatmak, yardım istemek de zor. “Yanlış anlaşılırım, yardım bulamam” korkusu birçok benzer olayın örtbas edilmesine sebep oluyor. Ancak Ezgican Küreli işin peşini bırakmaya pek niyetli değil. Arkadaşlarıyla birlikte örgütlenerek kampusta bir eylem düzenlediler. Ardından resmi bir dilekçeyle güvenlik görevlisini üniversite yönetimine şikayet ettiler. Elbette bu Cinsel taciz ‘okullu oldu’ süreç İstanbul Teknik Üniversiteli kadınlar için kolay olmamış. Ezgican’ın dediğine göre üniversitenin tüm kampuslardan sorumlu güvenlik şefi araya girerek tarafların arasını bulmaya, arkadaşının sözlerinin yanlış anlaşıldığını kanıtlamaya, yani olayı her zamanki gibi örtbas etmeye çalışmış. Hem de “sizin de başınız ağrır” gibi uyarı kılığındaki tehditler eşliğinde. Konuşmamız sırasında bir başka kız öğrenci yanımıza gelip yine kampus içinde yaşadığı bir olayı anlattı. Hava karardıktan sonra kampustan çıkarken motorlu birkaç kişi kendisinin yolunu kesmiş, Üniversite yönetiminin olay hakkındaki yaptırımı kampustaki karanlık bölgelere daha fazla ışık yerleştirmekten ibaret olmuş. Ezgican’a göre şimdi üniversite yönetimine önemli bir görev düşüyor. Çünkü olayın içindeki güvenlik herhangi bir taşeron firmanın değil İstanbul Teknik Üniversitesi’nin özel güvenliği. Bu yüzden sırf güvenliği görevden almanın ya da görev bölümünü değiştirmenin yeterli olmayacağını söylüyor. Eyleme katılan kadınların ortak görüşü yaşanan olayların yaşanan olayların benzerliği, çokluğu ve kanıksanmış hale gelmesinin en büyük sebebi personel için kadının taciz edilmesin normal bir durum olarak algılanması. Bu tip olayların üzerine gidilmedikçe de bu yargının değişmeyeceğini düşünüyorlar. Taciz bir anda ortaya çıkan bir durum değil. Ezgican geçen yıldan beri güvenlik görevlilerinin kız öğrencilere saldırgan hitap şekillerinin, çanta aramalarında zorla eşyalarına el konulmasının önüne geçilemediğini söylüyor. Dönem başından beri gittikçe daha saldırgan hale gelen iki güvenlik görevlisi hakkında defalarca şikâyet alınmasına karşın bir yaptırım uygulanmaması da ona göre taciz olayının yaşanmasına sebep olmuş. Öğrencilerin dikkat çektiği bir başka konuysa bu yaşadıkları olayların YÖK’e karşı yapılacak eylemin duyurularının yapıldığı sırada yaşanmasının manidarlığı. Üniversitede ya da başka bir yerde taciz kadınlar için var olan büyük problemlerden biri. Ancak rakamları duyunca yine de insanın inanası gelmiyor. Uludağ Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmanın sonuçları kadın öğrencilerin yüzde 86’sının cinsel tacize uğradığını söylüyor. Bu olayların yüzde 7’siyse fiziksel tacizler. Kampus içinde yaşanan tacizlerin sorumluları olarak üniversite çalışanları, yani memur, şoför ya da jandarmanın payıysa yüzde 54. İTÜ’lü kadınlar kararlı. Tacizci güvenlik görevlisi okuldan gidene kadar mücadeleden vazgeçmeyeceklerini söylüyorlar. Ancak söz sırası artık üniversite yönetiminde. Ya da olayın üzerine gidip yaşanan olayın sorumlularına gereken yaptırımları uygulayacak ya da denildiği gibi gerçekten bir yanlış anlaşılma varsa sorumlularını cezalandıracak. Fotoğraf: CİHAN ORUÇOĞLU C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle