Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema VİZYON ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? (Totally Spies) Pascal Jardin’in yönettiği ve Cansu Dere, Melisa Sözen ile Bergüzar Korel’in seslendirdiği animasyon film Casus Kızlar televizyondaki beş sezonluk başarısının ardından beyazperdede. Casus Kızlar’da Sam, Clover ve Alex adındaki üç genç kızın hikayesi anlatılıyor. Sıradan bu üç genç kız, ajan seçildiklerine şaşırırlar ve ilk görevleri de kaçırılmış olan ünlü veteriner Wolfman’ın yerini belirlemektir. Kızlar olayın arkasında Fabu adlı eski bir mankenin olduğunu fark ederler. “Mükemmelleştirici” adlı makineyi de icat Fabu’nun planı muhteşem bakışlara sahip insanlar yaratmaktır. Böylelikle kendini takdir etmeyen insanları ve dolayısıyla dünyayı yok etmek istemektedir. Casus Kızlar’ın amacı ise bunun önüne geçebilmektir. ? Casus Kızlar Ertekin Akpınar’ın yönettiği filmin başrollerini Cem Davran, Bülent Şakrak, Kutay Köktürk ile Nail Kırmızıgül paylaşıyor. 19 Ağustos 1999 tarihinde olan depremden sonra Adapazarı’nda dört yakın arkadaşın yaşadığı travmaları, geleceğe dair umutlarını, arayışlarını ve tutkularını anlattığı gerçek bir yaşam hikayesi olan “Melekler ve Kumarbazlar”ı yönetmeni “sert bir taşra filmi” olarak tanımlıyor. ? Melekler ve Kumarbazlar Yönetmenliğini Alper Mestçi’nin yaptığı filmde Okan Bayülgen, Hakan Yılmaz, Erol Günaydın ile Rasim Öztekin rol alıyor. Bir Televizyon kanalı olan Kanalİ’de geçen olayların yer aldığı komedi filmi, saf Anadolu çocuğu İmdat’ın cam siliciliğinden Televizyon Kanalı Genel Müdürlüğü’ne ve Türkiye’nin rating rekortmeni bir yapımcıya dönüşmesini, rating rekorları kıran birbirinden ilginç ve absürd televizyon şov ve programlarını anlatıyor. ? Kanalİzasyon Theo Angelopoulos (solda) ve Francesco Maselli. Kosmos’tan Bornova’ya Bir festival daha bitti ve Altın Portakal ödülleri dağıtıldı. Dilerseniz; önce kazananlara bir göz atalım ardından da geçen hafta yazacağımızı ilan ettiğimiz filmlere kısaca bir değinelim. ALPER Şahsi fikrim, En İyi Erkek Oyuncu ödülünün yanlış kişiye gittiği yönünde... TURGUT Bence kazanan, “Uzak İhtimal” filminde yılın performansına imza atan Nadir Sarıbacak olmalıydı. Jüri üyeleri, Sarıbacak’ı daha önce birçok ödül kazandığı gerekçesiyle es geçmişlerse büyük bir hata yapmışlar. Eğer film, yarışan adaylar arasındaysa kuruntuya ne gerek var, cesurca gerçeğin hakkını ver. Kusura bakmasın, Altın Portakal’ı kapan Öner Erkan’ın adı benim listemde beşinci sıradaydı (örneğin Bornova Bornova’da birlikte rol aldıkları Kadir Çermik’in ismi daha üstteydi). Festivalin en şanslısı ise En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kapan Nergis Öztürk’tü. İnanılır gibi değil ancak neredeyse rakibi yoktu. Evet, sinemamız erkek senaristlerin egemenliğinde... Dolayısıyla kadın rollerini de onlar yazdığı için aksi bir sonuç zaten düşünülemezdi. Tüm kadın yazarlara çağrımızdır, beyazperde çok uzun zamandır sizlerin yazacağı dişi karakterleri bekliyor. En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü kazanan Damla Sönmez, uzak ara en uygun tercihti. Jüri, bu kez isabet kaydetti. En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü üst üste ikinci kez kucaklayan Volga Sorgu, benim çok sevdiğim bir kardeşim. Öyle yetenekli bir adam ki, benzer bir rolle ve hatta daha da karikatürize edilmiş bir karakterle bile ipi göğüslemesini biliyor. Onu, farklı rollerde görmek en büyük temennimiz. Onur Ünlü’nün senaryo ödülü belki tartışılabilir ama Reha Erdem’in aldığı yönetmenlik ödülü, anasının ak sütü gibi helaldir. En İyi Film ödülünü bölüşen Kosmos ve Bornova Bornova... Bence Kosmos, birkaç gömlek fazla gelir diğerine... şaşırmazsınız. Berlin Film Akademisi çıkışlı Miraz Bezar’ın yönettiği, Fatih Akın’ın destek attığı, çocuk oyuncuların devleştiği, JİTEM üyesini canlandıran Hakan Karsak’ın ise büyülediği Min Dit, önyargılardan arınıldığı an, değeri daha da artacak bir seyirlik... İnsanları rahatsız eden tek bir kelimeyi çıkartırsanız, inanıyorum ki; büyük çoğunluk, bu filme yönelik temel itirazından da vazgeçecek. Min Dit’in finalindeki şiddete karşı duruşu, Diyarbakır’ın yoksul ve tekinsiz sokaklarını, müziklerini, senaryosunu ve tüm maddi yoksunluklara karşın filmin her karesinden taşan özveriyi sevdim. Ve her şeyden önemlisi; Min Dit, “İki Dil Bir Bavul” ve “5 No’lu Cezaevi”ni baz alırsak, Antalya’nın politik yapımlara onay verdiğini büyük bir memnuniyetle dile getirebiliriz. Biten yüzyılın sorgulanması 46. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne gelen ünlü yönetmenler Theo Angelopoulos’la Francesco Maselli son filmleri The Dust of ASLI Time (Zamanın Tozu) ve The Red SELÇUK Shadows’un (Kızıl Gölge) gösterimlerine katıldılar. Etkinlik iki yönetmene Yaşam Boyu Onur Ödülü de verdi. Zamanın Tozu ve Kızıl Gölge aynı konuları işliyorlar: 20. yüzyılın bitişiyle geride kalan yüzyılla hesaplaşma ve 21.yüzyılla yüzleşme, değer yargılarının hızla yitirilmesi, tutuklanmalar, sürgünler, solun yenilgisi, ahlak değerlerinin çöküşü, büyük sermayepara ile sanatınkültürün arasındaki çatışma. Üçlemesinin (Ağlayan Çayır/2003) ikincisi Zamanın Tozu’nda Yunanlı usta yıkımla dolu biten yüzyılın yaşamda bıraktığı silinmez, sarsıcı etkilerine değinerek 20. yüzyıldan kalanlar nedir, tarihi, siyasal, sosyal olaylar insanları nasıl değiştirdi sorularını irdeliyor. dediği gibi kendini tanıyabilmen için kendini ötekinin yerine koymalısın” diyen yönetmen 20. yüzyılın analizini geçmişle gelecek arasında yolculuk ederek yapıyor. Kendini solcu bir militan olarak tanımlayan Francesco Maselli İtalya’nın son yıllarda özel bir trajedi yaşadığını, Kızıl Gölge’de ülkesinin bu dramatik noktaya nasıl geldiğini açıkladı: “Biz aydınlar solun yenilgisindeki nedenleri bıkmadan kendi kendimize sormalıyız. Yönetmenin görevi toplumla iletişim kurmak, yönlendirmek, başarısızlıkların ne olursa olsun hesaplaşmasını yapmaktır. Kimi yenilgiler, çöküşler öğreticidir ve bazen zaferlerden daha anlamlıdır” diyen Maselli İtalyan toplumunun Berlusconileşmesine karşı çıkan, kültür merkezleri kurmaya çalışan kadınların direncini anlatıyor. 1950’lerde bir kadınla iki erkek arasında yaşanan tutkulu aşk öyküsü, Stalin’in ölümü, komünizmin sarsıntıları, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Watergate Olayı, Vietnam Savaşı, Berlin Duvarı’nın Kızıl Gölge yıkılması gibi önemli tarihi dönüşümleri kapsayan film iki binlere dek uzanıyor. Ayrı düşen Eleni’yle (Irène Jacob) Spiros (Michel Piccoli) 1953’te Stalin’in öldüğü gün Taşkent’te bir tramvayda karşılaşırlar. O geceyi birlikte geçiren Eleni’yle Spiros polisçe tutuklanırlar. Spiros ABD’ye kaçmayı başarır. Eleni’yse Sibirya’daki sürgün kampında Jacob’la (Bruno Ganz) bir gönül ilişkisi yaşar ama Spiros’un yüreğindeki yeri değişmezdir. Eleni oğlunu Jacob’un Berlin’de yaşayan kızkardeşinin yanına gönderir. Spiros’la Eleni böylece yeni yaşamlar kurmayı başarsalar da sonunda film yönetmeni olan oğullarının (Willem Dafoe) yanında Berlin’de bir Zamanın Tozu araya gelirler. Zamanın Tozu’nu Rusya, Sibirya, Kazakistan, Yunanistan, Almanya, İtalya’da çeken Angelopoulos bir aşk üçgeni öyküsünü çağın büyük öyküsünün içine sokuyor: “Altmışlı yıllarda bir dayanışma vardı, herkes birlikte hareket ederdi. Şimdiyse filmimin adı gibi Puslu Manzaralar’ın içindeyiz. Avrupa’da olup bitenlere dikkatle bakın, bu yüzden Berlusconi, Karamanlis gibileri var. İyilik ve kötülük arasındaki denge yok oldu. İnsanlar dengelerini tümden yitirdiler, kayboldular” diyen sinemacı bir sava göre tarih dairesel olarak yaşanıyorsa şu anda insanlığın dairenin tam altında olduğunu belirtti: “Önceden altmışları öngörebilirmiydik? O yıllarda toplumlarda paylaşım, dayanışma vardı. İnsanlar okurdu, tartışırdı, düşünürdü. Günümüzde insanlar hem bedensel hem zihinsel olarak kaygı içindeler, çok şey yitirdiler adeta yapaylaştılar. Toplumlarda büyük kara delikler oluştu. Herkes salt kendini düşünmeye başladı, öteki diye birşey kalmadı. Zavallı ünlü Platon’un Puslu manzaraların içinde 2007’de Roma’da dünyaca ünlü aydın yazar, öğretim üyesi Profesör Siniscalchi (Roberto Herlitzka) Dünyayı Değiştirin adlı eylemci grubun toplantısına çağrılır. Profesör enerjiyle, kararlılıkla parlayan bu girişimden çok etkilenir. Eylemcilere verdiği söyleşide André Malraux’nun kültür evlerine değinen profesörün sosyal içerikli iletisi yerini bularak devrimci bir eylem başlatır. Bu eylem kültürel ve sosyal bir devrimin ilk adımları olur. Kültür merkezleri girişimi medyanında ilgisini çekince uluslararası bir gündem oluşur. Büyük şirketlerin ilgi odağına dönüşen bu devrimci yapılanma zamanla örselenir. Solcuların arasındaki uzlaşmazlıklar, tartışmalar girişimin etkisini yitirmesine neden olur. Kırk yıl önce komünist partinin dramını anlatan Lettera aperta a un giornale della sera (1970) adlı bir film çektiğini vurgulayan Maselli, Kızıl Gölge’yi politik, dramatik bir metafor olarak tanımlıyor. “Solun dağılışını gösteren üç film yaptım. Bence bu çöküşün analizi zaferinden çok daha ilginç. Sanırım bu sorgulamam yeterince popüler, sempatik değildi. Solu böylesine eleştirmem çok kişinin hoşuna gitmedi.” Francesco Maselli artık büyük sermayenin, paranın neredeyse tek güç olduğu, sanatın, kültürün dışlandığı bir çağda yaşadığımızı vurguladı: “Kızıl Gölge sanatın, kültürün önemsendiği diri bir zamanı anlatıyor. Yaşamdaki tüm olumsuzluklara karşın ben finalimi umutla bitirdim.” Theo Angelopoulos da Zamanın Tozu’nu umutla noktalıyor. Öyküsünü ütopya kavramı üstüne kuran yönetmen “Dünya ancak küçük ve büyük ütopyalarla gelişebilir, uygarlaşabilir” diye açıkladı. Zamanın Tozu Aralık’ta gösterime giriyor. Politik bir metafor Hazır Kosmos’tan bahsetmişken devam edelim. Reha Erdem’in Antalya’da geçen yıl yarıştığı filmi “Hayat Var”ı (tam tekmil rahatsız edici) daha çok sevmiştim. Ancak dini ritüellerden beslenen ve menşei yurtdışı olan birçok filmden esinlenen Kosmos, hiç şüphesiz bu senenin ağır topuydu. Filmin başrollerinde görece bir kimya tutturan Sermet Yeşil ve Türkü Turan var. Görüntü yönetmeni Florent Herry ise, şiirsel çalışmasının karşılığını festivalden alabildi. Hem hayat veren hem de can alan üstelik de hırsız ve kısmen meczup... Antikahraman Kosmos’un tarifi kısaca bu... Sınır kentine yolu düşen Kosmos, önce güzeller güzeli Neptün’ü bulur, ardından da yarattığı mucizeler vasıtasıyla belayı. Sosyal göndermeler, psikolojik çözümlemeler, görüntü, ses ve dahası... Kosmos’u gönül rahatlığıyla mutlak izlenilecekler listenizin en başına Kosmos yazın. Sizleri bilemem ancak “Min Dit”i (Ben Gördüm) benim için ilgi çekici kılan şey, yıllardır tanıdığım eski meslektaşım Evrim Alataş’ın filmin hikâyesini yazmış olmasıydı. Faili meçhul cinayetleri, yargısız infazları, Cumartesi Anneleri’ni takip eden ve haberleştiren bir gazeteciyseniz, çoğu insanın abartılı bulduğu filmin öyküsü, size gayet normal gelir ve asla Bu yılın ağır topu Kosmos Antalya’da hemen herkes, ilk kez bir dönem filmi çeken Zeki Demirkubuz’a odaklanmıştı. Ve “Kıskanmak” assolist edasıyla son sırada sahne aldı. Lakin sersemletici ve cezbedici etkisi olan bir prodüksiyon beklerken kendi adıma TV filmi formatını aşamayan vasat bir seyirlik ile karşı karşıya kaldım. Kıskanmak’ın gerçekten herhangi bir albenisi yok, haliyle ön plana çıkacak bir atraksiyondan muaf. Seyirciye basın açıklaması yapar gibi tüm olanı biteni anlatmasını ise resmen yadırgadım. Merak unsuru bu şekilde öldürülünce, keyif de kaçıp gidiveriyor. Üstüne üstlük öyle ahım şahım bir oyunculuk da (makyajla çirkinleştirilen Nergis Öztürk dışında) göremedim. Uzun lafın kısası; Kıskanmak, festivalin en büyük hayal kırıklığı idi... Kutluğ Ataman’ın “Aya Seyahat”inin, siyaseten taraf tutan, muzip, ilginç ve deneysel bir film olduğunu söyleyebiliriz. Köy Enstitüleri’nin hakkında saydırılan bölüm nedeniyle, zaten birçok sessiz ama öfkeli seyirci salonu terk etti. Tepki duyabilirsiniz, beğenip göklere de çıkartabilirsiniz. Bu elbette seyircinin seçimi, saygı duymak gerekir. Ama benim anlamadığım şu; kurmaca ile beslenen, belgesel ile süslenen böylesi deneysel bir yapım, ulusal uzun metrajda neden yarıştırılır? Emre Şahin’in ilk göz ağrısı “40” ile sanata meyilli festival filmleri arasında ciddi bir uçurum bulunuyor. En başta öyküsü inandırıcı (kesinkes) değil. Bunun dışında iki başkarakter, rollerine cuk otururken diğerleri havada kalakalmış. Katmerli bir aksiyona dalayım derken ABD orijinli ikinci sınıf macera filmlerine dönüşebileceği göz ardı edilivermiş. Son dönemde çekilen kesişme odaklı filmleri bir bir anlatmak, gökteki yıldızları saymakla eşdeğer. Hal böyleyken güzelim “Paramparça Aşklar ve Köpekler” filmi, tüm bu başarısız denemelerin ortasında, yönümüzü bulduran Kutup Yıldız’ı oluyor. alperturgut@cumhuriyet.com.tr Kıskanmak’ın albenisi yok VİZYON ? Fame ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Orhan Eskiköy ile Özgür Doğan’ın yönettiği belgesel film, üniversiteden yeni mezun olmuş ve uzak bir Kürt köyüne atanmış Türk öğretmenin okula yeni başlayan ve Türkçe bilmeyen çocuklarla yaşadıklarını konu alıyor. Bir yıl boyunca öğretmenin farklı bir topluluk ve kültür içindeki yalnızlığına, çocuklar ve köylülerle yaşadığı iletişim problemine, çocuklardaki değişime tanık oluyoruz. Süreç boyunca öğretmen ve çocuklar birbirlerini tanımaya başlıyorlar. Kevin Tancharoen’in yönettiği ve Debbie Allen, Charles S. Dutton, Kelsey Grammer ile Megan rol aldığı film, Oscar ödüllü, 1980 yapımı Alan Parker imzalı hit film olan Fame’in orjinalinin yeniden uyarlaması. Dansçılar, şarkıcılar, oyuncular ve ressamlardan oluşan bir grup yetenekli gencin New York Gösteri Sanatları Şehir Lisesi’nde geçirdiği dört yılı anlatıyor Fame. Adeta farklı ve yaratıcı bir güç santrali olan bu okul toplumun her kesiminden öğrencilere hayallerini gerçekleştirme, gerçek ve uzun süreli bir şöhret yakalama şansı sunar. Herkesin zaman zaman kendinden şüphe duyup bezdiği inanılmaz rekabetçi bir ortamda, her öğrencinin tutkusu sınanacaktır. ? İki Dil Bir Bavul C MY B C MY B