13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESİ 03 CMYK 15 MART 2008 CUMARTESİ 3 Yaptıklarımdan dolayı hiç esef duymadım aşamı sorgulamaya daha çocuk yaşlarda başlamıştı Sadun Aren. 1617 yaşlarındayken “... vuruldukça ses veren bir teneke gibi, ağlatıldığı için ağlamak, güldürüldüğü için gülmek istemiyorum” dedi ve öyle de yaptı. Edith Piaf’ın “Ben yaptıklarımdan dolayı hiç esef duymadım” şarkısındaki gibi yaşadıklarından hiç pişmanlık duymadı... Sınıfsız, sömürüsüz, eşitlikçi, özgürlükçü, barışçı, kimsenin kimseyi horlamadığı bir dünya özlemi vardı AYŞE onun. Bunun için verilen kavgada aldı. YILDIRIM yerini İktisatçı Prof. Dr. Sadun Aren, sosyalizmin Türkiye’deki öncülerindendi. Akademik kariyerine 1944 yılında mezun olduğu Siyasal Bilgiler’de asistan olarak başladı. Üniversite hocalığına doçent ve 1957 yılında aldığı profesörlük unvanıyla devam etti. 1960 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’nda danışmanlığa getirilen ve 1962’ye kadar bu görevde kalan Aren, kurucuları arasında yer aldığı Türkiye İşçi Partisi’nden 1965 yılında İstanbul Milletvekili olarak Meclis’e girdi. Türk siyasetinin onu tanıması da böyle başladı. İlerleyen yıllarda yaşanan tartışmalar, yol ayrılıkları olsa da Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran’la ibrlikte TİP’in üç isminden biri oldu. Dünyaya hep ‘puslu bir camın arkasından’ baktığını söylese de öğrencileri ve dava arkadaşları için o hep “körler ülkesinin görenlerinden biri” ve “Sadun Hoca” olarak kaldı. Üniversite hocalığını çok ciddiye aldı. Bilginin, öğrenmenin ve öğretmenin yüceliğini kendi deyimiyle ‘aydın olmanın anlamını’ şöyle anlatıyordu: “Cahil bir adamla aydınlanmış bir adamın yürüyüşü, duruşu, davranışı arasında bile fark vardır. Aydın adam isabetli seçimler yapabilir. Cahil insan, kim akıllıdır, kim iş yapar, kim dürüsttür, bunu ayıramaz. Ama aydın bir insan ayırır. Politikada daha iyi partileri ve adamları seçer. Daha iyi doktoru, daha iyi gazeteciyi takdir eder, daha iyi arkadaş, daha iyi eş seçebilir. Aydın olmanın iyiyi kötüden ayırt edebilme gibi bir yanı da vardır.” Aydın olmanın Türkiye’deki bedellerinden biri olan işkence ve hapishane ile de sık sık haşır neşir oldu Sadun Aren. İlk tutukluluğunu 1951 yılındaki “Türkiye Komünist Partisi tevkifatı” sırasında yaşadı. Ardından 12 Mart 1971 darbesi ve TİP yöneticileri davası. 12,5 yıla mahkum oldu, 2,5 yıl yattı. Daha sonra DİSK’te görev alan Aren, 12 Eylül darbesiyle birlikte yeniden cezaevine döndü. Bu kez hem DİSK davasından hem de yazdığı kitap nedeniyle yargılandı. Sosyalist Birlik Partisi’nin Genel Başkanlığını yaptı. ÖDP’nin onursal genel başkanı oldu. Y ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? DEMİREL: SİZİ ÖRNEK GÖSTERİRDİM 1965 seçimlerinde TİP, 15 milletvekiliyle meclisteydi. Bugün efsane haline gelen tartışmalar, kavgalar başlamıştı. Sosyalist TİP‘liler Meclis’i benimsememişlerdi. Hiçbiri Meclis’i dolaşmadı. Sadece grup odasından Genel Kurul’a nasıl gidilir, lokantaya nasıl çıkılır onu biliyorlardı. Başka bir yere konsalar herhalde kaybolurlardı. AP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel‘le de kürsüde sık sık tartışıyorlardı. Ancak aradan yıllar geçip Aren Sosyalist Birlik Partisi Başkanı, Demirel de Cumhurbaşkanı’yken yeniden bir araya geldiler: “O zaman Demirel Cumhurbaşkanı’ydı ve üç ayda bir parti liderleriyle görüşüyordu. Bu görüşmelerin ilkinde bana, ‘Ben arkadaşlarıma TİP’i örnek gösterirdim. Onlar gibi çalışın, dikkatli olun, ufkunuz geniş olsun vs. derdim’ demişti.” BEHİCE BORAN’I BEN ÖNERDİM Beraber mücadele ettiği, artıları eksileriyle sevdiğini her zaman dile getirdiği Behice Boran‘ın TİP’in başına geçmesini Sadun Aren istedi. Kendisine önerilen genel başkanlığı reddedip “Ben uyanık bir insan değilim, başkanlığın gerektirdiği vasıflar bende yok” diyerek Behice Boran’ın genel başkan olmasını istemişti.. “Behice Hanımla arkadaşlığım iş arkadaşlığı çerçevesindeydi. Fakat bir gün, galiba uyanık olmadığı bir sırada bana ‘Amerika’dan gelirken bir dans elbisesi getirdim, ama bir kere giyebildim’ demişti. Herhalde boş bulundu, yoksa özel hayatından bana hiç bahsetmezdi. Çok disiplinliydi, her şeyin usulüne uygun yapılmasını isterdi. Kekre bir yanı da vardı. Şöyle bir anım var: Bir parti gecesi yapılıyordu. İçki falan içilmiş, gençler omuz omuza pistte halka olmuşlar, aralarında biz de varız, Ruhi Su‘nun türkülerini söylüyoruz. Bazı çocuklar coşkudan ağlıyorlar. Birden Behice Hanım, ‘Türkünün orasını uzatacaksınız, öyle söylenmez’ dedi. Tabii büyü bozuldu, türkü coşkusu da bitti. Şimdi bunu iki türlü yorumlarsınız. Birincisi, fazla duygusal değil, o çocukların farkına varamıyor. İkincisi de her şey iyi yapılsın istiyor. Bir de bu yanı var. Bu, böyle, Behice Hanımı anlatan tipik bir olaydır.” ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? 60 YILLIK HAYAT ARKADAŞI MUNİSE Bir yastıkta 60 yıl geçirdiği eşi Munise ile kız kardeşi Nilüfer aracılığıyla tanıştı. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde okuyan Nilüfer, aynı fakültede klasik filoloji eğitimi gören Munise’den ağabeyine bahsetmişti. Bir gün ikisini tanıştırdı. Kısa bir süre sonra nişanlandılar. 25 Ekim 1948’de de evlendiler. İki çocukları oldu. 1951 yılında kızları Yeşne, 1958 yılında ise oğulları Haldun dünyaya geldi. Kavgasız, gürültüsüz, ihtilafsız süren evlilikleri boyunca Munise ve çocuklar, babalarını hiç yalnız bırakmadılar. Sadun Aren, her tutuklandığında Munise yanına çocuklarını alıp yaz kış demeden hapishane hapishane eşinin peşinden dolaştı. İLK EYLEM ATATÜRK İÇİN 1922 yılında Erzurum’da doğdu Aren. Babasının görevi nedeniyle Türkiye’yi dolaştı. İlk toplumsal eylemini liseye giderken Atatürk’ün ölümü nedeniyle yaptı. O sırada Eskişehir’delerdi: “Atatürk’ün öldüğü resmi bir tebliğle bildirildi. Arkadaşlarla ne yapalım diye düşündük. Kahvelerde plaklar, şarkılar çalıyordu. Önce bunları susturalım dedik. Kahveleri bir bir dolaştık, şarkı çalınmasın dedik, kimse itiraz etmedi, yayını kestiler. Sonra sinemaya gelenler kendi aralarında ‘Öğrenciler sinemaya girmeyi yasaklamışlar’ diyorlar. Bu, katıldığım ilk toplumsal eylemdi.” ÖBÜR İNSANLARIN İÇİNDE YAŞADIM O kendi deyimiyle yaşam olarak başka insanlara dağılmıştı. O insanları da özelliklerinden ötürü seçmişti. Bazen babası, bazen eşi, bazen bir arkadaşı, bazen çocukları: “İnsanlara puslu bir camın arkasından baktım. O insan aşık olabilir, hırslı olabilir, mevki hırsı olabilir, kindar olabilir, vs. Bunları hiç bilmem. Bütün insanları aynı şekilde hareket ederler gibi bir düşünce vardı bende. Ama bunu daha çok kendime dönük olduğum anlamında yorumlamamak lazım. Çünkü öyle de değil. Bu, her insan aynı şekilde düşünür gibi bir düşüncenin mahsulü. Mesela hayatımın çok büyük bir kısmını öbür insanların içinde yaşadım. Buna ben başkasında yaşamak diyorum. Bu, başkası ne der endişesi değil; bu, toplumsallaşma.” satılıyordu. Herkes pek çok şey aldı. Ben bir şey almak istemedim, ama Saadettin Bey, ‘Sadun Bey siz de alın’ diye o kadar ısrar etti ki sonunda bir kolonya aldım. Bütün bunların parasını bizimle gelen bir tüccara verdirdiler. Bu, benim için tabii çok tuhaf bir şey oldu. Bu, belki işadamlarıyla politikacılar arasındaki ilişkilerin en masumuydu, ama ben doğrusu biraz sıkıldım.” elini öpüyor, ötekisin de ‘Bizim gençlik kollarımızdan’ diye takdim ediyor vs. Bu, onların bir tür eğlencesiymiş.” MAMAK’TAKİ ‘VİTRİN’ KOĞUŞ Bir hafta sonra Ali Elverdi’nin başkan olduğu askeri mahkemenin karşısındaydılar. Behice Boran, Adil Özkol, Hüseyin Ergün, Yalçın Cerit’le birlikte. Tabii tutuklandılar. Bu kez istikamet Mamak’tı. Biraz yaşlı olanları ayrı bir koğuşa koydular. Partinin kapatıldığını Mamak’ta öğrendiler: “Bizim koğuşta Adil Özkol, Uluç Gürkan, İlhami Soysal, Mümtaz Soysal, Muammer Aksoy, Hüseyin Ergün, Veli Kasımoğlu, Dursun Akçam, Osman Akyol, Fakir Baykurt, Turgut Kazan vardı. Diğer arkadaşlar bizim koğuşa ‘Vitrin’ derlerdi.” UĞUR İLE ADİL MUZİP İNSANLAR 12 Mart darbesinin ardından bir gece yarısı tutuklandı. Ankara’da Yıldırım Bölge’de koğuş haline sokulmuş bir ambara konulmuştu. Cahit Talas, Halit Çelenk, Bahri Savcı, Uğur Mumcu, Adil Özkol, Mümtaz Soysal, Fen Fakültesi’nden birkaç profesör ve doçent de oradaydı. Onları da fakülteden bir kadın profesör ihbar etmişti: “Orada aşağı yukarı bir hafta kadar kaldık. Bir süre sonra Behice Hanımı da almışlar, getirdiler. Sabahları Fen Fakültesi dekanı olan arkadaş bize cimnastik yaptırırdı. Uğur ile Adil çok muzip gençlerdi. Bana daha önceleri yaptıkları bazı olayları da anlatmışlardı. Mesela yolda giderken bir milletvekili görüyorlar, birisi gidiyor DİSK, 12 EYLÜL VE YİNE CEZAEVİ 1976 yılında katıldğı DİSK’in 1 Mayıs törenleri sırasında Kemal Türkler DİSK’e danışman olmasını teklif etti. Teklifi kabul eden Aren, danışmanlığın dışında Araştırma Dairesi Başkanlığı görevini de üstlendi. 1977’de Abdullah Baştürk‘ün genel başkanlığı kazanmasının ardından Aren görevine devam etti. Ardından Ankara’da bir araştırma enstitüsü kurdu. 12 Eylül’ün ardından Nisan 1981’de tutuklandı. DİSK ve DİSK’e bağlı bütün sendikaların yöneticileri tutuklanmıştı. Aşağı yukarı bin insan... “..Orada on gün kadar kaldık. Yerde, tahtaların üzerinde, sıraların üzerinde yattık. Bazılarını götürüp işkence yapıyorlardı. DevYolcu bir genç vardı, onunla konuşuyorduk, ona işkence yapıyorlarmış. ‘Biraz sonra gelip yine alacaklar’ diyordu. Her gece nöbetçi değişiyordu. Bir gece uyumuştum, yahut uyumak üzereydim, beni kaldırdılar. Gelin, dediler gittim. Çok saldırgan tavırlı bir polis vardı, o gece o nöbetçiydi. Gittiğim yerde gözleri bağlı, işkence gördüğü anlaşılan insanlar vardı. Bazı sağcılar da vardı, ama onlar o polisin olduğu nöbetlerdekendilerini daha özgür hissediyorlardı. O sağcı tutuklulardan ikiüç kişiye beni göstererek, ‘Yatırın bunu’ dedi. Yatırdılar. Birisi ayaklarımı tutu, diğeri de falaka attı. Saydım, on iki tane vurdular. Sonra bıraktılar, ama hiçbir şey söylemediler; halbuki işkence bir şey söyletmek için yapılır.” Mahkemeye yolu bir kez daha düştü Aren’in. Bu kez Barış Derneği davasında yargılanıyordu ama beraat etti. CEZAEVİNDE YAZILAN KİTAP “Günlerimiz çalışmakla, okumakla geçiyordu. Ben orada bir kitap yazdım. Ekonomi Dersleri diye bir kitaptı. Akademik ekonomiyle Marksist ekonomiyi inceleyip, benzer yanlarını ortaya koyan bir kitaptı. Çıktıktan sonra Gerçek yayınevi’nde basıldı. Bence benim en iyi kitaplarımdan biridir. Ama o kitap yüzünden sonra bir kere daha tutuklandım.” PARALAR TÜCCARA ÖDETİLDİ Milletvekilliği döneminde iki dış geziye katıldı Aren. Biri Macaristan’a, diğeri de her partiden bir kişinin bulunduğu Romanya gezisiydi. Heyette işadamları da vardı. Heyetin Başkanı AP’den Saadettin Bilgiç: “Yurda dönerken uçakta vergisiz içki, parfüm vs. Bu ülkeden bir Sadun Aren geçti ÇAVLI ÇULFAZ Sadun Aren, Türk solunun hem vicdanı, hem de kutup yıldızıydı. Bir konu çok mu çapraşık, epeyce çetrefil mi gözüküyor ilk bakışta? Hemen aklınızdan o geçerdi. Sadun Aren ne düşünüyor acaba? Kerterizi ona göre alır, pusulanızı ona göre ayarlardınız. Sadun Aren hayata karşı vakur bir duruştu. Gözlerinin içi gülen bu örnek insan sanki hep sizin ayrılmaz bir parçanız gibiydi. Erzurumlu bir dadaş, ileri yaşlarda bile, tığ gibi, sırım gibi karayağız bir delikanlıydı. ‘Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz’ diye yüreği çarpan bir Mülkiye kuşağının başöğretmeniydi. 196162 ders yılında Genel İktisat dersini ondan gördüm. Bir gün üçdört yaşlarındaki oğlu Haldun’u da getirmişti derse. Sevecen bir babanın ders anlatırken oğluyla nasıl yakından ilgilendiğini, onunla ne hoş bir diyalog kurduğunu o gün 1920 yaşlarında biz gençler gözümüzle gördük. Hayatta ilk babalık, ebeveynlik dersini o gün aldığımı hatırlıyorum. İktisat sıkıcı, iç karartıcı bir bilim dalı diye bilinir. İktisatı mantığın süzgecinden geçirir, felsefe ile damıtır, gergef gibi işler, şiir gibi sunardı. Derse başlamadan çoğu kez öğrenciyi dinlerdi ilgiyle. Genizden gelen bir sesi vardı. Sanki bir şiiri melodiye dönüştürür gibi, bazen bir ağıdı sessizce çığırırcasına yumuşacık konuşurdu. Tek kelimesini kaçırmamak için herkes soluğunu tutar, kimseden çıt çıkmazdı. Düşüncesini özenle ördükten, mantığın sonuca doğru giden gerilimini iyice yükselttikten sonra birden duruverirdi. Az söyler, öz söylerdi. Dersi verilere boğmaz, konuşurken karşısındakini yormazdı. Cümle ortasında durup ilgiyi arttırma sanatının ustasıydı. Öğrenci iyice dikkat kesilirdi. Onon beş saniye öyle sessizce geçerdi aradan. Çarpıcı, akılda iz bırakan son cümleyi söylerdi sonra... Ve aklınızdan hiç çıkmayacak bir özdeyişe bürünürdü o cümle... Bazen de konuşmasının en can alıcı yerinde sessizce tebeşiri bırakıverirdi elinden.... Sanki artık söylenecek fazla bir söz yok dercesine... Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan bu güzelim ülkeden bir Sadun Aren geçti. Onunla aynı safta, bizim tarafta bir dönemi paylaştık. Ne mutlu bize! Ne mutlu böyle bir insan adamı tanıyabilene!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle