12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESİ 02 CMYK 2 1 MART 2008 CUMARTESİ Merhaba Eski Türk filmleri yıllardır birbirinin kopyası olmakla eleştirildi. Oyuncular ve yönetmen değişse de konular aynı temanın etrafında dolanıp durdu. Nedenini geçtiğimiz hafta Ülkü Erakalın’dan öğrendik. Erakalın, Gönül ÜlküGazanfer Özcan tiyatrosunda her çarşamba ‘Yıldızlar Gökte Yaşar’ gösterisinde anılarından bir demeti paylaşıyor izleyicilerle. Kimi üzücü, kimi hüzünlü, kimi de komik anılar. Sinemanın neredeyse ilk yıllarından günümüze yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını paylaşıyor Erakalın. İşte bunlardan birisi de filmlerin neden birbirine benzediğiydi. Nedeni küçük bir ayrıntıda gizliymiş meğer: para… Efendim o zamanlar sinemacılarda para ne gezer… Bir filmi, Anadolu’yu dolaşıp sinema işletmecilerinden yalvar yakar topladıkları senetlere çekiyorlarmış. Hal böyle olunca, para veren düdüğü de çalıyormuş. Şark kurnazında akıl tükenir mi? Misal adamın biri diyormuş ki, Hülya Koçyiğit’in oynadığı Susuz Yaz gibi bir film isterim… Bir diğeri Fatma Girik’e hayran, onun oynadığı film gibi olsun diye tutturuyormuş... “Ne yapalım biz de onlara benzeyen filmler çekiyorduk” diye anlatıyor Erakalın... Düşe kalka, bata çıka, yuvarlana yuvarlana o günlerden bugünlere geldik. Türk sinemasına ilişkin belki çok şey yazılır ama konumuz şimdilik o değil. Sinemanın ileride yine ‘neden’ diye soracağımız başka bir alanıyla ilgiliyiz bu hafta. Bağımsız, butik, küçük, Avrupa filmlerini gösteren yani bir zincirin halkası olmayan sinema salonları uzun süredir ayakta kalma savaşı veriyor. Bu haftaki konuklarımızdan Ferhan Şensoy’un yıllar önce sahnelediği ‘Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı’ oyununda olduğu gibi. Korsan DVD’lerin azalttığı seyirci sayısına, pıtrak gibi biten alışveriş merkezlerindeki 10 salonlu sinemalar eklenince çarklarını döndüremez oldu bağımsız salonlar... Birçoğu kirasını bile ödeyemez hale geldi... Şirin Güven, bu salonların sahip ve işletmecileriyle görüştü. Ortaya çıkan manzara beklediğimizden de acıydı. Eğer bir an önce desteklenmezlerse kapılarının teker teker kapanacağını öğrendik. Anlayacağınız bir kültür daha yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. En azından bu hafta sonu bir film görmek istiyorsanız onları hatırlamanız dileğiyle... İyi hafta sonları... İki yüzlü cennet olkswagen’nin Touareg sahiplerine yönelik düzenlediği araçların ve kendi sınırlarınızı keşfettiğiniz adrenalin dolu offroad macerası Touareg Expedition, bu yıldan itibaren Doğuş Otomotiv tarafından Türkiye’de de organize edilecek. Bu nedenle Güney Afrika“nın Cape Town kentine bir tanıtım gezisi düzenlendi. Uzun bir uçak yolculuğundan sonra vardığımız Cape Town çok sıcak karşıladı bizi. Türkiye’de havanın 23 derecelerde dolaştığını düşünürsek birden 30’lu dereceleri görmek doğrusu çok iyi geldi. HAKAN Güney Afrika’nın farklı bir yüzü olan Cape Town olabildiğine uzun kumsallar, iki AKARSU okyanusun birleştiği deniz, eşsiz manzara, şık restoranlar, alışveriş merkezleri ve hoş otelleriyle bir turizm cenneti. Havaalanından çıkan çıkmaz Cape Town’un acı yüzü ile karşılaşıyorsunuz. Kente kadar süren geniş varoşlar. Burada varoşlar öyle bizim bildiğimiz gibi değil. Tenekeden evlere sahip olanlar kendilerini şanslı sayıyor. Çünkü çoğu derme çatma tahta ve kartondan. Alt yapı yok, ancak elektrik her evde var ve çok az bir para ödüyorsunuz. Cape Town’un diğer kısmı ise çok zengin. Öyle evler var ki, insana kendini Beverly Hills’de hissettiriyor. Herbiri inanılmaz güvenlik önlemleri ile donatılmış malikâneler. Dikenli teller, elektrik verilmiş duvarlarla kendi hapishanelerini yaratmışlar. Yolculuk sürüyor, Masa Dağı’nın görkemli manzarası eşliğinde kenti farkediyorsunuz. Kentin içinde kısa bir yolculuktan sonra bizi bekleyen araçlarımıza kavuştuk sonunda. Bizi yedi adet Touareg bekliyor. Hemen direksiyona geçip bir an önce Cape Town’u keşfe çıkmak için sabırsızlanıyoruz. Burada trafik sağdan akıyor. Soldan direksiyonlu bir araçla sağdan akan trafik ilk anda çok garip bir duygu yaratsa da kısa zamanda alıştık. İlk durağımız şarap bölgesi olacak. 150 kilometrelik bir sürüşten sonra ulaştığımız şarap bağları arasındaki küçük kasabalar büyüleyiciydi. Şarap konusunda Güney Afrika’nın son yıllarda gittikçe artan ünü var. Constantia, Franschboek, Paarl ve Stellenbosch merkezlerinde birbirinden güzel bağlarda Güney Afrika’nın ünlü şaraplarının üzümleri yetiştiriliyor. Franschboek’a giderken yol üzerindeki üzüm bağlarının görüntüsünü, arkalarındaki bağ evlerinin ve yaslandıkları dağların güzelliğini ve renkleri V anlatmak gerçekten zor. Her bir bağın arkasında bağ manzarasına hakim evler var. Bunların birçoğunda kendi arazilerindeki üzümlerden ürettikleri şarapları tadıyorsunuz. Buradaki evler genellikle Hollanda tarzı. Sanki masallardan fırlamış gibi saz damlı iki katlı sıcak evlerle çevrili küçük köylerden geçiyoruz. Burada da beyazların üstünlüğü seziliyor. Bağların sahipleri beyaz, çalışanlar ise genellikle siyahlar. İlk gün bir bağın kıyısındaki bir otelde geceliyoruz. Oldukça geniş bir alana yayılmış otel buna rağmen sanki doğanın içinde kaybolmuş gibi. Keşif sürüyor. Bu kez Cape Town’un içindeyiz. Kentte her yerden görülen Masa Dağı görülmezse olmaz yerlerden. 1086 metre yükseklikteki bu dağa teleferik ile çıkmak mümkün. Masa Dağı adını, masa gibi dümdüz olmasından alıyor. Tepede “Aslan Tepesi” ve “Aslan Başı” denen iki ayrı yükselti bulunuyor. Gün batarken bulutlar, yumuşaklıkla tam üstünüzden, süzülüp gidiyor. Elinizi uzatsanız sanki tutabilirsiniz gibi hissediyorsunuz. Dağın tepesi, aynı zamanda bir ulusal park. Etrafta babunlar ve yılanlar kendi sakin yaşamlarına devam ediyorlar. Bir de dünyada sadece Masa Dağı’nda yaşan bir tür var. Küçük bir faresincap karışımı görüntüsünde olan bu küçük kemirgenin filin genlerine sahip olduğunu öğrenince çok şaşırdık. “Victoria & Alfred Waterfront”a gitmenizi tavsiye ederim. Burası Cape Town’un liman bölgesi. Ama asil bir Victorian hava taşıyor. Buradaki güzel lokantalar, barlar Cape Town’un gece hayatının merkezi konumunda. Ayrıca buradan botlarla küçük koylarda geziye çıkabilirsiniz. Açık havada yer alan amfi tiyatroda yerel halkın ve dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen folklorcuların yaptığı danslara tanık olabilirsiniz. Öyle alıp götürüyor ki, ritme ayak uydurup, siz de dans etmeye başlıyorsunuz. Yine merkezde yer alan akvaryum, çok çeşitli hayvanları ile ziyaretçilere bir görsel şölen sunuyor. Derin su hayvanlarından, penguenlere, foklara kadar her hayvan var. Burada 85 dolar karşılığı akvaryumun içinde dalış yapabiliyorsunuz. Akvaryumun karşısında “Art Crafts Center” adında Afrika sanatlarını satan bir hediyelik eşya dükkanı bulunuyor. Burada da yörenin orijinal eşyalarına ve özellikle Afrika masklarına göz atma fırsatı bulabilirsiniz. Afrika’ya gidip mask almadan dönmek olmaz diyorsanız burası bir cennet. Afrika’nın çeşitli bölgelerinden gelen masklar göz alıcı. Ben özellikle Fildişi Sahili’nden gelen ‘Guru’ masklarına bayıldım. Ama pazarlık yapmayı unutmayın. Nereler görülmeli derseniz ben en görülesi yer Ümit Burnu diyorum. Cape Town’dan Touareglerle yaklaşık 2 saatlik bir yolculuktan sonra Ümit Burnu’na vardık. Buradan kablolu tramvaya bindik. Bu yolculuktan sonra işte dünyanın en güney ucundayız. Eşsiz bir manzara gözlerimize ziyafet çekiyor. Bir yanda Hint Okyanusu, diğer yanda Atlantik. Ve iki okyanus birbirini koca dalgalarla kucaklıyor. Diğer görülmesi gereken yerler arasında ise penguen cenneti olan Boulders Beach var. Bu sahil kasabasında sayısız penguen, kumsalda güneşleniyorlar. Eskiden insanların dokunmasına izin veriliyormuş. Ama artık sadece bir yürüme parkuru boyunca sahili turlayıp, resim çekmeniz mümkün. Cape Town’un biraz açığında bulunan Hout Bay Adası ise fok cenneti. Buraya kentten turlar kalkıyor. Eğer şanslı gününüzdeyseniz yavru fokları görebilir, anneleriyle onları fotoğraflayabilirsiniz. Tabi bir de Camps Bay var. Burası güneş batışını en iyi izleyebileceğiniz plajlardan birisi. Uzun beyaz kumların süslediği kumsal akşam güneş batış saati daha da kalabalıklaşıyor. Bir de özel turlar var tabii ki. Eğer yazın gittiyseniz büyük beyaz köpekbalıklarının arasına kafes dalışı yapabilir. Muhteşem yapıdaki beyazları yakından görebilirsiniz. Su dalış sonunda edindiğiniz sertifikayı, hediyelik eşya dükkanından aldığınız fosil köpekbalığı dişi ve Ben Büyük Beyaz’a Daldım tişörtünü gururla arkadaşlarınıza gösterebilirsiniz. Bu arada yazın bile Atlantik Okyanusu’nun sıcaklığının 1213 dereceyi aşmadığını eklemek gerek. İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Yazıişleri Müdürü: Güray Öz Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Neşe Yazıcı, Hakan Çankaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu Tel: 0 212 251 98 7475 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle