19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 17 OCAK 2009 CUMARTESİ ‘Benim de Fotoğraf: UĞUR DEMİR ‘Ezgi bir numara olacak...’ Ezgi Mola, yeni jenerasyonun en kabiliyetli, göz alıcı ve geleceği parlak oyuncularından biri... Ondaki ışığı ve saf enerjiyi görmemek neredeyse imkânsız... Jest ve mimiklerine son derece hâkim, adeta gözleriyle gülüyor ve yüzünde hep bir muzip ifade saklı... Ezgi, 25 alperturgut.blogcu.com yaşında... Onun belki yaşı küçük ama deneyimi büyük. Lise yıllarından beri yaklaşık 10 yıl oynuyor ve ekmek parasını bu sayede kazanıyor. Ezgi’nin ambulans hemşiresi Feride’yi canlandırdığı “Canım Ailem”, hiç kuşkusuz son dönemlerin en beğenilen dizisi... Yıllardır bizlere, dizi adı altında köşk tipi insan modellerinin resmigeçit töreni dayatılıyordu. Demek ki, sadeliğe, basitliğe, sıradanlığa susamışız. Oyunculukları ve senaryosuyla bu mahalleli dizisi, eminim çoğunuza ilaç gibi geldi. Şayet başa dönersek, Ezgi, sürekli ön planda olmak isteyen, maymun iştahlı bir çocukmuş. Ta ki; oyunculuk arzusu onu ele geçirene dek. Yine de ailesi, kızlarının üniversitede oyuncu olmak fikrinden cayacağını düşünmüşler. Ancak yanılmışlar, çünkü bu kez Ezgi, bırakın vazgeçmeyi, varış yerini bile çoktan hesaplamış. Onun en büyük eleştirmeni, önce “bu olmamış” demekten asla sakınmayan annesi sonra da biraz acımasız davransa da kendisi... Uğur Yücel onun için, “Ezgi’nin benzersiz bir yüzü var. Güldüğü zaman çaresiz siz de gülüyorsunuz. Zekâsını çok olumlu yönde kullanıyor. Kendinde olanı yok sayacak kadar akıllı ve sadece kendini üzecek kadar huzursuz. Çok da güzel... Hem yüreği hem de para kazanmam gerekiyor’ Sinema eleştirmenleri tarafından ciddiye bile alınmayan Şeytanın Pabucu’nun senaristi ve yönetmeni Turgut Yasalar, filmin ilk hedefinin eğlendirmek ve gişe yapmak olduğunu söylüyor. Turgut Yasalar, aslında liseden sonra sinema okumak istemiş ama lise 2’de ‘solcu’ olduğu için okuldan atılmış, sonra kendisini birden gazeteci bulmuş, cezaevine düşmüş, çıktıktan sonra SABİHA Babiali’de iş bulamamış. 1985’den hayatını reklam yazarı olarak KURTULMUŞ sonra sürdürmeye başlamış. Reklamcılık yaptığı yıllarda reklam filmleri üzerinden tekrar setlerle karşılaşınca lise aşkı depreşmiş. Böylece1987 yılında TRT’de 6 bölüm yayınlanan Ayaşlı ve Kiracıları’nın senaryosuyla sinemaya adım atmış. Kendisiyle henüz hiç eleştiri almamış (!) son filmi Şeytanın Pabucu`nu konuştuk. Siz daha çok solcu kimliğinizle ve son dönem yaptığınız “Leoparın Kuyruğu” ve “Sis ve Gece” filmleriyle tanınıyorsunuz... “Evet ama ben önce televizyona senaryolar yazarak başladım, bir sürü televizyon dizisi çektim, bu arada reklam filmleri yazdım, çektim. Mesela Çılgın Bediş dizisinin ilk 5 bölümünü çektim. Banttaki Çılgın Bediş’i yapmaya çalıştım olmadı, yapımcıyla fikir ayrımına düştük ve dizi sonradan çocuk dizisi oldu. Nisan Yağmuru, Koltuk Sevdası’nın yönetmenliğini yaptım ve bu iki diziden kazandığım parayla Leoparın Kuyruğu’nun borçlarını ödedim. Ahmet Ümit’in Şeytan Ayrıntıda Gizlidir dizisinin senaryolarını yazdım. Yani kısaca son 20 yıldır 3 tane sinema filmi çekmiş ama ağırlıklı olarak televizyon ve reklam filmi yapmış adamım.” Siyasi görüşünüz ve duruşunuz yaptığınız işlerle çatıştı mı, ya da çatışması gerekiyor muydu? “Reklamcılık yaparken çok acı çektim doğrusu. Bazı dizileri çekerken de öyle. Benim sınırsız özgür olabildiğim iki filmim var: Leoparın Kuyruğu ile Sis ve Gece. Leoparın Kuyruğunun hikayesi de bana aittir. Öyküyü istediğim şekilde kaleme aldım. O film de zamanında çok eleştiriye maruz kaldı. Filmi izleyenler ikiye bölündü, bir tarafta çok sevenler diğer tarafta sevmeyenler. Solun resmi tarihçileri arasında çok eleştirilmiştir. Sis ve Gece’ye gelince... Ahmet Ümit’le aynı siyasal köklerden geliyoruz. Sis ve Gece’yi okuduğum an aşık oldum. Film hakkını aldıktan sonra 4 yıl boyunca filmi çekmek için bir savaş verdim. Finansal savaştı bu, ama o arada da senaryo üzerinde çalıştım, çalıştım. Tabii Ahmet’in de büyük katkıları oldu. Yalnız şunu mutlaka söylemem lazım, bana ortak olan yapımcılar, bu işe maddi manevi destek verenler, kamera arkası ve önünde çalışan herkesle beraber yaptık bu filmi.” ALPER TURGUT Gözleriyle gülen, yüzünde hep bir muzip ifade saklı genç oyuncu Ezgi Mola, sinemanın duayenlerinin de övgüyle söz ettiği bir isim. kendisi. Bir tanedir o. Çok genç ve ileride sarsıcı karakterler oynayacak” diyor. Türkan Şoray ise Ezgi Mola’nın yeteneğinin ve iş disiplininin alkışlanması gerektiğini vurgulayarak şunları söylüyor; “Ezgi, çok alkışlanacak, çok beğenilecek ve Türk sinemasında çok iyi yerlere gelecek. O, işini, saygı ve sevgi içinde yapıyor. Ezgi bence bir numara olacak.” Türk Sineması’nın ustalarından böylesi övgüler almak her genç oyuncuya nasip olmaz. Söyleşi sırasında o kadar saygılı ve sıcaktı ki; onu sevmemek olası değil... Önüne gelenin kendine sanatçı dediği, yetenek yoksunu tiplerin rol kestiği ve oyuncak bebeklerin oyuncu yerine konulduğu günümüzde, umarım onun ve onun gibilerin yolu açık olur. Canım Ailem’e nasıl dâhil oldunuz? Tam da yeni iş görüşmelerine başlamak üzereydim, TMC’nin sahibi Erol Ağabey (Avcı), “Ezgi dur ve bekle” dedi. Ben de yedi ay boyunca hiçbir şey yapmadım ve bekledim. Sonra ortaya Canım Ailem’in senaryosu çıktı, sabretmemize değdi. Dilerim gerçeğe yakın hayatları yansıtan, bu samimi dizi, uzun soluklu olur ve yıllarca devam eder. Uğur Yücel ile bu kaçıncı projeniz? Dördüncü kez Uğur Ağabey ile birlikte çalışıyorum. İlki 2005’teki “Hırsız Polis” (Manikürcü Gülay) dizisiydi. Sonra onun yazıp yönetip oynadığı kırık bir aşk hikâyesini anlatan “Hayatımın Kadınısın” geldi. Üçüncü işimiz, “Kolay Gelsin” adlı daha önce denenmemiş bir doğaçlama sitcom projesiydi ve son olarak işte “Canım Ailem”de yine birlikteyiz. HEDEFE ULAŞTI Ahmet Ümit kitapları en çok okunan yazarlarımızdandır, peki filmin izleyici oranını etkiledi mi? “Film çok ciddi övgü aldı, beğenmedim sıkıldım diyenler de var tabii. Filmi bir köşe taşı olarak niteleyen eleştirmenler oldu, fakat gişede yine zarar ettik. Yani benim yeniden birşeyler yapıp borçlarımı ödemem gerekiyordu.” Gelelim Şeytanın Pabucu’na... Aynı zamanda senaristliğini de yaptınız. “Aslında ben filmin yapımcısı Banu Akdeniz’le televizyon projeleri hazırlıyordum, yani para kazanmaya dönük bir çalışma içindeydim. Bu arada senaryosunu benim yazdığım bir komedi filminde cast yapıyorduk. Fakat bu süreçte Banu, ‘Fatih Ürek üzerine bir hikaye yazalım’ dedi, tabiî ki ben de ismi duyunca ilk anda çok yadırgadım. Aslında bu, yönetmenliğini de birlikte yaptığım, senaryosunu da birlikte yazdığımız Hilal Bakkaloğlu ve bana bir tür sipariş oldu. 6 ay gibi çok kısa bir sürede senaryo yazıldı, kastı yapıldı, bütün hazırlıklar tamamlandı ve sete çıkıldı. Filmin ilk hedefi eğlendirmek ve gişe filmi yapmaktı ve öyle de oldu. Ben filmi İstanbul ve Ankara’daki galalarda seyirciyle beraber seyrettim ve gördüm ki hedefine ulaştı.” Türkan Şoray demek Yeşilçam demek Türk Sineması’nın en büyük aktörlerinden biriyle çalıştığınız için kendinizi şanslı hissediyor musunuz? Uğur Ağabey, her şeye karşı duyarlı, farklı dertleri olan, dolu dolu bir adam... O müthiş bir insan ve mükemmel bir aktör1 Ondan bir şeyler kapabilmek için adeta tetikte bekliyorum. Bakıyorsunuz, konuşuyorsunuz, inceliyorsunuz ve Uğur Ağabey gibi bir hocadan, birçok şey öğreniyorsunuz. Onunla yaptığımız eşsiz sohbetler, oyunculuk adına iştahımı kabartıyor ve bu sayede geleceğe dair hayaller kurabiliyorum. “Hayatımın Kadınısın” ve sinemamızın sultanı Türkan Şoray... “Organize İşler” ve “Hokkabaz” da küçük rollerim vardı. Eski Türk filmlerine duyduğu saygıdan gücünü alan ‘Hayatımın Kadınısın’da ise en büyük hedeflerimden biri gerçekleşti ve Türkan Şoray’la karşılıklı oynama fırsatı yakaladım. Benim için Türkan Şoray demek Yeşilçam demekti. Nasıl anlatılır ki? Onunla aynı sette bulunmak harika bir duyguydu. (Filmde Türkan Şoray’ın (Asuman) kötü yola düşen kızı Ahu’yu canlandıran Ezgi Mola, 2007 Sadri Alışık En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandı) Taviz vermeyenleri gıptayla izliyorum Eleştiri aldınız mı bu son filmde? “Hiç kimse birşey yazmadı ki... Sadece bir sinema dergisinin küçücük bir tanıtım yazısına rastladım, ‘Turgut Yasalar bu kez sulu bir komediye imza attı’ diye. Ki o dergi bir başka komedi filmini o ay kapak yaptı. Film izlense de onun üzerinden denilse ki ‘Çok kötü bir film yapmışsınTurgut’, eyvallah derim. Ama yok hiçbir şey! Benim de para kazanmam gerekiyor. Bu zamana kadar hep televizyondan kazandım. Hiç kimse kalkıp da sen niye böyle televizyon dizisi çekiyorsun demedi. Çünkü televizyonu o anlamda önemsemiyor insanlar. Ama bu iş bir film projesi olarak karşımıza çıktığı zaman yadırganıyor. Her hafta televizyonlarda 90 dakikalık diziler yayınlanıyor, onların her biri aslında birer uzun metrajlı film. Bunları da ben ve birçok arkadaşım yapıyoruz, yapmak mecburiyetindeyiz. O kadar mecburuz ki yapmaya, ‘ölümüne’ çalışıyoruz. Elbette benim kişiliğime, siyasal görüşlerime çok ters bir projeye imza atmak istemem.” PAZARLAMA MEKANİZMASI Peki bu gişe başarısını artırmak adına araba promosyonu nerden çıktı? “Bir filmi sinemalarda göstermeye başladığınız zaman bu bir ticari meta artık. O zaman da onu pazarlamak zorundasınız. Pazarlamanın üç ayağını; reklam, halkla ilişkiler ve promosyonu birlikte kullanmalısınız. Gazetelere reklam veriyorsunuz, bilboardlara giriyorsunuz. Oyuncularınız, yönetmenleriniz televizyona çıkıp röportajlar veriyor, yani PR yapıyorsunuz. Araba vermek Türkiye’de ilk defa yapılan bir promosyon. Yönetmen olarak benim işin pazarlaması hakkında ahkam kesmem sözkonusu değil, olmamalı ama ben işin gerçeğinden bahsediyorum; böyle bir promosyonu yadırgamıyorum açıkçası. Öyle laflar edildi ki, ‘Filmlerine güvenmiyorlar, arabayla itelemeye çalışıyorlar’ diye. Yaptığımız işin hedef kitlesi tarafından satın alınacağının beklentisi içindeyim ben. Araba vermeseydik de aynı şey söz konusuydu. Ama araba veriliyorsa bu sayede daha çok insan geliyorsa ne ala... Pazarlamanın mekanizmalarını işletiyor olmak yadırgatmamalı. Yapımcı bir para koymuş, bir film çekmiş ve o parayı geri almak istiyor hatta kar etmek istiyor, en fazla sayıda bilet satmaya çalışıyor.” Filmin izleyicisinden memnun musunuz? “Şu ana kadar ki net rakamları bilmiyorum açıkçası. Ama ilk hafta sonucu benim beklentilerimin altında. Ama en başından beri şunu söylüyorum, 200 bin seyircide kalırsa şaşırmam, ama çok üzülürüm, 2 milyon seyirciye ulaşırsa da şaşırmam ama çok sevinirim.” Her şeyde olduğu gibi sektör de krizde.... “Dünya krizde... Oraya girersek çıkamayız. Ama dizilerin peş peşe kaldırılması, pekçok çalışanın işsiz kalması vahim bir durum. Sektör çalışanlarının çok önemli bir kısmı televizyona üretim yapıyor. Ve biraz evvel de söylediğim gibi ‘ölümüne’ çalışıyor. Buna bir son vermek gerekli. Bu arada bir elin beş parmağını geçmeyecek sayıda arkadaşlarımız kendi bildikleri yolda çok şahane işler yapıyorlar, hiç taviz vermiyorlar; onları gıptayla izliyorum.” Yaşlı adam rol çaldı... Yetenekli birçok yeni nesil oyuncu Müjdat Gezen Sanat Merkezi (MSM) çıkışlı... MSM’yi farklı kılan şey nedir? MSM, hepimizin gelişimi için zemin hazırladı. Çünkü orası okuldan daha çok evimiz gibiydi. Çok özgürdük ve bu bizleri malzeme çıkartmaya heveslendirdi. Lise yıllarında tiyatro kursuna gittiğim Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde okumak (bölüm birincisi olarak bitirdi) bana gerçekten çok şey kattı. Beşiktaş Kültür Merkezi (BKM) ise sanırım bir sonraki durak... BKM ile birkaç işte yolumuz kesişti ve beni 2005’te BKM Atölye’ye çağırdılar. Sonra BKM Mutfak’ta da sahneye çıktım. 2007 yılında ise Haldun Dormen’in yönettiği Hisseli Harikalar Kumpanyası‘nda rol aldım (erkek arkadaşı Umut Kurt ile birlikte). Ve şimdi tiyatroya, Dot çatısı altında devam ediyorsunuz... Dot’un sahnelediği ‘Vur/Yağmala/Yeniden’ (Mark Ravenhill’in yazdığı sarsıcı, kaotik bir eser) adlı oyunun ilk gösterisi olan ‘Kayıp Cennet’te Liz karakterini canlandırdım (Herkes genç ve becerikli oyuncu Gonca Vuslateri (Ruth) ile birlikte harika bir performans sergiledikleri konusunda hemfikir). Bu oyunda kural yok, daha önce denenmemiş bu tarz (Britanya’da doğan Inyerface akımı), hem oyuncuyu farklı bir noktaya sürüklüyor hem de seyircinin yoğunlaşmasını sağlıyor. “İyi oyuncu yan rolde de öne çıkar” diyorsunuz. Sizce iyi oyuncunun tarifi nedir? Rolün büyüğü, küçüğü olmaz. Kayda değer olan işin bütünüdür. Kendinden bir şeyler katabiliyor musun, işin karşılığını verebiliyor musun ve fark edilebiliyor musun? Benim için önemli olan sorular bunlar... Hatırlıyorum, bir oyunda hepimiz korkunç bir efor sarf edip en iyi performansımızı sergilemeye çabalarken öylesine arkamızdan geçen yaşlı bir adam, tüm dikkatleri üzerine çekmiş ve herkesi etkilemişti. İstisnasız hepimiz o yaşlı adamın yerinde olmayı arzulamıştık. Bir de ben seyirci olsam, hep aynı kişiler yerine beyazperde, sahne ve TV’de farklı tipleri görmek isterdim. Turgut Yasalar C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle