19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

13 EYLÜL 2008 CUMARTESİ 3 Heykeller Lüleburgaz’da soluk alıyor Günlerdir süren çalışmaların sonunda ortaya çıkan heykeller Lüleburgaz halkıyla beraber soluk almaya başladı. “Kültür bir kentin soyadıdır” sloganıyla yola çıkılan I. Taş Heykel Sempozyumu’na yurtiçinden ve yurtdışından pek çok sanatçı katıldı. Lüleburgaz’da ilk kez düzenlenen Taş Heykel Sempozyumu’na bu yıl Dünya’nın ve Türkiye’nin farklı şehirlerinden gelen birçok sanatçı katıldı. Bir aydır sürdürdükleri çalışmaların sonucunda kentin farklı yerlerinde sergilenecek olan eserler, sanat kültürüne önemli katkılar sağlarken insanlarla da sürekli bir ilişki içinde olacak. GÖKÇE “Kültür bir kentin soyadıdır” sloganıyla yola çıkan Lüleburgaz ERBİL Belediyesi etkinliğin evsahipliğini üstlenirken afişlerinde ve davetiyelerinde Rodin’in Düşünen Adam heykelini kullanmış. “Bu heykeli akıl hastanesinin bahçesine koyan bir ülke yaşıyoruz” diyen yetkililer heykelin üniversite bahçelerine ve bilim merkezlerinin önüne konması gerektiğinin altını çizerek “Düşünen Adam heykeli görüntüsünün kentin meydanlarında, sokaklarında görünmesini istedik” diyorlar. “Kentler kültür üretir, bilgi üretir” diyen yetkililer bunun için gerekli her türlü koşulu Lüleburgaz’da hazırlama çabasında olduklarını belirtiyor. Kentin en işlek yerlerinden biri olan Kapalı Pazaryeri ve Semt Merkezi’nden günlerdir yükselen taş sesleri, Lüleburgaz halkı tarafından ilgiyle izleniyor. Evlerinin, sokaklarının hemen yanı başına taşınacak olan bu heykeller kent halkıyla soluk alıp, yaşama imkânına kavuşacak. Bitmiş bir iş ölmüştür Malzemelerini çöplerden topladığı atıklardan oluşturan çağdaş Türk sanatının en önemli isimlerinden Bubi, sanata farklı yaklaşımıyla da dikkat çekiyor Çağdaş Türk sanatının en önemli isimlerinden Bubi’nin sokaktan toplanan atılmış malzemeyle bir araya getirdiği kafes çalışmaları 13 Eylül 8 Ekim tarihleri arasında Galeri Artist Berlin’de Alman izleyicilerle buluşuyor. Sanatçı kimliğini, “Ben”i ve düzeni reddeden, kişiliğin baskısından kurtulan “İş”in kendi yolunu seçtiğini SABİHA savunan sanatçı, KURTULMUŞ “Yapıt satmak ve limon satmak arasında bir fark yoktur” diyerek galericilerin de işini zorlaştırıyor. Eserleri gibi genel sanat söylemlerini de tahrip eden Bubi’yle sabahın erken saatlerinde Nişantaşı’ndaki atölyesinde buluştuk. Almanya’ya nasıl bir sergi götürüyorsunuz? Paslanmış demir, okside olmuş pirinç ve bronz izlenimi veren kafesleri sergileyeceğiz Berlin’de. Bez ve kağıtlar sizin elinizde metal görüntüsü kazanıyor. Görüntünün yanı sıra sertliğini de. Gazete kağıtlarından yaptığım kafeslere çiviler çakıyorum. ‘Gazete Kağıtlarına Çivi Çakan Adam’ diye anılabilirim. satmaya çalışmak zor değil mi? Yapıt satmak ile limon satmak arasında fazla bir fark görmüyorum. Her işin kendine göre bir zorluğu vardır. Sanatçı ruhunu mu, düşüncesini mi satar? Galericisini satar. Eserlerinizi sever misiniz? İşlerimi genelde beğenmem. Dahası bu işlere bu kadar paraların neden yatırıldığını da anlamış değilim. Yapıtlarınız gibi sanatla ilgili düşünceleriniz de oldukça farklı. Örneğin; sanatçı kimliğinize, üsluba karşı çıkıyorsunuz. Sanatçı kimliği, genelde bu işe yeni başlayanlar için önemli. İhsari, bir nevi diploma gibi bir şey. Bu tip kimliklerin artık benim için önemi yok. Dahası beni genellediği için de, ayrıca kızıyorum. Nasıl bir genelleme? Özelleştirerek yapılan bir genelleme. Size bir tanım yakıştırıp rol biçiyorlar. Sonra da sanatçı gibi olmanızı istiyorlar. Oysa ben göbeğimi kaşımayı tercih ediyorum. Bunlar sıkıcı şeyler. Değil sanatçı, ben kendim gibi bile olmak istemiyorum. Nasıl? Yeni bir yüz, yeni bir adla sokağa çıkıp hayatımı yaşar gibi, sanatta da farklıyı denemek ilginç geliyor bana. Bu bir özgürleşme isteği mi? Şüphesiz özgürlük istemini de içinde taşır. Batı toplumlarındaki fashinglerdeki, balolardaki maske takma mantığı boşuna değil. İnsanların gerçek yaşamda maskeler takması çok çekici olabilir. Sanatçılarla halk bir arada 15 Ağustos’ta çalışmalarına başlanan ve önümüzdeki günlerde sergilenecek olan eserlere farklı ülkelerden gelen sanatçılar imza atıyor. Karin BohrmannRoth, Nevzat Atalay, Georg Roth, Özcan Aydemir, Raphael Alexander Beil, E. Berika İpekbayrak, Roland Romedius Steger, Yıldız Güner, Rolf Steiner ve Rahmi Atalay’ın eserlerinin sergileneceği sempozyuma farklı şehirlerden gelen insanlar da destek veriyor, sanatçılar ile bire bir konuşma fırsatını yakalıyor. Konu ile ilgili görüşlerini aldığımız CHP’li Lüleburgaz Belediye Başkanı Emin Halebak da Fotoğraf: Lüleburgaz’ın fiziki ALİ BEYLİKÇİ büyüklüğü ve nüfus yoğunluğuyla birlikte önemli bir değişim sürecini yaşadığını belirtiyor. Kasabadan kente Cumhuriyet’in çağdaş öyküsünün yaşandığını belirten Halebak, belediye vatandaş ilişkilerinde, sadece suyu akıtan, çöpü toplayan, yol ve kaldırım yapan bir belediyecilik anlayışının dışında kentlerin bilginin yanısıra kendi kültürünü ve sanatını üreten yerler olması gerektiğini söylüyor. Bunun imkânlarını hazırladıklarını belirten Halebak, “İnsanlara bakış açısı, boyut algılaması kazandıran bir sanat alanı heykel. Bu imkânı sunmak istedik Lüleburgaz’da yaşayanlara. Lüleburgaz’da 17 yıldır yapılan Uluslararası Çocuk Şenlikleri’nde binlerce çocuk Heykel Etkinlik Çadırımızda dört gün boyunca kilden heykeller yapıyorlar. Bunu şimdi canlı performans olarak görsünler, izlesinler istedik. Bırakın ‘birileri’ heykellere tükürsün, yerlerinden kaldırmak için türlü bahaneler uydursun. Böyle bir çalışmanın bir çocuğun dünyasındaki etkilerini yıllar sonra ölçebiliriz. Çocuklarımızın sadece okul eğitiminde çok başarılı olmalarının yeterli olmadığını, sosyal ve kültürel alanlarda da etkin olmalarıyla geleceklerinde daha başarılı bireyler olabileceğini, ortak iyi ve güzeli üretebileceğini biliyoruz. Onlar için her türlü imkanı sunmayı bir sorumluluk ve görev kabul ediyoruz” diyor. Bunun gibi pek çok etkinlik düzenlediklerini belirten Halebak, “Bu etkinliğin Kapalı Pazaryeri ve Semt Merkezi alanında düzenlenmesinin amacı özellikle pazarın kurulu olduğu pazartesi ve perşembe günlerinde çevre köylerden, beldelerden ve ilçelerden gelenlerin de etkinliği kolaylıkla izleyebilmesini sağlamaktı. Bu kapsamda pazarın kurulu olduğu günler diğer günlere nazaran etkinliğin daha fazla insan tarafından takip edildiği günler olup, Lüleburgaz dışından da birçok insan etkinliği ilgiyle karşıladı. Sanatçılarla birebir konuşma fırsatı buldu” diyor. Sempozyum 15 Eylül’de sona erecek. Bir süre topluca sergilenecek olan eserler daha sonra Sempozyum Yürütme Komisyonu tarafından belirlenecek kentin uygun alanlarına yerleştirilecek. Taş seslerinin insan seslerine karıştığı Lüleburgaz’da heykeller önümüzdeki günlerde soluk alıp vermeye başlayacak. YAŞAYAN BİR İŞ Ya seslerini nasıl gizleyecekler? Onu da aşan bir ses sistemi kullanılmalı. Kısaca, kimliği ele veren her şey kaldırılmalı. İnternetteki görüşmelerin çekiciliği bundan değil midir? Kavabata’nın “Uykuda Sevilen Kızlar”ı gibi. Üsluba karşı çıkmanız da, benzer nedenlerden mi kaynaklanıyor? Şüphesiz, aynı şeyleri tekrarlamak, kendin gibi olmak, parmak izi, vs… gibi polisiye kavramlar içinde sanatı yaşamanın bir gereği var mı? Kişi en azından üretim aşamasında kendinden kurtulmalı, kimliksizleşmeli. Kendisi gibi olmayıp da, ne yapacak sanatçı? Bir başkasına benzemek kadar, kendine benzemek ve kendini tekrarlamanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Sanatçıya hiçbir çıkış bırakmıyorsunuz? Sözlü geleneklerde var olan anonim yapı gibi bir yapı öneriyorum sanatçılara. Zaman içinde bir şeylerin üst üste ilave edildiği bazen çıkartıldığı bir türkü gibi taze, hiç bitmeyen, zaman içinde değiştirilebilen, kısaca yaşayan bir iş öneriyorum. YAŞANMIŞLIK ÖNEMLİ Malzemelerinizi çöplerden topladığınız atıklardan oluşturuyorsunuz. Çöpe atılmış atık malzemeler nedense dikkatimi hep çekmiştir. Özellikle, ‘bedava’ oluşları çok cazip. Yine de işlerimde onları geldikleri yerdeki görüntüleri ile kullanmıyorum. Onları yeni bir form ve renkle örgülerin bir elemanı haline dönüştürüyorum. O zaman onları neden topluyorsunuz? Az önce söylediğim gibi, öncelikle bedava. Ayrıca bu atıkların atölyemi bir “çöp ev” haline sokması benim için önemli. Onlar sayesinde estetik görüşüm çeşitlilik kazanıyor. Ve onların boyut ve renklerindeki farklılıkların yaptığı çağrışımlar benim için çok önemli. Çalışma tarzımı biliyorsunuz. Ben baştan ne yapacağımı hiç bilmem. Ve ansızın konsantre oluyorum. O an her şey hazır olmalı. Ve malzemeler kendiliğinden devreye girmeli… Sanatçılar genelde güzele, rafine olmuşa başını çevirirken, siz seçiminizi çöplerde, atıklarda bulmaya çalışıyorsunuz. Ben saray ressamı değilim. Nedense düzene uygun şeyler ilgimi çekmiyor. Farklıyı, bir başkasına göre çirkini, pis gibi olanı kendime yakın hissediyorum. Moda veya marka olmuş beğeniler bana soğuk geliyor. Buna karşın, kırılmış bir iyon heykelindeki yaşanmışlık benim için önemli… Kırılmış bir iyon heykeli derken… Müzelerde izlediğimiz o beyaz mermer heykellerin yapıldıkları dönemde boyalı oldukları genelde bilinmez. Boyaları dökülmüş, zamanla aşınmış, patine olmuş halleridir bizlere çekici hatta cinsel gelen. Ellerimizi sürmemize izin vermeseler bile gözlerimizle soyup okşarız onları. Genelde renkçi olduğunuz halde, boyanmış iyon heykellerindeki renklere karşı çıkıyorsunuz. Renge, renkçiliğe hiç karşı olmadığım halde iç çamaşırlarımın beyaz olmasını tercih ederim. Sanatın trendlerle ilerlemesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Toplumsal olaylar, moda, vs… gibi şeyler içinde ben yoksam, beni hiç ilgilendirmez. Duvarları işgal etmek, sonra da onları Uyanıkken iş yapmam İşlerinizi sürekli değiştiriyorsunuz. Bazen de tahrip ediyorsunuz. Az önce söylediğim gibi, ben genelde işlerimi beğenmem. Onlarda sürekli eksik veya yanlış bir şeyler bulurum. Bu yüzden de değiştirmek isterim. Onları her an patlamaya hazır, canlı bir bomba olarak gördüğümden, onları tahrip etme isteğiyle dolarım. Sattığınız işleri de kapsıyor mu bu yaklaşımınız? Evet, bakım bahanesi ile onları alıp değişiklikler yaparım. Hiçbir şey sabit değil. Bence bir yapıtın canlılığı, onun bitmemişliğinden yani değişebilir gibi durmasından kaynaklanır. Bitmiş bir iş, ölmüştür. Siz işlerinizi bitirmeden mi sergiliyorsunuz? Bu bilinçli bir tavır değil. Kendiliğinden oluşuyor. Üretim aşamasında, ansızın uyanıyorum. O an durmam gerektiğini öğrendim. Uyumaya yeniden vakit bulamazsam, o haliyle sergilerim. Neden? Uyanıkken işe devam edilemeyeceğini biliyorum. Çünkü; o andan itibaren işin içine akıl, duygular, tecrübe, hırslar vs… gibi şeyler kısaca kişiliğiniz girmeye başlar. Bu da işi kuruluğa götürür. Herkesin kişilikli olmayı yücelttiği bir ortamda, siz kişiliksizliği savunuyorsunuz? Evet. Sanatta birinci tekil şahıs yoktur. Ben, bir safra gibi atılmalı. Ondan kurtulunca başta özgürlük olmak üzere tarafsızlık, yeni ve heyecan kendiliğinden geliyor. Sizin kişiliğinizden, kişiliğinizin baskısından kurtulan yapıt kendi kimliğini buluyor. Bir yerde işi siz yapmıyorsunuz? Evet. O, kendi kendini yapıyor. Siz sadece onun oluşumuna aracı oluyorsunuz. Bu tespitiniz önemli. Biraz açar mısınız? Üretim aşamasında önce kendinizden kurtulup, konsantre olmanızın yollarını bulmanız lazım. Çünkü sanat, ne akılla ne de duygularla yapılır. Konsantre olup, derinlere daldıkça iş kendi kendini üretmeye başlar. Az önce söylediğim gibi kişiliğinizin baskısından kurtulan iş kendi yolunu seçmeye başlar. Birden işin iyi veya kötü gitmeye başladığını hissetmeye başlarsınız. İşte o an, uyanmaya başlamışsınızdır. Üretimi hemen bırakmanız lazım. Neden? Çünkü o an devreye kişiliğiniz girmeye başlamıştır. Aklınız, beğenileriniz, duygularınız ve şüphesiz hırslarınız söz almaya başlıyordur. Bunlar ise tehlikelidir. Ya devam ederseniz.. O zaman kişiliksiz ve bitmiş işler ortaya çıkmaya başlar. Kuru ve bitmiş. Kısaca ölü. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle