22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESİ 06 CMYK Kerem Özyeğen 6 15 MART 2008 CUMARTESİ Panayır gibi bir Eurovizyon geliyor! or ve Ötesi Türkiye’nin en çok tanınan rock müzik topluluklarından. Ancak Harun Tekin, Kerem Kabadayı, Kerem Özyeğen ve Burak Güven’in tek ortak noktası yaptıkları müzik değil. Onlar Türkiye’de ve dünyada olan bitenler hakkında fikirlerini söyleyen ender müzisyenlerden. Muhalif bir yanları var ve bunu her fırsatta dile getiriyorlar. İmkân buldukları yerlerde popüler kültürün araçlarını da kullanarak karşı durdukları şeyleri ŞİRİN söylemekten kaçınmıyorlar. Onların alıştığımız gibi ‘Söz şu, GÜVEN şarkılarında müzik bu’ diye yazmıyor. Her parça kollektif bir üretim sonucu ortaya çıkıyor, tüm parçaların tek sahibi Mor ve Ötesi. “Komün hayat yaşıyoruz çünkü birçok şeyi kollektif olarak yapıyoruz” diyorlar. Bugünlerde unutulmaya yüz tutmuş bir şey yapıyorlar ve grubun getirdiklerini de, götürdüklerini de dört kişi eşit olarak paylaşıyorlar. Zaten onlar yaptıkları müzik üzerinden kollektif yaşayışın mümkün olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. Hatta yaptıkları müziği ‘rock müzik’ olarak değil de, ‘grup müziği’ olarak tanımlamayı tercih ediyorlar. Grup olarak her kararlarını birlikte alıyorlar ancak ‘vasatın egemenliğine’ de yenik düşmüyorlar. Mor ve Ötesi her geçen gün daha geniş kitleler tarafından dinleniyor. Onlara göre kitleselleşmek yaptıkları işin temel taşlarından biri. Yaptıkları müziği ne kadar çok kişi dinlerse, onlar söyleyeceklerini o kadar geniş kesime iletmiş oluyorlar. Topluluk şimdi de Eurovizyon aracılığıyla tüm Avrupa’ya seslenecek. ‘Deli’ isimli parça için, Ezel Akay, Okan Bayülgen, Ümit Ünal ve Beyhan Murphy kolları sıvadı. Hep beraber öyle bir sahne hazırlıyorlar ki, onların deyişiyle sahnede Bağdat’tan Belgrad’a kadar pek çok tuhaf tip onlarla birlikte olacak. Öyle bir sahne ki bu bahsettikleri, Harun Tekin “Eğer öyle bir sahne kurabilirsek, hemen diskalifiye de olsak farketmez” diyor. Muhalif duruşunuz gereği Eurovizyon’a katılmayı kabul etmeyeceğinizi düşünen bir kitle vardı. Nasıl oldu bu süreç? Harun Tekin: “Biz Kasım ayında bir Almanya turnesi yaptık. Almanya’dan dönmemize yakın da, Avrupa’da daha çok iş yapmamızın gerektiğini konuşuyorduk. Tam bunun üstüne Berlin’de havaalanındayken menejerimizin telefonu çaldı.” Ne oldu ilk tepkiniz? Kerem Kabadayı: “Ankara TRT’den ‘Haftaiçi müsait olduğunuz bir zamanda sizinle görüşmek istiyoruz’ diye bir telefon aldık. TRT de bir kahvemizi içmek için gelmez sonuçta.” Harun: “Son 12 yılda Ankara’dan bir ara M görüşelim diye bir bir telefon almamıştık zaten.” Eurovizyon’a Türkiye dışında bizim kadar önem verilmiyor. İngiltere bir çöpçüyle katılıyor mesela. Türkiye çok mu ciddiye alıyor Eurovizyon’u? Harun: “Ben bunu Türkiye’deki insanların Batıya dönük olmasıyla da açıklıyorum, dünyadan kopmama arzusuyla da... Yani mesela Eurovizyon, 12 Eylül darbesi bu ülkenin üzerinden geçerken de çok önemli bir şeydi. Çok içe kapanan bir toplumun kendini dışarı ifade etme arzusunun ayaklarından biri gibi Eurovizyon. Biz her ne kadar kendi içimizde türlü konularda net bir şekilde iki tarafa bölünüp, devamlı birbirimize yumurta atsak da, sonuç olarak hepimiz eğlenmek ve iyi hissetmek istiyoruz. Zaten buna ihtiyacımız da var çünkü gerçekten çok yaralıyız, çok fazla psikolojik yarası olan bir toplumuz. Bu yaraları da birbirimize öfkelenerek, o öfkelerden tuhaf sonuçlar yaratarak hiçbir zaman tedavi edemiyoruz. Bunun tedavisi biraz daha başka yerlerden geçiyor. O yüzden Mor ve Ötesi’nden haberdar olmayıp, yarışmayı izleyip, orada gördüğü şeyden hoşnut olan insanlar açısından güzel bir şey olduğunu düşünüyorum. Mor ve Ötesi tabii ki rock müzik grupları arasında en çok bilinen 3 gruptan biri ama bu alanın dışında da 10 milyonlarca insan var.” Kerem Kabadayı Elitizmle bir problemimiz var Sizin kitle genişletme gibi bir amacınız var değil mi? Kerem: “Var kesinlikle. Kitleselleşmek sonuçta bizim yaptığımız işin doğal temellerinden biri. Yaptığımız müziği mümkün olduğu kadar az insan dinlesin ve dinleyenleri de biz mükünse parmakla seçelim gibi bir şey düşünülemez. Ayrıca sadece müzik yapıp, şarkı bittiğinde eve giden insanlar olmadığımız için, müziğimizi de, sözümü de ne kadar çok insana duyurabilirsek, hem kendimiz, hem de bizim gibi düşünen insanların faydalı çıkacağı bir durum yaratmış oluyoruz.” Harun: “Bizim elitizmle bir problemimiz var. 1999 yılında Beyoğlu çevresinde varlık gösteren, İstanbul ve büyük şehirlerde tanınan bir gruptuk. Şu anda ise, Türkiye’deki şehirlerin yarısından fazlasında konser vermiş, büyük şehirlerde ve yurt dışında belli bir tanınırlığı olan daha büyük bir şey haline geldik. Biz bunu seçip bu hale geldik tabii. Bunun önemli bir parçası yaptığımız işi ve karşımızdaki insanları ciddiye almaktan geçiyor.” Muhalif bir duruşunuz var. Eurovizyon sahnesinde bir mesaj verecek misiniz? Harun: “Eğer tasarladığımız gibi olursa sahnemiz, bizim orada bir tshirt giymemize, ya da benim bağırmama gerek olmayacak. Zaten öyle bariz bir işarete ihtiyaç duymadan bunu başarabilmek bize daha değerli ve anlamlı geliyor. Bir şekilde parçası olduğumuz ve destek verdiğimiz hareketlere katmak istediğimiz şeyler de buralardan besleniyor. Bir takım ilkesel doğruları yanyana sıralamak bu dünyada şu anda muhalefet etmek için yeterli değil. Ama popüler kültür alanında, sendikal alanda ya da başka alanda farklı şeyler yaparak daha güçlü bir muhalefet oluşturabilmek mümkün. Eurovizyon süreci bizim açımızdan buna çok katkı sağlıyor çünkü şu anda biz Eurovizyon’la bu ülkede ilgilenen herkesin gündemindeyiz.” Eurovizyon’a katılmanın sizin için olumlu yönleri neydi? Harun: “Buna çok samimi bir cevap vermek gerekir, ama o cevap da kitap kadar olacaktır. Ama özetlemek gerekirse, bunun sadece bir yarışma olmadığını farketmemizle başlıyor iş. Bu aynı zamanda bir televizyon programı. Onlarca yıldır devam eden ve galiba en uzun süren televizyon programı. ‘Aynı anda ne kadar ülke naklen yayın yapabilir’ denemesi olarak başlamış, uluslararası bir etkinlik. Aynı zamanda bir gösteri ve ülkelerin ve toplumların her sene farklı da olsa bir şekilde kendilerini ifade ettikleri bir alan. Ve de bir yarışma. Ayrıca bu yarışmaya Türkiye’de verilen değer ve önem de belli. Dolayısıyla biz de Eurovizyon’un buradaki algılanışıyla, kendi hikayemiz arasında bir bağlantı gördük. Yani biz Mor ve Ötesi’nin daha fazla gündemde olmasının Türkiye için iyi bir şey olduğunu düşünüyoruz. Bu kendini beğenmiş bir cümle gibi gelmesin sakın. Biz bu toplum için, bizim gibi, müzik yapan ama müzik dışında da söyleyecek şeyi olan insanların önemli olduğunu düşünüyoruz. Yani kendi işini iyi yapmaya çalışırken, kendi işi dışındaki konularda da fikir sahibi olan insanların Türkiye için değerli olduğuna inanıyoruz.” Harun Tekin Vasatın egemenliğine karşıyız Komün hayat yaşıyorsunuz... Kerem: “Evet. Bizim aramızdaki ilişki komün hayata benziyor çünkü birçok şeyi kollektif olarak yapıyoruz. Ürettiğimiz müziğin mülkiyeti tamamen kollektif. Dördümüze, hatta dördümüze de değil Mor ve Ötesi’ne ait bu grubun söz ve müzikleri. Sonuçta bu grubun getirdiklerini de, götürdüklerini de dört kişi eşit bir şekilde paylaşıyoruz. Sırf bir müzik grubu üzerinden böyle bir kollektif yaşayış biçimini anlatmanın da değerli olduğunu düşünüyoruz. Bu sözün bu kadar unutulmaması da aslında bizim en ilgi çekici yanlarımızdan birinin bu yaşayış biçimimiz olduğunu gösteriyor. Bu, giderek herkesin kendini kolladığı ve kimsenin bir şey paylaşmaya yanaşmadığı bir Türkiye’de ya da dünyada hatırlanması ve hatırlatılması gereken bir üretim biçimi. O yüzden müzik tarzımızı da ‘rock müzik’ olarak değil, ‘grup müziği’ olarak tanıtmayı tercih ediyoruz. Çünkü bizim açımızdan ortaklaşa bir şeyler yapmak, kazanılanı da, kaybedileni de paylaşmak bu grubun temel noktalarından biri.” Burak Güven Deli, kendi tarzımızda bir şarkı Deli nasıl ortaya çıktı? Türkçe mi İngilizce mi tartışmaları oldu mu? Kerem: “Bir süredir üzerinde çalıştığımız 45 şarkımız vardı. Eurovizyon’da 3 dakika zaman sınırlaması var. Bu teknik sınırlamayla birlikte bir anda Deli’nin iskeleti yerine oturdu. İngilizce meselesini de çok fazla tartışmadık aramızda çünkü bizim için önemli olan bugüne kadar yaptığımız tarzda bir parça hazırlamaktı. Yani kendimizi bir yarışma bağlamına uydurmaya çalışarak değil, olduğumuz şekilde müzik üretmek istedik. Ayrıca biz zaten Türkçe sözlü müzik yapan bir grubuz. Eurovizyon şarkısını da Türkçe yaptık.” Sevenlerinizden ‘Niye katıldınız’ gibi eleştiriler aldınız mı? Harun: “Evet aldık. Çok da normal bu aslında çünkü bu grup tarihte her alan genişletmeye çalıştığında, doğal olarak önceki müzikseverler ‘Ne olacak şimdi böyle? Bu daha özel bir şey olarak kalsın’ gibi bir tepki ortaya koydular. Ve nitekim yine öyle oldu durum. Ama katılacağımız şarkı ortaya çıktıktan sonra bence önemli bir bölümü daha iyi hissetmiş olabilir. Bir de yarışma geçtikten, yaz sona erdikten sonra, bizi sevenler, yıllardır dinleyenler de ‘Varmış bir bildikleri. Ne oldu? Bak işte grup durduğu yerde duruyor. Bir yaz geçti ama grup aynı grup, biz aynı biziz’ diye hissedeceklerdir. Bizi öteden beri dinleyenlere gönül borcumuz var, onların fikirlerine ve eleştirilerine değer veriyoruz. Sadece onların da bizim fikirlerimize değer vermelerini istiyoruz çünkü biz bir karar alırken çok düşünen ve enine boyuna tartışan bir grubuz. Biz zaten bize gelebilecek bütün eleştirileri tahmin ediyoruz.” Kerem: “Ayrıca yakın çevremiz de tepkiler verdi. Mesela benim en çok gözlemlediğim tepki: ‘Yahu keşke katılmasaydınız. Bu zamana kadar hiçbir magazin servisi size dadanmamıştı. Gayet rahat yaşıyordunuz. Şimdi hakkınızda herkes atıp tutmaya başlayacak ve canınız sıkılacak’. Böyle bir çekince dile getirdiler genelde. Onunla nasıl başa çıkıyorsunuz? Kerem: “Elbette ciddiye aldığımız ve önemsediğimiz eleştirilerin yanı sıra, hiçbir şey paylaşmadığımız ve hiç temasta bulunmadığımız bir kitle de konşuyor, bu konularda yazıp çiziyor. Bununla daha önce de karşılaşmıştık. ‘Dünya Yalan Söylüyor’ albümümüz çok satmıştı ve Türkiye’deki rock müzik albümü satışlarının ötesine geçmişti. O dönemde, tutunmaya çalıştığımız seviyeden bizi daha aşağıya çekmeye çalışan hamleler çıktı karşımıza. Ama bizim sonuçta belli bir yaşayış biçimimiz var ve bu grubun belli bir kimliği var. Ve biz Eurovizyon’a da katılsak, birinci de olsak, insanlar çıkıp bizi sadece magazin çerçevesinde değerlendiremeyecekler. Çünkü biz öyle insanlar değiliz.” Harun: “Bir de öyle değerlendirenlere de cevap vermiyoruz ve cevap vermemeye de devam edeceğiz.” Nasıl bir sahne şovu yapacaksınız? Harun: “Enteresan bir sene Eurovizyon için. Belgrad’da yapılacak mesela ama orası da Kosova dolayısıyla karışmış bir vaziyette. Bütün bunlar olurken Türkiye’den değişik bir grup gidiyor ve bunlar Eurovizyon şarkısı gibi bir şey de yapmadılar. İnsanlar şaşkınlar. Bir taraftan İrlanda’dan hindi, başka bir yerden başka bir şey gönderiliyor. Panayır gibi tam aslında. Bildiğiniz panayır...” Kerem: “Şu anda tam detayları belli değil. Ama yine Ezel Akay’la çektiğimiz klibin çizgisinde bir sahne kurabiliriz.” Nasıl bir çizgi o? Kerem: “Çok şenlikli bir panayır çizgisi” Harun: “Bence biz eğer öyle bir sahne kurabilirsek, hemen diskalifiye de olsak farketmez.” Kerem: “Evet. Çünkü Eurovizyon’da öyle bir sahne kurabilirsek, bizimle beraber Bağdat’tan Belgrad’a kadar çok fazla tuhaf tip sahneye çıkmış gibi olacak.” AB’ye damsız girilmez! 1985 yilinda Almanya’nın ilk Türk kabaresini kuran Muhsin Omurca, ‘AB’ye Damsız Girilmez’ adlı kendi yazdığı kabareyi Almanca ve Türkçe oynuyor. Barselona’da yaşayan Omurca, Türkiye’yi, Avrupa’yı kendi gözlemleriyle eleştirirken izleyiciyi kahkahalara boğuyor. Aslında ‘AB’ye damsız Girilmez’i en çok Omurca’nın kendi ifadesi anlatıyor: “Bu oyun, siz oyunu izlerken sizi güldürür, güldürür ama batırdığım iğnelerin acısı eve gidince çıkar.” Sahneyi terapi koltuğu olarak gördüğünü söyleyen Omurca, “Psikoloğa gitmiyorum, dertlerimi size anlatıyorum” diyor. Güncey politika öğeleri taşıyan ‘AB’ye Damsız Girilmez’, Türkiye’den başka Almanya, Finlandiya, Estonya, Avusturya ve İspanya’da da oynamış. Oyunda, Türkiye’nin AB’yle olan ilişkisini evliliğe benzeten Omurca, Avrupalıların bir şeyi almadan önce deneyip, iade etme haklarının olduğunu bizim de eşimizi bile gerdek gecesinden sonra tanıdığımızı muzip bir dille anlatıyor seyircilerine. Oyun için iki yıl doktora yapar gibi çalıştığını ifade ediyor Omurca, oyundaki espriler çok spontane gelişiyor gibi gelse de. ‘AB’ye Damsız Girilmez’ adı için de Türkiye’nin bu konuda tek olduğunun altını çiziyor ve esprili diliyle ekliyor: “Damsız Girilmez Türkler’in Türkler’e aldığı bir önlem. Hep deriz ya Avrupalı bize ne biçim davranıyor diye aslında Türkiye’de Türkler Türklere Türk muamelesi yapıyor! Almanlar ‘AB’ye Damsız Girilmez’ için ‘standup kabare’ ifadesini kullanıyor. Oyun da, Omurca’nın evine sohbete gelmişsiniz hissi yaratırken bir yandan da politik eleştiriler de yapıyor. Avrupa Birliği’ne “Biz Türkler kafamıza koyduğumuzu yaparız, biz sizinle evleneceğiz, sizi mutlu edeceğiz, isteseniz de istemeseniz de” diyor. Ailesinden, Türk ve Avrupa toplumundan gözlemlediklerini aktardığı güldürürken değil de güldükten sonra düşündüren oyunu, yarın Ankara Sanatolia’da hem Almanca hem de Türkçe olarak sahnelenecek. (0 216 541 16 66)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle