22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESİ 07 CMYK 1 MART 2008 CUMARTESİ 7 O bir kafa F Ferhan Şensoy, 19 Mart’ta ‘Boş Gezen ve Kalfası’ adlı tiyatro oyunuyla izleyicileriyle buluşacak. Tiyatro, sinema, kitap derken bir günün kendisine yetmediğini söyleyen sanatçı “Bana günde 30 saat lazım” diyor... Küçük olsun ancak benim olsun. Tek isteği buydu. Onun muhalefette kalma isteği solun yörüngesinden çıkmasına neden oldu. Önce sağdan oy istedi, şimdi de sosyalist kesildi.” Siyasetten spora geçelim, futbol ile aranız nasıl? “İnsanlar beni Galatasaray Lisesi’nde okuduğum ve gençliğimde futbol oynadığım için fanatik sanıyor. Oysa yanılıyorlar. Futbol, dünyanın ve Türkiye’nin gündeminin önüne geçiyor. O hafta derby maçı varsa türbanı bile gölgede bırakıyor… Adamanı cebinde beş parası yok, hala ‘şampiyon’ diye bağırıyor.” Yeni bir oyunun provasındasınız? “19 Mart 2008 günü ‘Boş Gezen ve Kalfası’ izleyicilerle buluşacak. Şu an bu oyunun provasındayız. Bu proje 1995 yılında televizyon dizisiydi. Yarıda kalmıştı. Rasim Öztekin kalfa, ben ise boş gezendim. Sonra bunu bir tiyatro oyunu olarak düşündük, televizyon denetimine de takılmayacağımızdan rahat rahat eklemeler yaptık. Oyun, bugünün Türkiye’sine Konfüçyus penceresinden ayna tutuyor. Ben ve Rasim Öztekin dışında, Nefrin Tokyay, Ali Çatalbaş, Erkan Üçüncü, Elif Durdu, Orhan Ertürk, Ebru Soyerdem de rol alıyorlar.” karıştırıcı erhan Şensoy, yetenekleri tartışma götürmeyen sivri dilli bir adam. Tiyatrocu, sinemacı, yazar… Mizahçı, muhalif ve kafa karıştırıcı… Ve arı gibi çalışkan… Gün 30 saate çıkarılsa sanırım bir tek o mutluluktan uçardı. Ferhan Şensoy, halen vizyondaki “Son Ders: Aşk ve Üniversite” adlı filmde, komedi dışında dramda da ne kadar başarılı olduğunu bir kez daha gösterdi. O, “bir oyunu herkesin beğenmesi için o ALPER oyunun kötü olması gerek” TURGUT sözünü düstur bellemiş… Bu nedenle beğenilip, beğenilmemeyi, itici ve çekici bulunmayı pekte dikkate almıyor. Ferhan Şensoy’u yeni oyununun provasında güç bela yakalayabildik ve türbandan siyasete, kitaplarından sinemaya aklımıza ne geldiyse sorduk. Son Ders: Aşk ve Üniversite adlı filmden başlayalım. Bence sizin dışınızda bu film olmamış… Çok şey anlatmaya çalışırken eksik kalmış ve şahsi kanaatimce çorbaya dönmüş. “Filmin senaristi ve yönetmeni Uğur Yağcıoğlu, senaryoyu getirdi ve projenin içinde yer almamı istedi. Bugüne dek (Son Ders ile birlikte) 8 film yaptım 6’sı dram… Yine mi dram dedim. Kerhen okudum… Sonra senaryoyu başarılı buldum. Sinemadaki en dramatik rolüm bu filmde… Sürekli mazlum Muhterem Nur’un filmleri gibi... Çok duygusal fazla dramatik… Yönetmen film için komedi dram diyor. Benim rolüm hiçte komik değil ancak içinde komik rolleri olanlar da var. Neyse, senaryoyu okumayı bitirdim ve gözlerim yaşardı. Sonuçta film iyi olmayabilir ancak bu benim senaryoyu başarılı bulduğum gerçeğini değiştirmiyor.” Filmin sizi etkileyen ve kendine çeken bir yanı var demek ki… “Senaryoda beni çarpan bir şeyler vardı. Çünkü ben de 12 Mart dönemini aşağı yukarı filmde anlatıldığı gibi yaşamış biriyim. Bu nedenle Son Ders beni çok duygulandırdı. Filmde birbirine geçmiş iki aşk öyküsü var. Beni 12 Mart 1971’e götürdü. Gençliğim geldi aklıma… Ve aşk. Bunları yaşamıştım. Benim de aşkım ölmüştü.” ONLARA HAYIRLI BAKMALAR Peki, yeni bir kitap projesi var mı? “Zaman darlığı yüzünden kitapları yazın toparlayabiliyorum. Bitiremedim. Artık sonbahara kaldı. Kitabın ismi ‘Karagöz ile Boşverinbeni’ olacak. Bu bir adamın yalnızlık öyküsü… Bugüne dek 18 kitap yazdım. Ustam Haldun Taner, ‘Nasıl bir marangoz her gün dükkânını açıyorsa, ben de daktiloyu balkona atarım ve günde 20 sayfa yazarım’ diyordu. Moda’daki balkonundan İstanbul’a bakan Haldun Taner’in bu yazıları daha sonra ‘Yalıda Sabah’ ödüllü bir hikâyeye dönüştü. Ben de ondan aldım bu hayat dersini…” Diğer yandan da sanırım otobiyografinizin yazımı sürüyor… “Ben çocukluğumdan beri muntazam günlük tutarım. ‘Kalemimin Sapını Gülle Donattım’ otobiyografimin ilk cildiydi. Tam 15 yılda bitti. 1975’e kadar olan bölümü anlattık. Şimdi sıra diğer bölümlerde… Aile albümleri, babamın mektupları, dosyalar… Tasnif etmek, toparlamak ve yazmak… Bana günde 30 saat lazım. İkinci kitap ‘Zamandan Zaman Çalardık’, üçüncüsü ise ‘Başkaldıran Kurşun Kalem’ olacak. Yazılacak ne çok şey var. Ortaoyuncular, Şahları da Vururlar, Küçük Sahne, askerlik, Ses Tiyatrosu, ‘Muzır Müzikal’… Sanırım ölene kadar bu devam edecek.” Ekranları parselleyen diziler hakkındaki düşünceleriniz? “O kadar çok dizi var ki bunlar reyting mahallesinde dolaşıp duruyorlar. Şişirme senaryolar, kötü oyunculuklar… Zaten kimsenin iyi bir iş kotarmak gibi bir derdi de yok. Bir dizi reklamıyla filan iki saat sürüyor. Film uzunluğunda dizi mi olur. Hızlı çalışmak gerekiyor, bu nedenle Çinlileri getirsinler, onlar daha hızlı çalışıyorlar. Halkımız da dizileri canlı yayın gibi soluksuz izliyor. Altına da müzik koydun mu? Tamam. Sanki o an onu yaşıyorlar.” Sinema, tiyatrodan daha ulaşılabilir durmuyor mu? “Ben lisede öğrenciyken Adalar dâhil İstanbul’un nüfusu 700 bindi, tiyatro izleyicisi ise 300 bin idi… Nüfus artarken, tiyatroya gelenlerin sayısı azaldı. Nüfus artışı ise suni bir artış… Bugün AKP, belediye seçimleri için oy potansiyeli olarak gördüklerini İstanbul’a yerleştirmeyi sürdürüyor. Tiyatro da izleyici yönünden istikrarsızlık hâkim. Sinema ise daha yaygın… Sinemada seçmek istiyorum. Kendimin olsun istiyorum. Senaryo, kendi takımım, bizim üslubumuz… Örneğin Rasim Öztekin, Ortaoyuncular’a 1981’de girdi ve geçen yıl emekli oldu. Düşünün özel bir tiyatroda 27 yıl. Ve o hala oynuyor. Oğlum Mert Baykal ile film projelerimiz var. Tabii ki bu projeler komedi üzerine olacak.” Son soru… Sizin için zeki, entelektüel ve aynı zamanda “gıcık” gibi bir yakıştırmada bulunanlar var… “Benim bir dünya görüşüm var. Bu başkalarına gıcık geliyor. Ben bunu ciddiye almıyorum. Onlara da hayırlı bakmalar…” KÜÇÜK OLSUN BENİM OLSUN O dönemin gençliğiyle günümüz gençliği arasında dağlar kadar fark var. “Film, 12 Mart dönemiyle açılıyor, günümüze sürükleniyor. 5 devrimci arkadaş, gelecekte buluşmak üzere dağılıyorlar. Bu bir 12 Mart hesaplaşması… Eskiden genç olanlar ile günümüz gençliği karşılaştırılıyor. Yani 12 Mart’ın parkalı gençliği ile onların söylemiyle bugünün laylaylom gençliği…” Bugünlerin yaratılmasında, 12 Mart gençliğinin de suçu yok mu? “Evet. Var tabii… Dönekler… Nereden nereye geldik. O dönemden arkadaşlarımız şimdi AKP’den milletvekili hatta bakan oldular. Bunun adı ‘yörünge bindirgemesi’… Sol kayboldu, ‘demode’ oldu gibi davranılıyor. Şimdi varsa yoksa türban… Çene altı mı, bıyık altı mı ona göre tercihler belirleniyor. Ne yazık ki bize bu dayatılıyor.” Tuzla’daki işçi kırımı görmezlikten geliniyor, “Fidel Castro da gitti, komünizm tamamen bitti” deniliyor… “Bu solun gerekliliğini gösteriyor. Örneğin Küba’da Castro fikir aşılıyor, o ideolog olarak buradayım diyor. Çok akıllıca… O bir yere gitmiyor. Yine aynı evde oturuyor, yine aynı kentte soluk alıyor. Castro’dan sonra da Küba yoluna devam edecektir. Türkiye’ye dönecek olursak… Ben siyasetten anlamam diyen dallamaları da ben anlamıyorum. Onlar politikadan uzağız diyorlar sonra yine çıkarlarına göre harekete geçiyorlar. AKP’nin oyu yüzde 47… Bu kadar yobaz yok ki Türkiye’de… ‘Sistem değişmez, Türkiye İran olmaz’ diyenler gidip oyunu veriyor. Onlar olmasaydı, bu oran da olmazdı. Tarikatlar toplamı bu kadar değil. Fername adlı oyuna seçimlerden önce başlamıştım. ‘Seçim kampanyasının’ ardından oyun uzun alkışlar aldı. Türkiye oyu verdikten sonra kendine geldi.” Ya CHP? “Başından beri Deniz Baykal bölücü oldu. Castro’ya Veda AYÇA AKPEK “İyi arkadaşım Roosevelt ben iyi İngilizce bilmiyorum, sen de İspanyolca bilmiyorsun. Senin ABD’nin yeni başkanı olacağını radyodan öğrendim. Eğer istersen bana 10 dolarlık yeşil Amerikan doları gönder, çünkü ben hayatımda hiç 10 dolar görmedim.” Arkadaşın Fidel Castro, 6 Kasım 1940. Bu mektubu o zamanki Amerika Başkanı Roosevelt’e yazdığında henüz bir çocuktu Castro. Angel Castro y Argiz’in altı çocuğundan üçüncüsüydü. Mektubundan da anlaşılacağı gibi eşitsizliği henüz çocukluğunda öğrenmişti. O gün Roosevelt’ten 10 dolar talep eden çocuk, 1959’da 26 temmuz adını verdiği hareketiyle Raul Castro, Che Guevera, Camilo Cienfuegos ile birlikte Batista’ya karşı Küba devrimini gerçekleştirdi. Hareket adını Küba devriminin başlangıcı sayılan Moncado kışlalarına saldırının gerçekleştirildiği tarihten almıştı. O saldırılarda Castro yakalandı ve 15 yıl hapse mahkum edildi. Mahkum olduğu mahkemede kendi yazdığı dört saatlik savunması “La Historia Me Absolvera” (Tarih beni aklayacak) daha sonraki yıllarda Küba devriminin 5 maddelik manifestosuna dönüştü. Bu manifestoda; 1940 Anayasasının yenilenmesi, toprak reformunun gerçekleştirilmesi, işçilere fabrikalarda pay verilmesi gibi maddeler vardı. 1953’te başladığı kabul edilen Küba Devrimi 1959 ocağında Castro’nun ordularının Havana’ya girmesiyle sonuçlandı. Her ne kadar Küba’da devrim olduysa da Amerika Küba devrimini sonuçsuzlandırmaktan hiç vazgeçmedi. Kennedy döneminde gerçekleştirilen “Domuzlar Körfezi” harekâtı başarısız girişimlerin ilklerindendi. Bu girişimler Castro’yu öldürmeye kadar vardırıldı. 49 yıllık Castro iktidarında Castro tam 638 kez suikast girişimine maruz kaldı. Öyle ki, Castro, “Eğer olimpiyatlarda suikast girişimlerinden kurtulma diye bir dal olsaydı, kesin altın madalya alırdım” diyecekti. Bu suikast girişimlerinden bazıları mafya babalarına, bazıları Castro’nun eski sevgililerine, bazıları en yakınındakilere yaptırıldı. Ama o hep kurtuldu. Şimdi Castro 49 yıllık iktidarının ardından rahatsızlığı nedeniyle devlet başkanlığı görevini bıraktığını açıkladı. Kendisini diktatör olarak suçlayanları, “Devrimin seçimler için zamanı yok, Latin Amerika’daki bütün hükümetlerden daha demokrat olanı devrim hükümetidir” diye yanıtlamıştı. Ve 49 yıl önce başkanlık yeminini ederken “Büyük hayallerimiz var” demişti. O hayallerin bir kısmını gerçekleştirdi; örneğin Küba’yı sağlık alanında dünyanın ileri ülkelerinden biri yapmayı, ortalama yaşam süresini dünyanın ileri ülkeleri seviyesine getirmeyi, herkese asgari ihtiyaçlarını bedava sunan bir ülke yaratmayı bütün ambargolara rağmen başardı. Her şeyden önemlisi belki de, 49 yıl boyunca Amerika’nın yanı başında Amerika’ya dünyanın hakimi olmadığını hatırlattı. Oyununu kendi sahnesinde oynayacak Tiyatro grubu Oyuncular Kulübü ve Beylikdüzü Belediyesi’nin katkılarıyla Beylicium Alışveriş Merkezi’nde gerçekleştirilen Erol Günaydın Sahnesi açıldı. Hafta içi yapılan açılış töreninde kurdeleyi tiyatro sahnesinde birlikte kesen Beylikdüzü Belediye Başkanı Vehbi Orakçı, Erol Günaydın ve Eşref Kolçak, esprileriyle seyircileri kahkahaya boğdu. Sahneye çıkarken merdivenlerin yüksek olması nedeniyle zor anlar yaşayan Erol Günaydın, ilk basamakta ayağı takılınca koluna girdiği arkadaşının dalgınlığı sonucu düşmekten son anda kurtuldu. Başkan Vehbi Orakçı’nın yardımıyla son anda toparlanan Günaydın, inişte aynı arkadaşının yardımını geri çevirerek, “Sana bir daha güvenmem, beni düşürüyordun, artık belediyeye güvenirim. Zaten inmek kolay çıkmak zordur” şeklindeki esprisiyle seyircileri güldürdü. Açılışın ardından yaptığı konuşmada kendisinin adına oluşturulan sahneyi çok beğendiğini belirten Günaydın, “İki Kalas Bir Heves” isimli kitabının ilk oyununu, Beylikdüzü’nde kendi adının verildiği sahnede oynayacağının müjdesini de verdi. Beylikdüzü Belediye Başkanı Vehbi Orakçı da yerel yönetim olarak yaşamın her noktasında varolduklarını ifade ederek, kent halkının da katkılarıyla sanata destek vermekten ve sanatın ustalarını Beylikdüzü’nde ağırlamaktan mutluluk duyduklarını söyledi. İstanbul Doğaçlama Tiyatro oyuncularının gösterisiyle devam eden gecede, seyirciler de oyuncuların performansına ortak olarak eğlenceli bir akşam yaşadılar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle