Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Sihirli Orman (El Bosque Animado) Angel de la Cruz ile Manolo Gomez’in yönettiği animasyon filmi Nacho Aldeguer, Mar Bordallo, Claudio Rodriguez ile Juan Miguel Cuesta seslendiriyor. Cecebre Ormanı’nda sıradan bir gündür. Huzur içinde şarkılar söyleyen ağaçlar tuhaf insanların ziyeretiyle şaşkına döner. Mavi kıyafetler içindeki bu adamlar ormana, diğer canlıların hiç tanımadığı türde ağaç dikerler. Huzur içinde yaşayan ormanda sorunlar başlar. Ama sorunların en büyüğünü Furi yaşamaktadır. Küçük, dost canlısı ama bir o kadar utangaç köstebek kendi türünün en şirin yaratıklarından birine, Linda’ya aşıktır. Furi tüm utangaçlığını yenip Linda’ya aşkını ilan etmeye karar verdiğinde korkunç bir gerçeğin farkına varır. Linda’yla beraber tüm köstebek kolonisi insanlar tarafından avlanmış ve esir alınmıştır. Kedi Morrina, ateş böceği Luci, fare Piorno ve ağaç Carballo küçük Furi yardım edebilmek için biraraya gelirler ve köstebek kolonisinin esir tutulduğu evde büyük bir muharebe başlatırlar. ? The X Files: İnanmak İstiyorum (The X Files: I Want To Believe) Chris Carter’in yönettiği ve David Duchovny, Gillian Anderson, Amanda Peet ile Billy Connolly’nin oynadığı film, ödüllü dizi The X Files: Gizli Dosyalar’ın beyazperdeye uyarlanmış ikinci filmi. The XFiles geleneğini takip eden filmde olaylar dizisi farklı seyrederken, oyuncular ve yapımcılar asli kadrodan. Dizinin en sevilen bölümlerinden esinlemeler içeren ve Fox Mulder (Duchovny) ile Dana Scully (Anderson) arasındaki komplike ilişkiyi beklenmedik bir yöne taşıyan film diziden ayrı olarak başlı başına ilerleyen bir hikayeyi takip ediyor. Mulder gerçeği bulma yolundaki sarsılmaz ısrarına devam ederken, tutkulu ve zeki doktor Scully Mulder’ın takip oyununda bir kez daha onun yanında yer almadan edemiyor. Filmde ajanlar, buzlar altında kalmış bir cesedin ve seri şekilde kaybolan bir grup insanın peşine düşer. Hem de bu sefer psişik güçleri olan bir medyumun yardımıyla. (Swing Vote) Joshua Michael Stern’in yönettiği filmde Kevin Costner, Dennis Hopper, Kelsey Grammer ile Stanley Tucci rol alıyor. Bud Johnson, duyguları körelmiş, fırsatları değerlendirememiş orta yaşlı bir adamdır. Kısaca tam bir başarısızlık örneği olan Bud Johnson’ın hayatında tek bir umut ışığı vardır; o da 12 yaşındaki kızı Molly’dir. Molly hem kendisiyle hem de babasıyla ilgilenmek zorundadır. Ancak Seçim Günü’nde ilginç bir durum yaşanır ve küçük kızın yol açtığı olaylar zinciri sonucunda seçimin kaderi tek bir oya, babasının oyuna bağlı hale gelir. ? Oyum Kime? Gerçek kadar acıtanı yoktur Mistik bir masal: Geç gelen gençlik Lara) bulabilecektir. Francis Ford Coppola, John Grisham’ın çok Dominic’in yaşadığı bu mucize, ulaştığı sıradışı satışlı romanından uyarladığı The Rainmaker’dan yetenekler Nazi doktorların hemen ilgisini çeker. Onu (1997) beri on yıldır film deneylerinde kobay olarak kullanmaya karar yapmıyordu. Yirmi yıldır bir ASLI verdiklerinde Dominic İsveç’e kaçar, sahte kimliklere ütopyayı konu alarak uyum arayan bürünür, tutkusu olan dillerin kökenini araştırmayı bir kenti betimlediği Megalopolis SELÇUK üstünde çalışan yönetmen 11 Eylül sürdürür. Romanyalı, Hristiyan, klasik kültürle yetişen olaylarının patlak vermesiyle dilbilimci Mircea Eliade’la latince ve grekçeyi projesini ertelemek zorunda kaldı. Saldırıyı da incelemekten sıkılarak onun için yeni olan, felsefe ve senaryosuna sokmaya, köktendinciliğin nedenini, mitolojileri içeren daha eski Sanskritçe’ye yönelen nasılını anlamaya çalışan usta filmin yüksek Dominic Matei arasında koşutluklar kuran Coppola, bütçesinden ötürü bu çalışmadan vazgeçti. Romanyalı Eliade’ın yaşamını Hinduizm ve Budizm’i tarihçi, yazar, dil uzmanı Mircea Eliade’ın zamanı, araştırmakla geçirdiğini dünyayı ikilik içinde algılama zamanın bilincimizle olan ilişkisine değinen Youth anlayışımızın sınırlarını çizdiğini Without Youth’unu (Geç Gelen irdeliyor. Gençlik) aktarmaya karar verir: 1938’de başlayan Geç Gelen “Geç Gelen Gençlik yaşamını Gençlik, zaman içinde bir yolculuk, ikinci bir kez yaşama şansı elde sonsuz gençlik mitini anlatan bu eden bir adamın öyküsü. Şu anda felsefi, mistik masal, bilinç, düş ve 69 yaşındayım, bu film benim gerçek arasındaki ince çizgiyi, mesleğime 18 yaşındaymışım gibi zamanın engellenemeyen akışını, bir girişmemi sağladı” diyen Coppola adamın aynı anda tüm yaşlarını gerçeği algılamanın bazı yaşayışını, ikicilik olgusunu düzenlemeler sonucunda nasıl yetkinlikle aktarıyor. Zor kavranan saptırıldığını, bakışımızın erkekbilinç, ancak bilinçle varolan zaman kadın, iyilikkötülük, yukarıaşağı, kavramlarını, zamandan zamana tinmadde gibi ikilikler üstüne atlamadan klasik biçemde anlatmayı kurulduğunu oysa dünyanın, yeğleyen Coppola’nın güzel resimsel yaşamın çok daha bütüncül kompozisyonlarını, yerleşik olduğunu irdeliyor: “Doğu felsefesi görüntülerini izlerken yaşamın bizler daha çok bu bütünlük üstüne için olan anlamını da sorguluyoruz. kurulu. Bu bakış açısından ötürü Bilgiyle bilinç temalarını işleyen bu Eliade’ın romanı ilgimi çekti. varoluşçu çalışma usta yönetmenin Sonsuz dönüşle, sonsuz gençlik yaratıcılık krizinin sona erdiğini, mitini anlatıyor, zamanın çizgisel ? Youth Withouth Youth yeniden setlere döndüğünü de değil döngüsel olduğunu (Geç Gelen Gençlik) Yön: kanıtlıyor. Coppola, profesör Matei vurguluyor.” Francis Ford Coppola Oyn: gibi daha kişisel projelerle(Tetro) yeni Tim Roth, Alexandra Maria NAZİ DOKTORLAR bir dönemin eşiğinde sanki. Lara, Bruno Ganz/2007, Yönetmen, gençleşmek, yaşlanmak 1938 yılında Romanya’nın renkli, 120 dakika/Sonykavramlarına Peggy Sue Get başkenti Bükreş’te 70 yaşındaki dil Bmg Married(Peggy Sue Evleniyor/1990) profesörü Dominic Matei (Tim Filmin Özel Bölümler’inde ve Jack (1995) filmlerinde de değindi. Roth) yaşamını dilin kökenine yaratıcı ekiple söyleşiler, set Yaşamını değiştirme gücü edinen adamıştır. Yaşamı süresince kimi görüntüleri, makyaj evresi, olgun kadın Peggy Sue lisedeki zaman başarısız olan, bu zorlu işin müziğin yapımı, fotoğraf gençlik yıllarına dönüyor. Jack, zekâsı giderek bir ömre sığmayacağını galerisi, fragman yer alıyor. 10, fizik görünümü 40 yaşında bir gören, ölümün soluğunu ensesinde adamın yaşlanma öyküsü. Geç Gelen duyan Dominic intihar etmeye karar Gençlik, İstanbul’da ne yazık ki tek verir. Yağmurlu bir günde salonda gösterime girdi (Finansbank şemsiyesiyle sokakta yürüyen AFM Budak Caddebostan Tel. 0216 358 02 02). En Dominic’i yıldırım çarpar. Ölmek isteyen yaşlı adam ilginç yanıysa filmin önce Vcd ve Dvd’si satışa yıldırımdan sonra birden sağlığına kavuşur ve otuz sunuldu ardından film vizyona girdi. yaşına geri döner. Bilinci parlaklaşır, zekâsı daha da Geç Gelen Gençlik’i sinemada izleyemezseniz Vcd artar. Tek amacı olan şey için artık herşey olasıdır: Dil ya da Dvd formatında yakalama şansınız var. kitabını bitirebilecek, hatta ilk aşkını (Alexandra Maria Çıkış Yok (Stuck), cinayete dönüşen dehşetengiz bir trafik kazasından esinlenen, ürkünç, eksantrik ve değişik bir film. Gerçek olmasıyla daha da acıtan, insanı insanlığından utandıran ve allak ALPER bullak eden bu öykü, “acaba TURGUT hepimizin içinde bir canavar mı var?” sorusuna yanıt alperturgut.blogcu.com arayanlar için de biçilmiş bir kaftan… Çıkış Yok’u, korku, gerilim ve gırgırı harmanlayan, B tipi filmlerin usta ismi Stuart Gordon yazdı ve çekti. “ReAnimator”, “Dagon” ve “Edmond” adlı yapıtlarıyla hatırladığımız Stuart Gordon, aynı zamanda sektöre uzun yıllardır yazar, yapımcı ve oyuncu olarak da hizmet eden bir adam… Çıkış Yok’un gerçekten beslenip, güzel bir finalle hakikati tersyüz ettiği senaryosu John Strysik’e ait. Filmin başrolünde Estonya asıllı psikiyatrist bir baba ile Yunan kökenli hemşire bir annenin kızı olan, kimine güzel, kimine itici gelen Mena Suvari var. Sınır tanımayan karakterleri canlandırmaktan çekinmeyen Mena Suvari, “Amerikan Güzeli” ve “Amerikan Pastası” serisi ile meşhur olmuştu. Çıkış Yok’un diğer başrolünü ise ünlü yönetmen Neil Jordan’ın asla vazgeçemediği İrlandalı kurt aktör Stephen Rea üstlendi. “Ağlatan Oyun”, “Plüton’da Kahvaltı”, “Michael Collins” ve “Vampirle Görüşme” ve “V”, Stephen Rea’nın klâsını gösterdiği filmlerden birkaçı… Çıkış Yok’un görüntü yönetmeni Denis Maloney… Müzikler ise Bobby Johnson imzasını taşıyor. Dar kadro ve düşük bütçeyle çekilmesine karşın gayet iyi kotarılan, Kanada, ABD, İngiltere ortak yapımı bu film kaçmaz. Dağıtımı Medyavizyon tarafından yapılan ve çeşitli festivallerden ödüllerle dönen Çıkış Yok, dün 24 sinemada gösterime girdi. İNSANIN CANİ YÜZÜNE DAİR… İngilizce bir kelime olan “Stuck”, sıkışmak anlamına geliyor ve bu film sıkışma eylemini öyle bir anlatıyor ki, izleyen herkese “yok artık” dedirtiyor. Ancak ve ne yazık ki, bu filmin konusu, ABD’de yaşanan bir olaydan esinlenerek oluşturuldu. Çıkış Yok, insanın cani yüzüne dair ağrıtan ve sersemleten bir öykü… Şimdi 2002 yılında ajanslara düşen ve dünyayı şoka uğratan şu habere bir bakın; “ABD’nin Teksas eyaletinde, 25 yaşındaki hemşire Chante Mallard, Ectasy hapının üzerine alkol aldıktan sonra direksiyonun başına geçti. Gece yarısı, yolda yürüyen evsiz bir adam olan 37 yaşındaki Gregory Biggs’e çarpan hemşire, Biggs’i ağır yaralı olmasına aldırmadan garajına kapattı. Biggs inleyerek yardım isterken, buna aldırmayan Chante Mallard, evine çıkıp erkek arkadaşıyla sevişti. Seks yaptıktan sonra garaja inerek, adamdan özür dileyen cani hemşire, adamın kan kaybından ölmesini büyük bir soğukkanlılıkla bekledi. Biggs can çekişe çekişe yaşamını yitirirken, Chante Mallard, cesedi arkadaşlarıyla birlikte bir parka attı. Adli tabip tarafından yapılan muayenede, Biggs’in iç kanamadan değil, sadece kan kaybı ve şok yüzünden öldüğü saptandı. Uzmanlar, araba çarptıktan sonra bir ya da 2 saat canlı kalan Biggs’in, zamanında tıbbi yardım almış olması halinde hayatta kalabileceğini açıkladı. Polis tarafından evde yapılan aramada, ön camı kırık ve üzeri kan lekeli araba bulundu ve Mallard’ın suç kanıtlarını yok etmek için aracın koltuklarını evinin arka bahçesinde yakmaya çalıştığı ortaya çıktı. Daha sonra polis tarafından yakalanan hemşire ‘üzgün’ olduğunu söyledi, suçunu itiraf etti ve 50 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Gregory Biggs’in oğlu Brandon, karar açıklandıktan sonra mahkemede Mallard’ın ailesine elindeki bir kâğıttan ‘Böyle davalar kazanılmaz. Biz nasıl Greg’i kaybettiysek, siz de kızınızı kaybedeceksiniz’ cümlelerini okudu. Brandon, babasının kız arkadaşına borç para vermesinden ve kamyonuyla evini kaybetmesinden sonra iki yıldır evsiz olduğunu da anlattı.” Nasıl, içinizden lanet okudunuz değil mi? İnsanın kanını donduran böylesine kaç hikâye var bir bilseniz. Neyse… Şimdi gelelim bizim öykümüze… Yaşlı bakımevinde çalışan ve terfisini bekleyen genç ve iyi kalpli Brandi’nin (Mena Suvari), mesai bitiminde ruh hali değişmekte ve uyuşturucunun tesiri altında saçmalamaktadır. Bir gece sarhoş halde hayli külüstür arabasını kullanmaya çabalayan Brandi, cep telefonuyla konuşurken (hata bir iken iki oldu) karşıdan karşıya geçmekte olan evsiz Tom’u (Stephen Rea) göremez ve zavallı adama çarpar. Çarpmanın hızı ve şiddetiyle Tom, arabanın ön camından yarı beline kadar içeri girer. Görenin gözleri faltaşı gibi açılırken, Brandi çoktan kirişi kırmıştır. İçinde kalan son merhamet duygusuyla yaralı adamı hastaneye bırakmak isteyen Brandi, sonradan başım belaya girer korkusuyla bu fikrinden vazgeçer. Ve doğruca arabayı evine sürer ve kapalı garajına park eder. Tom’un ölmediğini anlamasına karşın yine de ona yardım etmekten kaçınan Brandi, sıkışmış adamı ‘katletsin’ diye uyuşturucu satıcısı sevgilisi Rashid’i (Russel Hornsby) eve çağırır. Rashid önce korkar ama devamında acımasız yüzü iyiden iyiye açığa çıkan Brandi’nin korkunç planına dâhil olur. Vahşi ikili, masum Tom’u öldürüp, gömmek konusunda artık hemfikirdir. Önce cellâtlarından yardım dilenen Tom, gerçeğin ayırdına varınca kaderine isyan eder ve harekete geçer. Çalışan bir adamken bürokrasinin hışmına uğrayan ve hayatın sillesini yiyen Tom’un, kolayca teslim olmaya niyeti yoktur. Av ve avcı, bazen yer değiştirebilir. İşte Tom’a düşen de bunu ispatlayabilmektir. Kan, şiddet, öfke ve nefret… Müthiş son bizi beklemektedir. C MY B C MY B