19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 17 OCAK 2009 CUMARTESİ sergi Gerçek hesap başka yerde 2004 yılından bu yana Türkiye’de güncel sanatın en önemli adreslerinden biri olan Siemens Sanat, yeni yılı “Gerçek Hesap Başka Yerde” isimli çarpıcı bir sergi ile karşılıyor. Türkiye, Hindistan ve Hollanda’dan olmak üzere üç sanatçıya ait yapıtların yer verildiği sergi, 28 Şubat’a dek izlenebilecek. Küratörlüğünü T.Melih Görgün ve Mürteza Fidan’ın üstlendiği ‘Gerçek Hesap Başka Yerde’ doğu ve batı kültürleri arasındaki çelişkinin Gözde İlkin, Javed Mulani ve Wafae Ahalouch el Keriasti isimli sanatçıların desen çalışmalarına nasıl yansıdığını inceliyor. Toplum kendini ifade etme yolları arıyor Yıllarını tiyatroya adamış, önemli eleştirmenlerimizden Prof. Dr. Dikmen Gürün, TEB’nin Onur Ödülü’ne değer görüldü. UNESCO’ya bağlı bir kuruluş olan Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Türkiye Merkezi (TEB)’nin ‘2008 Onur Ödülü’ne değer gördüğü Prof. Dr. Dikmen Gürün’le hem ödülü hem de günümüz tiyatro ortamını ZUHAL konuşmak üzere buluştuk. Gerek AYTOLUN İKSV İstanbul Tiyatro Festivali yönetmeni olarak gerekse akademisyen olarak sanatta özellikle de tiyatroda önemli çalışmaları var Gürün’ün. Büyük emek, fedakarlık ve sabır onunkisi. Yıllarını tiyatroya vermiş, büyük bir özveriyle çalışmış. Beklemediği bu ödülü de emeğin zarif bir değerlendirmesi olarak nitelendiriyor büyük bir tevazuyla. Gürün’le dünden bugüne ve hatta yarına dair bir tiyatro söyleşisi yaptık. 1960’lardaki dinamik tiyatro ortamında eleştirinin de parlak yıllarını yaşadığını, 70 sonrası içine kapanan, apolitik toplum yapısının ise şimdilerde suskunluğunu bozmaya başladığını müjdeledi bize. Böyle bir ödül bekliyor muydunuz? “Beklemediğim bir ödüldü; çok memnun oldum. Ödül, verilen bir emeğin zarif bir değerlendirmesi oluyor. Gerek İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nda gerek İstanbul Üniversitesi’nde büyük bir haz alarak çalıştım ve çalışıyorum. Her iki kurumda da insanlar hep yanımdaydılar. Destek çok önemli.” Türkiye’de eleştiri kültürünün durduğu nokta nedir? “Tiyatro ve eleştiri birbirini tamamlayan oluşumlar. 1960’larda ve 70’lerin ilk yarısında, eleştirinin durduğu yeri incelediğiniz zaman dinamik bir tiyatro hareketinin de var olduğunu görürsünüz. Eleştiri en parlak yıllarını yaşadı. Bu bir etki tepki meselesi. 1970 darbesi ve izleyen yıllarda ne yazık ki politik ve sosyal çöküntü tiyatro yaşamında duraklama sürecini başlattı. 1980’de bir darbe daha yaşadık. Dünyada ve Türkiye’de değişen sistemlerle apolitik bir toplum haline geldik, getirildik. Tiyatro hareketinin dinamiğini kaybetmesiyle birlikte eleştiride de bir tıkanma yaşanması olağandır. Bence güçlü eleştiri güçlü oyunla var olur.” Tiyatroya ilginin arttığını söyleyebilir miyiz? “Ciddi bir hareketlenme var. Seyirci çeşitli nedenlerle uzunca bir süre kendi içine kapandı. Bugün, bu kapanıklık, suskunluk kırılıyor kanımca. Günümüzde, toplumun kendini ifade etme yollarına daha fazla ihtiyacı var. Sosyal dinamiklerin sivrilmeye başlaması tiyatroya ilgiyi tetikliyor.” Türkiye’de sanat ortamına baktığınızda ne kadar umutlusunuz? “Umutluyum. Umutlu olmasam zaten bu kadar uğraşmam. Nereden bu umut diye sorarsanız Tiyatro Festivali iyi bir göstergedir benim için. Bizim çok genç bir seyirci kitlemiz var. Geçen yıl yerli yapımların hemen hepsine ek oyunlar koymak zorunda kaldık. Diğer tiyatrolarda da bu kuşak gösteriyor kendini. Tiyatrolarda dış dünya ile iletişim yolları aranıyor. Tiyatronun kendine özgü bir büyüsü var. Bu büyüye kapılan insanlar olumlu birşeyler yapmak istiyor. Tabii ki her şey güllük gülistanlık değil. Pek çok sorunla boğuşuyor sanat dünyası. Özel tiyatrolar yıllardır akıntıya kürek çekiyor. Ama, çok fazla da umutsuzluğa kapılmamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü o zaman her şey biter.” Umutsuzluğa kapılmamalı Hangardan bozma dev bir mekân... Peki 2010’dan beklentiler neler? Getirileri ne olacak? “2010’dan en büyük beklentim, en birinci amacım İstanbul’a güzel bir tiyatro mekanı kazandırmak. Geçen yılki festivalde çok güçlü, çok farklı iki topluluğu mekan bulamadığımız için getiremedik. Onun için benim gönlümde yatan bir, hatta iki büyük hangar veya depodan bozma, performans sanatçılarının, tiyatrocuların, dansçıların yılın 12 ayı kullanabilecekleri bir mekan kazandırmak bu şehre. 2010 yapabilir bunu ve sıcak bakıyorlar bu öneriye. Küçücük Atina’da bu tarzda iki mekan olduğunu düşündükçe çıldırıyorum. Ayrıca Geleneksel Türk Tiyatrosu üzerine bir araştırma merkezinin kurulması için çalışmalara da başlanıyor. Önemli bir proje de Tanzimattan bugüne İstanbul’daki tiyatro mekanlarının haritasını çıkarmak. İ.Ü. Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü ile birlikte yürütüyoruz. Kitap 2010’da tamamlanacak ve hem Türkçe hem İngilizce basılacak.” Belki de haritada yer alan yanmış, yıkılmış eski tiyatrolar hareketlenme olanağı bulabilir. “Onu keşke yapabilsek. Ama en azından oraların zamanında tiyatro olduğunu gösterebileceğiz. Üniversiteye giderken Vezneciler’den yürürüm. Her seferinde içim ezilir. Bir zamanların Şehzadebaşı bir tiyatro semti olarak anılırdı. Benim genç kızlığımda sinemalar vardı. Şimdi ise o sinemalar depo olmuş. Adım başı bir kebapçı, berber, bakkal… Toplumumuza, eski eserlere saygıyı aşılayabilsek her şey ne kadar farklı olur. Bugün Beyoğlu’na çıktığınızda, Pera’da eskiden kalan bir tek Ses Tiyatrosu vardır. Taksim sahnesinin kapısında seyyar köfteci dükkanı duruyor. Biraz sahip çıkmak lazım. Bu çok derin bir konu…” Aida Bergsen atölye’de sergi Aida Bergsen’in Nişantaşı’nda açtığı atölyegaleri bir heykel sergisine ev sahipliği yapıyor. Kolektif çalışmaların sergilendiği atölyegaleride Aida Bergsen tende taşınabilen vücut heykelleri olarak tanımlanan takılarını sergilerken, Tuğrul Selçuk ‘Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’ temalı, endişelerin, artistik ve sanatsal bir dile bürünmüş hallerini, Ümit Öztürk her insanın içindeki sevgi, aşk ve iyilik meleklerini hissetmesi için gerçekleştirdiği 7 farklı melek heykelini, Ersin Tavukçu kendiliğindenlik, öznellik, hırs ve serbest kalış temalarını işlediği eserleri ve Nalan Yerlibucak figüratif ahşap ve bronz heykellerinden oluşan eserlerini sergiliyor. Sergi 1 Mart’a dek sürecek. (Tel : 0212 231 36 24) Dikmen Gürün DURGUNLUK DÖNEMİ Türk oyunları neden yazılmıyor? Siz nasıl görüyorsunuz durumu? “Şu sıralar sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada var bu durgunluk. Bütün dünyada tartışılan bir konu. Yurt dışında uyarlamalara daha çok eğiliyorlar yazarlar. Bizde de 1960 ve 70’lerdeki hızlı tempo yok oyun yazarlığı alanında. Bu belki de yazılı metnin ağırlık taşıdığı tiyatronun 1980’lerde durgunluk dönemine girmesiyle de bağlantılıdır. Ama yine de çok iyi oyun yazarlarımız var. Artık görüntünün, sesin, ışığın ağırlık taşıdığı bir akım da kendini belli ediyor. Ama, sözün gücü daima önde olacak ve zaman içerisinde tiyatroların hareketlenmeye başlaması ile yeni yazarlar da çıkacak ortaya.” tiyatro Tahammülsüzlük / Aşık Kadınlar / Mikado Murat Daltaban’ın yönettiği, Vur/Yağmala/Yeniden 4. Gösteri’nin oyunları Tahammülsüzlük, Aşık Kadınlar ve Mikado’nun gösterimleri başladı. Tahammülsüzlük’de Tülay Günal oynuyor. Oyunda, Helen midesindeki sebebi bilinmeyen ağrı nedeniyle probiyotik yoğurt ve vitamin haplarına bağımlı yaşayan modern bir anne ve eştir. Ülkesinin teröre karşı sürdürdüğü savaşı bilerek eşi ve oğlu ile normal bir hayat sürdürmektedir. Aşık Kadınlar’da Devrim Nas, Gizem Erdem, Mert Öner oynuyor. Ağır bir kanser hastası ve onu her gün ziyarete gelen sevgilisi. Anna, Dan’in bu hassas durumunda, haberlerde geçen olayları duymamasının en iyisi olduğuna karar vermiştir. Sevgilisi savaşta asker olan bir hemşire Rusty, odaya bir televizyon getirerek savaşı yanı başlarına getirir. Mikado’da Alper Kul ve Serkan Altunorak oynuyor. Peter ve Alan’ın sıradan bir banktaki sıradan sohbeti, Peter’ın bir süredir iyileşmiş ölümcül hastalığının geri döndüğü haberinin ortaya çıkması nedeniyle şiddetli bir tartışmaya dönüşür. Bir süre sonra tartışmalarının odağı, hastalık, bağlılık, kişisel özgürlük, güven, sadakat ve her şeye karşın yaşama zorunluluğu olur. 4. gösteri, bugün yarın ve 22, 23, 24, 25, 29, 30, 31 Ocak’ta Bilsar Binası’nda. (Tel: 0 212 245 90 20) Izİzlenim Türk resminde en bilinen fotorealist ressam Nur Koçak yapmış. Vitrinlerde boy gösteren allı pullu külotlardan birkaçının resmi bu. Bilirsiniz bizde bol bol iç çamaşırları sergilemek basit bir gelenekselleştirme içinde. Sergilemelerin ilk mekanı Beyoğlu’nda yürürken ister istemez vitrinlerdeki erotizm dikkat çeker. Şimdilerde en küçük ilçede bile bir çamaşırcı vitrininde, tuhafiyede sakıncasız önde erotizm! Peri lingerie isimli bu resim, kırmızı ve kusursuz işlenmiş bir el işçiliği görünümlü olanıyla, arkada gerilmiş oyun kağıdı desenlisiyle eleştirel bir tavrın görsel sunumu. Nur Koçak önceleri de kadının nesneleştirilmiş bedenine atıflarda bulunmuştu. Günümüzde üstelik kadınımızın saçı başı bile bu denli problemli algılanırken, nasıl yapmasın? Jartiyeriyle, lastikleriyle, dantelleriyle, saten kumaşıyla aylarca uğraşılıp tıpkı fotoğraftaki gibi resmedilmiş bu resim, gizlemeye çalışılanı, baskılananı sergiliyor. Açıkça. Tam bir fotorealizm örneği! Fotorealizm, İngiltere ve Amerika’da 1960’larda parlayan pop sanattan epey sonra kendini göstermiş bir akım. Tüketim ile barışık mı barışık her topluma bol bol göndermelerle dolu. Bazen insanların her an kullandıklarından, bazen ise ulaşıp kullanmaya can attıklarından dem vuruyor. Resmin görselliği fotoğraf gibi tıpkısını yansıtan öğelerle örtüşsün yarışına giriyor. Örneğin C. Close portrelerinde küçük parçacıklarla algılamanın daha da mekanik bir süreçte gerçekleşmesini sağlıyor. J. Kacere kadın iç çamaşırlarını, tülleri, dantelleri bedene uyumlu ? ÜMRAN BULUT [email protected] “Bu resmi okumak gerek: Peri lingerie” resmediyor. Bedenler yapaycalar, kumaşlar ise canlı mı canlı. D. Jabot’un vitrinlerinden tüm ürünler oradan alınası bir yanılsamayı sergiliyorlar. Fotorealistlerde inandırıcı olabilmek adına son derece sabır gerektiren bir boyama tekniğinden bahsetmeliyiz. Resimde benzetme eğilimine 15. yüzyılda girişilmiştir. Beceriklilik ısrarcılığı kuşkusuz ressamların kendilerince geliştirdikleri ve diğerlerinden daha iyi olduklarını gösterebildikleri bir özellikti. Bildiğiniz gibi sonraları Holbein halılarından bahsedildi. 17. yüzyıl natürmortlarına bakın nasıl da gerçeğine benzetilmiştir şeftaliler, limonlar… Yüzyıllar sonra fotoğrafın keşfiyle ressamca ustalıkların sergilenmesine ister istemez gölge düşecekti. Deklanşöre basılacak ve gerçeğin kopyası anında elde edilebilinecekti. Bu resme karşı savaşmıydı? Hayır, olamazdı. Çünkü resmetme eğilimi özgündür. Bugün de aynı görüşle olan birçok sanatçı var. Sonuçta ressamlar eskiden olduğu gibi günümüzde de resmetme duygularıyla da hareket edebilirler ve bunu yaparken de fotoğraftan da yararlanabilirler. Yani resimlerinde isterlerse fotoğrafik olup isterlerse de keyiflerince abartılı olabilirler. Böylece fotorealist resimler daha da ilgi uyandırırlar. Halen izleyicilerin burunlarını tuvallere iyice yaklaştırmalarının sebeplerinden biri de bu olsa gerek. “Ne kadar kuvvetli bir yanılsama var, gerçekten elle mi yapılmış?” gibi sorular insanları yüzyıllardır resimlere çekmektedir. Resimde arzulanan yanılsamacı beceriye gösterilen bu ilginin her daim yaşanacağı da açıktır. Nur Koçak’ın “Peri lingerie” resmine dönersek, onu birçok bağlamda okumamız gerekir: Bu resim simgesel mi? Renk sembolizmi kullanılmış mı? Neden kadın imgeselliğine yoğunlaşılmış? Olay, toplumsal anlamda neler düşündürmekte? Feminist sanatla bağdaşıyor mu? Bunlar gibi sanatçıdan öğrenilecek daha çok soru var. Resmi Ütopya Platform Sanat Galerisi’nde 3 Şubat 2009’a kadar görebilirsiniz. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle