22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 13 EYLÜL 2008 CUMARTESİ Martıların hiç susmadığı, rüzgârının tatlı tatlı estiği adalar, yaz aylarında kışın sakinliğini üstlerinden atar. Son yıllarda artan sanatsal etkinlikleri ise fark BERİL etmemek imkasız. Her ZAMAN sokakta ya bir resim ya bir fotoğraf ya da takı sergisine rastlamak mümkün... Bir de konserler, dinletiler var tabii... Herkesin birbirini tanıdığı adalarda yapılan bu etkinlikler akşamları bir arada geçirmek için en güzel bahane aslında. Adalar Kültür Derneği’nde, Adaevi’nde, Anadolu Kulübü’nde, Çınar Meydanı’nda ve Cumhuriyet Meydanı’nda resim, seramik, fotoğraf ve takı sergisi, dialı söyleşiler, dinletiler, sohbetler ve atölye çalışmaları yapılıyor. Bu sanatsal etkinliklerin en büyük destekçisi ise her etkinlikte sanatçının yanında olan Adalar Kaymakamı Mevlüt Kurban. “Altı kardeşimi de ailem okutamadı. Onlar ciddi bir hayat mücadelesi verdiler. İçlerinde okutabildikleri tek ben oldum. Beni de Mevlüt ancak ‘İmam Hatip’te Kurban okursan okuturum seni’ dedi babam. Çünkü cami imamının sözünü kaymakamın sözünden üstün sayardı. Bu nedenle o okulu bitirdim.” diyerek kedini anlatmaya başlayan Mevlüt Kurban 1976 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olarak atıldığı meslek hayatını bir çok il ve ilçede Kaymakam Vekillikleri, Vali Yardımlıkları ve Kaymakamlık görevleri yaparak devam ettirmiş. Son dört senedir de Adalar Kaymakamı olan Kurban, ‘sanatçıların susmadığı dönemler gerçek demokrasilerdir’ diyerek sanatçılarımızın susmaması için sanata ve sanatçıya sonsuz destek vermeye devam edeceğini söylüyor. Kurban’la adalarda sanat üzerine söyleştik. Adalar’da her sokakta sanat var özlemini duyduğumuz, hedeflediğimiz bu, çünkü sanatçının ve sanat sevenlerin bulunduğu adalar yaşanmaya değer. Sanat merkezi haline gelmesi için neler yapıyorsunuz? Geçen yıllarda sadece çarşının içinde açtığımız ‘Sanat Sokağı’nı ikiye çıkardık. Gelecek yıllarda tüm adanın sanatla iç içe olması için uğraşıyoruz. Genelde araç girmediği için sanat sokaklarının artması çok mümkün. Bir sokakta heykeltıraş, bir sokakta ressamlarımız, bir sokakta da telkari işçileri çalışsın istiyoruz. Böylece herkesin sanatını yapacağı bir merkez haline gelebilir. Sergilerimiz Eylül sonuna kadar devam edecek. Ada Evi’nde, Anadolu Kulübü’nde, Adalar Kültür Derneği’nde, bazen de Cumhuriyet Meydanı’ndaki standlarda gece geç vakitlere kadar sergiler yapılıyor. Cumhuriyet Meydanı‘ndaki sergilerde Halk Eğitim Merkezi’nde yetiştirdiğimiz kursiyerler ürünlerini hem sergileniyor hem de satıyor. Böylece kadınlarımız daha üretken, yuvalarına maddi katkı yapabilen bireyler haline geliyor. Beklenenden çok fazla sayıda kursiyer değişik dallarda, yıllık kurstan geçiriliyor. Davranış kurallarından, bir garsonun müşterisine nasıl davranacağına kadar... Faytonculara yönelik okumayazma kursları da açtık. El sanatları, takı tasarım, telkari kursları gibi birçok farklı alanda kurslar veriliyor. Gelecek yıl cam işleme kursu da verilecek. Küçük bir imalathane açarak cam sanatının da adamıza tıpkı telkari gibi yerleşmesini istiyoruz. Sanatsal eğitim için planlarınız neler? Adada önceki yıllarda Tepeköy mevkiinde Yeditepe Üniversitesi’ne bağlı Güzel Sanatlar Fakültesi açılmıştı. Fakat o yıllarda gerek ana karayla ulaşım, gerekse okuyan öğrencilerin adada barınmaları, kalmaları ve çalışma mekanları sağlanamamış. Bu nedenle fakülteyi kapatmışlar, ama binası boş duruyor. Biz yetkililerle bu alanı faydalı kullanmak için konuşmalara başladık. Tekrar Yeditepe’nin de olabilir, başka bir üniversitenin de.. Ama yine Güzel Sanatlar Fakültesi... Bu fakülte açılırsa istediğimiz bütün sanatsal oluşumların alt yapısı hazırlanabilir. Sanatı küçükten sevdirmek, dersinin yanında boş zamanlarında sanatla uğraşmasını sağlamak, arzu etmediğimiz yerlere gitmesi yerine sanata özendirmek hedefimiz. Karma sergilerimizde geçen yıl da yaptığımız gençler ve çocuklar arasındaki resim yarışması da bu arzumuzdan kaynaklanıyor. Küçük yaşta sanata ilgi duyan çocuklarımıza, gençlerimize ilk üçe girene plaket vererek diğer arkadaşlarının yanında, biraz daha farklı hâle geldiğini hissettirmek. Eminim her yıl arttığı gibi gelecek yıl da daha çok öğrencinin katılımı olacak. Yeni kuşak ve gelecek kuşağın sanatla buluşup etkileşim içine girmesini istediğimizden karma sergide ödüle layık görülen çocukların eserleri de sergileniyor. Peki, konser ve dinletilerden biraz bahsedersek... Geçmiş yıllarda festival yapmıştık. Bu sene ise seçim nedeniyle böyle bir uygulamanın farklı yorumlanması endişesiyle; bazıları kendi politik arzularına bir kalabalığı alet etmeye çalışıyor; o nedenle küçük boyutlu, küçük mekanlarda özgün müzik tarzında söyleşiler ve dinletiler yapılıyor. Ada evinde, Prinkipo’da, Adalar Kültür Derneği’nde... Yine İstanbul Caz Festival’inde boşluk olan birkaç günde Adalar’da Balık Ekmek Caz konserleri yapıldı. Adadaki insan profiline uygun birkaç konser daha verilecek. Daha çok belediye ilgileniyor bu işle. Konserlerle bu yazı da bitirmiş olacağız.... sergi Üç Kitaplı Kentler Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, 19. yüzyıl sonuna tarihlenen ve Kudüs ve Kutsal Topraklar’ı betimleyen, Sadrazam Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa’ya ait albümdeki fotoğraflardan oluşan bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü Ekrem Işın’ın, danışmanlığını M. Baha Tanman’ın üstlendiği, “Üç Kitaplı Kentler: 19. Yüzyıl Fotoğraflarında Kudüs ve Kutsal Topraklar” başlıklı sergide 19. yüzyıl sonlarında Kudüs ve Gazze sancaklarında bulunan belli başlı yerleşim birimlerindeki yapıların fotoğrafları yer alıyor. Fotoğraflar, hem Kudüs ve çevresinin ortaçağdan kalma tarihsel yapılarını, hem de 19. yüzyıl modernleşmesinin bölge mimarisindeki etkilerini yansıtıyor. Sergi, 19 Ekim tarihine dek görülebilecek. (Tel: 0 212 334 09 00) Benim Adım Apel Adını ilk iki katında yer aldığı yüz kırk yıllık Apelyan Apartmanı’ndan alan Galeri Apel, 10. kuruluş yılını kutluyor. Üretimleriyle 1998’den bu yana galerinin daima yanında olan sanatçılar, Benim Adım Apel adlı sergi ile bir kez daha Apel çatısı altında yeni yorumlarıyla ortak bir tema etrafında buluşuyor. Eylül’de üç mekana yayılacak olan serginin bir bölümüne İstanbul Fransız Kültür Merkezi ev sahipliği yaparken bir diğer bölümü de Tophane’deki Tütün Deposu’nda izlenebilecek. Galeri Apel ise Canan Pak’ın kişisel sergisine ev sahipliği yapacak. İstanbul Fransız Kültür Merkezi’ndeki bölüm 10 Ekim, Canan Pak kişisel sergisi 11 Ekim, Tütün Deposu’ndaki bölüm ise 7 Ekim’e dek açık kalacak. (Tel: 0 212 393 81 11) İnsan Halleri İstanbul Modern’in ev sahipliğini, küratörlüğünü Engin Özendes’in üstlendiği İnsan Halleri adlı sergide, galerinin bir duvarında Ergün Turan ve Süreyya Yılmaz Dernek’in en doğal halleriyle yoldan gelip geçenleri çektiği, öteki duvarda ise Sıtkı Kösemen’in “ölü taklidi” yapan kişileri saptadığı fotoğrafları yer alacak. Her iki projeden toplam 52 fotoğrafın sergileneceği sergi 25 Ocak’a dek sürecek. 4 yıl boyunca İstanbul’un çeşitli semtlerinde, tahta bir kasnağa gerilmiş, kara bir fon önünde sokaktan geçen insanları fotoğraflayan Ergün Turan ve Süreyya Yılmaz Dernek, yaşadığımız kentin sokaklarında her gün sayısız yüzle, “diğer”leriyle göz göze olduğumuzu belirtiyor. (Tel: 0 212 334 73 00) SEVGİ VE SAYGI Adalar’a Kaymakamının gözünden bakarsak… Adalar, metropol ile yakın yerleşim yerleri olmaları nedeniyle önemli. Nereyi dolaşırsa dolaşsın gözü deniz gördüğünden ada insanı yalnızdır; yalnızlığı doyasıya hisseder. Özellikle sağlık, afet gibi sorunlar olursa hayatımı sürdürebilir miyim endişesini hisseder. Bu yalnızlığı adalılar birbirleriyle yumak olup atlatır; adalarda herkes birbirini tanır. Etrafı tel örgülerle çevrili bir köy havası vardır adalarda. Bu yalnızlık duygusunu bilen yöneticiler eskiden de yönetimlerine ortak olarak gördükleri kardeşlerini, prensleri adalara sürmüşler. Bir zamanlar adaların adı Prens Adaları’ymış; sürgün edildiklerinden... 1900’lü yılların başında dörtte üç nüfus gayri müslim, dörtte biri ise müslüman. Tarihsel süreç içinde izlenen dış politikalar sonucu gayri müslim nüfus dörtte bire kadar düştü. Önemli nokta ise buradaki halkın, birbirlerinin inançlarına saygı göstererek senelerdir uyum içinde yaşamaları. Gayri müslimlerin zanaatla büyük uğraşları olmuş; en güzel taş ustaları, en güzel kalem ustaları Ermenilermiş, hassas işçilikler hâla onlara yaptırılıyor. Hoşgörü halen devam ediyor. Böyle bir ortamda hem kültürel, sosyal zenginlik hem de sanatsal zenginlik boy atmış tabi ki. Adalarda da özellikle yaz aylarında sanat ve sosyal olaylar harman olur. Resim, fotoğraf sergilerinden çini sergilerine kadar irili ufaklı, farklı alanlarda sanatsal faaliyetler yapılıyor. Siz bu sanatsal faaliyetlere destek oluyor musunuz? Destek olmadan bu kadar fazla sanatsal etkinliğe ev sahipliği yapılamaz. Son senelerdeki artışın nedeni ‘adalarda yönetim sanatı destekliyor, sanatçıya sahip çıkıyor’ diye kulaktan kulağa duyulması. Sanatçılar özgür insanlar. Bir tiyatro oyuncusu yönetim ne olursa olsun, acımasızca yönetimin normal olmayan yanlarını eleştirebilir; oyununda iğneleyebilir. Bir edebiyatçı hiç tereddüt etmeden yazar; bir ressam eleştireceği konuyu tuvaline aktarırken kendini sınırlamaz. Sanatçılar cesurdur. Bu nedenle ülkenin yetiştirdiği önemli bireylerdir; hiç düşünmeden desteklenmelidirler. Yolunda gitmeyen olayların olduğu sıkıntılı anlarda umutsuz insanlara ışık tutan, gelecek gösteren önemli ölçüde sanatçılardır. Sanat yapamasam da sanat yapanlara, sanatçılara en azından sahip çıkmaya çalışıyorum. Sanatçılar kocaman bir kitlenin sorumluluğunu üzerlerinde ve omuzlarında taşıyan insanlar. Sanatçıların susmadığı dönemler gerçek demokrasilerdir. Sanatçılar susmaya başlamışsa artık o yaşam biçiminde bir tehlike var demektir. Ben sanatçılarımızın bu ülkede hiç susmamasını, sanatlarını hiç bıkmadan usanmadan yapabilmelerini istiyorum. Tiyatrolar arzu edilen ilgiyi görmese de, sanatçılarımızın eserleri itilse kakılsa bile, sanatçının eserine hakaret eden yetkililer çıksa da her şeye rağmen sanat konusunda yılmadan mücadele etme ve çalışma dönemidir. Adalardaki sanat yaşantısı gelecek yıllarda da idareler, yerel yönetim veya merkezi idarenin temsilcileri sahip çıkmaya devam ederse tam bir sanat ve kültür merkezi haline gelebilir. Bizim de tiyatro Kantocu Haldun Dormen’in yazıp yönettiği Kantocu, Cumhuriyet’in ilanı dönemlerinde geçiyor. O dönemde sahne sanatlarında müslüman kadınların rol almasının yasak olması nedeniyle, kendini Verjin adlı bir Ermeni olarak tanıtan Bihter’in üzerinden Atatürk’ün Cumhuriyet ilanından sonra Türk kadınına getirdiği özgürlüğe ve ülkedeki değişimlere, Ermenilerin dönemin kültür ve sanat hayatına getirdiği katkı ve toplumun bir parçası olduğuna ve onlara gösterilen hoşgörüye vurgu yapıyor. Dormen bu öyküyle Bedia Muvahhit, Cemal Sahirin, Muhlis Sabahattin, Eliza Binemeciyan, Küçük Virjin, Mari Fera, Peruz, Şamran gibi unutulmaya yüz tutmuş birçok ünlü sanatçının adlarını da oyuna katarak, onlara bir saygı duruşunda bulunduğunu söylüyor. Aslı Aybars, Mehmet Çerezcioğlu, Bilge Zobu ve Volkan Kandemir’in de aralarında bulunduğu tanınmış isimlerin yanında genç oyuncular da rol aldığı Kantocu, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Kültür Sarayı’nda bugün sahnelelenecek. (Tel: 0 222 330 45 00) Izİzlenim ? Olmuş Bi Kere ÜMRAN BULUT umranbulut@gmail.com Tiyatro Birileri’nden Barbaros Uzunöner, yaşam denen tiyatrodan damla damla süzdüğü kahkahalarını sahne denen dünyaya taşıyor. ‘Olmuş Bi Kere’ adlı tek kişilik gösteride, tarihimizdeki ilginç olaylar, toplumca yaşadığımız ilginçlikler, edebiyat dünyamızın önemli isimleri ile ilgili mizahi anılar, siyaset dünyasının komik yüzü, futbol dünyasının gülünesi yanları, yurtdışında ülkemiz adına yapılan gözlemlerin aktarılması gibi konular yer alıyor. Gösteri sadece güldürmeyi değil, sosyal sorumluluk gereğince izleyenlerine danışmanlık yapmayı ve onları bilginin aydınlığına çekmeyi amaçlıyor. 19 Eylül’de Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi’nde Turkiye Omurilik Felclileri Derneği yararina düzenlenen gecede sahnelenecek. (Tel: 0 212 660 04 20) Vecd Halleri Salonda sadece üç iş var. Birbirlerine uzakça yerleştirilmişler. Yalın bir görsel sunum bu. Rahat izleyebilirsiniz. Etkileyiciler. Duyulan çeşitli sesler ise biraz karışıklık yaratıp insanı meraklandırıyorlar. “Hangi ses ve nereden geliyor?” dedirtiyorlar... Ortam vecdin, aşırı heyecanın anlamsallığıyla bezenmiş, şunu vurguluyor: İnsanlar vecde hiç yabancı değiller. Çok eski zamanlarda da kendilerini çok coşturacak, kendilerinden geçirecek birşeyleri buldular; bugün de aynılar. Vecde, esrimeye yatkınlar. Hatta gereksiniyorlar. Dinsel ritüellerden, mutluluk oyunlarına; göçmenlik oluşumlarından, iyilik kötülüklere, ya da tam tersine; belki parayla pulla, belki de sınırsız duygusallıkla kendilerini kaptırıveriyorlar. Sarhoş oluyorlar. Sonu gelmiyor vecd hallerinin, gelemiyor. Son yıllarda Akbank Sanat’ta açılan diğer sergiler gibi Vecd Halleri’de ziyaretçisini çağdaş sanatla buluşturuyor. Kavramlarla uğraştırıyor. Kavramlar, her zaman düşünce sunumlarının odağında olanlardır. Anlatılmak istenendir. Olasılık, olabilirlik, sorgulamak, yanıtlamak da onun yandaşlarıdır. Çağdaş sanatta kavramlarla birlikte kişisellik alabildiğince yoğundur. Malzeme ise sınırsız. Kullanılagelenler arasında yok yoktur gerçekten. Görüntüler sesle ve kokuyla da desteklenir. Düzenlemeler, videolar, slaytlar, fotoğraflar kullanılan tekniklerden sadece birkaçıdır. Esprili yapıtlar bizi bize anlatırlar. Geçmişten, günümüzden herşey bizdendir, apaçık sergilenir. İnsan kılı kırk yararca araştırılıp, deşilir. Olabildiğince çözümlenmeye uğraşılır. Nasan Tur da ardı ardına izlenen beş tane filminde böyle yapmış. Parça parça görüntülerle abdest almayı görüntülemiş. Filmin başı sonu yok. Yıkanan yüz, eller ve ayaklar yakın plandan alınmışlar. Su hep akıyor. Defalarca silinme, kurulanma ile abdest alınmakta. O anda ya da durumda, o ruhla oluşuyor herşey. Bezenmiş bir istencin, belki de görevin sözsüz sazsız tasvirini izliyoruz. Vecd hali çağdaş sanatta bir anlatım öğesi oluyor. Söylenecek söz yok. İnsan her daim sanatın malzemesi olmuştur. Savaşından, dövüşüne; güzelinden çirkinine sanat insanın her halini işlemiştir. Çağdaş sanat da aynen öyle, devam ediyor insanı anlatmaya. İnsanın halini yansıtmaya. Seza Paker ve Banu Cennetoğlu vecdi kara delikte ve göçmen farklılığında gösteriyorlar. İyiyi ve kötüyü, normal ve anormal oluşumların ardındaki gizi ve gizemi sorguluyorlar. Bu durumda kara deliği düşünüp de kederlenmemek imkansızlaşıyor. Göçmenliğin şartlarını ve hemen yanı başında yaşayanlardan onca farklı oluşlarını da; belki habersiz, belki de duyarsız kalış halini de. “Onlar birer gerçekler ve insanlar o gerçeklerle yaşıyor” dedirtiyorlar. Sergiden ayrılırken sembolik ve sanatsal dürtülerin eşliğinde gerçekleştirilmiş olanı iyice kavramış durumdasınız. Günümüzde de geçmişte de farklı değil bu haller. Her aşaması insani. Neylemeli, ne yapmalı? Sergi, 19 Ekime kadar açık olacak, iyi seyirler. snmdnmz?gmail.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle