19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 31 MAYIS 2008 CUMARTESİ C MY B C MY B “Sex and the City”, tüketim çılgınlığımızın belki de en son noktası... 7. sanatı alışveriş çeki gibi kullanmak diye buna derler. Bu bir film değil, kısaca markalar şovu ya da al, kullan ve at akımının yeni buluşu... Sinemanın propaganda aracı olarak da kullanıldığını da gördük ama beyazperdenin ALPER ürün kataloğuna TURGUT dönüştüğünü görmemiştik. İnsanoğlu ne gariptir, babasının tapulu malıymışçasına dünyayı parseller, sonra kafasına göre sınırlar çizer, çitler çeker, mayınlar döşer. Hiç üşenmez yerküreyi dinlere, dillere, renklere ayırır. Tarih baba şahittir, adına bölünmüşlük denilen ve hepimize zaruret diye belletilen bu illet asla nihayete ermez. En başta mezhep, millet yer alır ve devamında da bölgesel, yöresel alt kategoriler… Ardından dinli ve dinsiz, zengin ve yoksul, okumuş ve cahil, suçlu ve suçsuz diye başlayan ve sonu gelmeyen ayrımlara geçilir. Listemiz bitti mi? Tabii ki kocaman bir hayır. Kadın ve erkek ne güne duruyor. Hemcins, karşı cins demiyoruz muyuz peşinen… “Böl, parçala, yönet” düsturunu kuşanan kapitalizme ayak uyduracaksak şayet bir an bile düşünmeyin, bölün gitsin. Ama yetmez… Erkek egemen sistemin kurbanlarını, en ezilmişlerimizi, defilelerde, ekranlarda, gazetelerin arka sayfalarında meta (kadının düşmanı kadındır mı demeli, bilemem) diye sergilenenleri, kurtuluşları adına görsel mucize olmaları şart koşulanları yani kadınları da parçalamalı… Varlıklı, fakir, köle, kariyer sahibi, yönetici, çocuklu, çocuksuz, düşkün, özgür kadın… Sıfatlarla konumlandırılan ve etiketlendirilenler. Şimdi sadede gelelim. Sex and the City, tam 10 yıl önce TV’lerde boy göstermeye başlayan ve zamanla “tutmuş” bir dizi idi. Para babaları bir baktılar, modayı takip eden, gelir seviyesi yüksek ve alışveriş çılgınlığına meyilli kadınlar için dizi bir fenomen olmuş, hemen harekete geçtiler. İşte bilcümle modacıyı da takviye alan Sex and the City yaratıcıları buradan ilan ediyorum ki, cicili bicili urba ve çarıklarla gözlerinizi boyamaya hazırlanıyorlar. Sözüm ona kadınlara dair diyerek, bir diziyi ısıtıp film diye önümüze sürüyorlar. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenir mi? Film için 65 milyon dolar harcamışlar. Mangır, papel denizinde yüzen tuzu kurular, mutlu ve umutlu olmalılar, pişkin pişkin ellerini ovuşturmalarından belli. Sex and the City dizisinin yönetmeni Michael Patrick King, filmi de çekti. Senaryoyu King ve Candace Bushnell birlikte yazdılar. Başrollerde değişmeyen kadro Sarah Jessica Parker, Kim Cattrall, Kristin Davis ve Cynthia Nixon var. Özellikle ülkemizde mürekkep yalamış kadınların ilgisine mazhar olan “Sex and the City”, kadınların hür kalmalarına onay vermeyen sonradan maço erkeklerin (bunlar çoğunluktadır eminim) ise tu kaka diyip kaçmalarına sebebiyet vermişti. Altın Küre dahil 50 ödül kazanan, 94 bölümlük Sex and the City macerasıyla 2008 tarihli 2,5 saatlik bu film arasında ne fark var peki? Bir kere yapmacıklık akıyor paçalarından… Bizde hafif meşrep, hoppa ve hafif diye adlandırılabilecek kadınlar New York’ta ise özgür birer birey sayılıyor.... Onlara kolay, bize zor... Sonrası mı? Özenti haller, pahalı gösteri ve ucuz oyunculuk. Üstüne kötü bir senaryo, hem sıkıştırılmış hem de kesilip, biçilmiş... Birkaç espri, pek çok klişe söylem... Başlarken sonunu görebildiğiniz bir film sonuçta... Her zaman ki gibi kadınlar izleyeceklerdir, (özellikle Nişantaşı, Etiler, Bebek, Bağdat Caddesi tayfasına çok uygun) erkekler gitti yine paracıklar diye üzülebilirler... Çünkü benim gördüğüm bir film değil, markaların geçit töreniydi. Üstelik film, ünlü bir bankanın kredi kartlarının sponsorluğunda gösterilecek. Benim itirazım işte buna, insanların aptal yerine konulmalarına... Meteliğe kurşun atanlar için Sex and the City’i asla önermem. Yediği ekmeğin hesabını yapan, üç kuruşu denkleştirmek için gece gündüz çalışan, ayın ortasını bile getiremeyenler, bu filme gidip yutkunmaktan başka ne yapacaklar ki... Sex and the City’i yapanlar, sadece ve sadece tüketim toplumunun en değerli üyelerini yani alışverişin sadık müşterilerini düşünmüşler. Ha binlerce dolarlık ürünlerin “çakma” denilen taklitlerine özendireceklerse sanırım suçun birazı da onların olacak... Al, kullan ve at… Defileye gerek yok film çeksen de olur Şeytan Marka Giyer’de olduğu gibi Sex and the City de bir moda geçidi sunuyor. Her 90 saniyeye bir kıyafetin düştüğü filmde 300 farklı tasarım kullanılmış. Sarah Jessica Parker, film boyunca 81 kostüm giyiyor. Çekimler için özel tasarlanan 2 buçuk milyon dolarlık mücevherler de cabası... Chanel, Prada, Chiristian Dior, Vera Wang, Carolina Herrera, Oscar de la Renta, Christian Lacroix, Vivienne Westwood, Manolo Blahnik, Christian Louboutin filmde en çok görülecek markalar. Artık moda mı sinematografik yoksa sinema mı modayla ilgili pek anlaşılamıyor. İki sektör öylesine birbirinden etkileniyor ve tüketicilere bu etkileşim o kadar net bir şekilde yansıyor ki sezon modasını filmlerden takip etmek bile mümkün oluyor. Hatta bazı ürünler var ki film SİNEM karelerinde görüldükleri anda kapış DÖNMEZ kapış satılmaya başlıyor. Tiffany’de Kahvaltı filmi tüm kadınlar için Tiffany marka pırlantaları simge haline dönüştürürken, Casablanca’daki Humprey Bogart’la özdeşleşen bej trençkotlar hala kullanılıyor. Tom Cruise’un Top Gun filminde taktığı RayBan gözlükler bir efsane olmayı sürdürüyor. Matrix filminde kahramanların giydiği uzun deri ceketler aynı yıl herkesin üzerindeydi. Sinemayla modanın dansı yıllardır sürüyor. GİYSİLER KARAKTER GİBİ Patricia Field geçen yıl Devil Wears Prada filminin de kostümlerini seçmişti. İki filmin ortak noktası çok açık: Markalar. Şeytan Marka Giyer’de rol alan Anne Hathaway, dergide çalışmaya başladıktan sonra Chanel, Yves Saint Lurent, Jimmy Choo gibi ünlü markaların adeta şovunu yaptı. Hatta geçtiğimiz yıl moda olan şapka modellerinin başında Hathaway’in filmde taktığı Chanel şapka var. Sex and the City filminde Sarah Jessica Parker’ın giydiği Dior marka sandaletlerin de farklı modellerinin önümüzdeki sezon pek çok kadının edinmek isteyeceği şimdiden aşikar. Manolo Blahnik, Jimmy Choo, Balenciaga gibi markaları bilinir hale getiren Field filmde karakterlere sezonun modası olan kalem etekler, kemerli ceketler, grafik baskılar, geometrik mücehverler, taşlanmış jeanler, gladyatör sandaletler, balon kollu ceketler, parıltılı taşlarla süslü giysiler, zebra ve leopar desenleri, clutch da denen rengarenk portföy çantalar, çiçekli elbiseler giydiriyor. Korkunç bir marka deliliğinden ibaret görünse de Field bu konuda “Ben hiçbir markanın bağımlısı değilim, sadece güzel olan şeyleri seçiyorum. Doğrusu markaları pek tanımıyorum. Sonuçta giysi satmıyoruz” diyor. Filmin oyuncularından Cynthia Nixon aslında durumu özetliyor: “Filmde giysiler başka bir karakter gibi.” şöhrete dönüştürme potansiyeline sahip. Bir bakış açısıyla sinema tüketim nesnesi haline dönüştürüldü desek yanlış olmaz. Şaşaalı kıyafet ve takılar, yıldızı parlayan markalar, bar ve restoranlar. Bu şekilde pek çok sektörü birden hareketlendirmeyi başaran filmleri önümüzdeki yıllarda sık sık göreceğiz. Şeytan Marka Giyer filmi, Sex and the City’nin rakibi olarak gösterilen Gossip Girl adlı dizi gibi pek çok örnek farklı sektördeki Sinema sektörü hareketlendiriyor Televizyon dizileri ve sinema filmlerinin markaların bilinirliğini artırdığı ve tüketimi tetiklediği artık hem yapımcıların hem izleyicilerin hem de markaların kanıksadığı bir gerçek. Dizilerde içilen, giyilen, takılan her şey bir anda dikkatleri çekiyor, dikkat çekmekle kalmayıp moda oluyor. Sex and the City dizisinin ülkemizde de bir dönem çok tutulan üzerinde isim yazılı kolyeleri bunun en yakın örneği. Sinemayla birlikte artık diziler de modayı belirliyor. Bu dizilerin başında da Sex and The City geliyor. Dört yıl önce son bulan dizinin filmi, dün dünyayla aynı anda vizyona girdi. Dizi ya da filmin bir oyuncusunun giydiği elbise, ayağındaki ayakkabı, yaratıcısını bir gecede markanın ekranda ve beyazperdede bilinirliğini artırıyor. Sex and The City filminin ilginç katkılarından biri de bir turizm firması tarafından başlatılan 4 günlük lüks özel turlar. Bedeli 15 bin dolar olan Sex and City turuna katılanlar dizi kahramanlarının gittikleri barları, yemek yedikleri restoranları, alışveriş yaptıkları özel butikleri, güzellik salonlarını geziyor. Her 90 saniyeye bir kıyafetin düştüğü filmde 300 farklı tasarım kullanılıyor. Dizinin moda ikonu Sarah Jessica Parker, film boyunca 81 kostüm giyiyor. Filmdeki oyuncuların giydikleri giysiler henüz mağazalarda bile yok. Çekimler boyunca her gün 2 buçuk milyon dolarlık özel tasarlanan mücevherler kullanıldı. Chanel, Prada, Chiristian Dior, Vera Wang, Carolina Herrera, Oscar de la Renta, Christian Lacroix, Vivienne Westwood, Manolo Blahnik, Christian Louboutin gibi Sex and The City filminde en çok görülecek markalar. Sezon modasının ise tamamı filmde kullanılıyor. Filmi izleyecek olanlar karakterlerin başına gelecekleri merak ettiği kadar ne giyeceklerini de düşünüyor. Filmin fragmanındaki tek bir diyalog bile filmi açıklamaya yetiyor: “Sana bir pırlanta almamı ister misin?” “Hayır bana sadece kocaman bir gardrop al.” Kadınları bu şekilde ardından sürüklemesindeki etki bilindiği gibi, giysiler, ayakkabılar, çantalar, takılar... Filmde daha da abartılı olan bu lüksün ve şatafatın mimarı ünlü kostüm tasarımcısı ve danışmanı Patricia Field. Patricia Field, Sex and the City dizisinin oyuncusu Sarah Jessica Parker‘la 1995’te Miami Rapsodhy filminde tanışıyor. Daha sonra Sex and the City dizisinin ilk sezonunda Parker, Field’dan dizideki rolü için birkaç giysi tasarlamasını rica ediyor. Daha sonra bu rica, Field’a, beş Emmy, altı Guild kostüm tasarımı ödülü getiriyor. Birkaç yıl sonra Hope and Faith ve Çirkin Betty dizilerinde de çalışıyor. 2006 yılında kendisine Oscar kazandıran Şeytan Marka Giyer filmi geliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle