19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 20 ARALIK 2008 CUMARTESİ sergi Saat Kaç? Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nde René Block küratörlüğünde süren ‘İstiklal Serüveni’ sergi dizisinin yedincisi Cengiz Çekil’e ayrıldı. Çekil, ‘Saat Kaç?’ adlı çalışmasıyla sanatseverleri zaman üzerine düşünmeye davet ediyor. 70’lerden beri Türkiye yakın tarihi ve evrensel temaları konu alan Çekil, yeni sergisinde görsellik ve işitsel öğelerle beslediği yerleştirmesinde izleyicilere yanıt vermesi için bir soru soruyor: ‘Akan zamandan bir ‘an’ı koparıp paranteze almak ise sanat, o halde saat kaç?’ Sergi, 31 Ocak tarihine dek görülebilecek. (Tel: 0 212 252 47 00) Sanatın aydınlık yolu gerçek suçluların peşinde Gişesi değil kaygısı bol bir tiyatro Canlar Tiyatrosu. Sıvas katliamından sağ kurtulan Serdar Doğan, bu kez Maraş katliamını anlatıyor sahneden. “Biz sadece güzel sözler söylemek için gelmedik ki bu dünyaya. Her şeyden önce direnmeyi, onurlu yaşamayı, insan kalmayı söylüyoruz, söyleyeceğiz de...” diyerek. Maraş katilamı ve hemen akabinde meydana gelen Çorum katliamı yaşandığında 7 yaşındaydı. Katliama maruz kalanlarla aynı inançtan olması nedeniyle ailesinin yaşadığı muhtemel travmayı belki idrak edememişti. Ama evdeki atmosferden hiç etkilenmediği MİYASE de söylenemez. Toplumsal hafızamızın bir kez daha tescil etmek ve aynı İLKNUR zayıflığını toplumun sabrını bir kez daha ölçmek için midir bilinmez, 15 yıl aradan sonra bir katliam daha sahneye kondu. Katiller yine aynı sosyal çevredendi mağdurlar da öyle, sadece yer ve mekan değişmişti. Maraş katliamını, o günlerde evdeki büyüklerin konuşmalarından ve derin üzüntüsünden öğrenen çocuk, 2 Temmuz 1993’te gerçekleşen Sıvas katliamını olanca sıcaklığıyla yaşadı, can evinde duydu. Çünkü oradaydı, yani Madımak’ta. Kardeşi Serkan ve arkadaşlarıyla birlikte yaşadı o cehennemi. Acil Çıkış// Emergency Exit İstanbul güncel sanat ortamına yeni bir soluk kazandırmayı, varolan yapıyı dönüştürmeyi ve girişimleriyle hissedilir bir boşluğu doldurmayı hedefleyen Outlet//İhraç Fazlası Sanat, yeni yapıtlarıyla “ev içi durumlar”a odaklanan, 6 sanatçının “Acil Çıkış” adlı sergisine ev sahipliği yapıyor. Gökçe Süvari (İzmir), Tufan Baltalar (İzmir), Necla Rüzgar (Ankara), Ferhat Özgür (Ankara), Nilbar Güreş (Viyana) ve Outlet Proje Alanı’nda Nevin Aladağ (Berlin)’ın çalışmaları izleyiciyle buluşuyor. Acil Çıkış sergisi, farklı kuşak ve şehirlerden 6 sanatçının çalışmalarını yanyana getiriyor. Birbirlerini farkında olarak/olmadan ortak bir duygudüşünce durumunu farklı biçimlerde üzerlerinde taşıyan/ifade eden yapıtlarda kullanılan incecikhassas malzemeler anlatılanların ağırlığı ile doluyor. Bildiğimizi sandığımız şeyler, bilmedikleşiyor. Sergi 17 Ocak’a dek görülebilir. (Tel: 0 212 245 55 05) KARDEŞİYLE GİTTİ, YALNIZ DÖNDÜ Öldü deyi kardeşiyle birlikte attılar Sıvas Devlet Hastanesi’nin morguna. Akşam ilk haberlerde kardeşi Serkan’la birlikte onun da adı sayıldı ölenler listesinde. Anacığı ile babacığının dünyası karardı, ağıtlarla figanlarla geldiler hastanenin morguna. Ancak onlara bir teselli mükafatı vermek istemiş olacak ki, yeniden döndü yaşama. Öldü diye attıkları morgda, elektriklerin kesilmesi sonucunda nabzı yeniden atmaya başladı. Ölü sanılan bedenini ailesine vermek için açtılar dolabı. Ayaklarından tutan hastabakıcı, “Bunun bedeni sıcak, yaşıyor” diye verdiğinde müjdeyi, ağıtların yerini sevinç çığlıkları aldı bu kez. Uzun ve zorlu bir tedavi sonucunda yaşama döndü dönmesine ama yüreğinin yarısı Sıvas’ta kalmıştı. Kardeşiyle gittiği Sıvas’tan tek başına dönmenin acısını o gün bugündür atamadı. Kaybedilenlerin anısına önce, “Yaşamak Martı Kanadında Rüzgar Taşımaktır” adını taşıyan şiir kitabını yayımladı. Bu çalışmasıyla Musa Anter ve Basın Şehitleri. 3.lük ödülü aldı. Arkasından da Sıvas Katliamının belgesel oyunu “Simurg”u sahneledi. Maraş Katliamının 30. yıldönümü olan bu hafta da çocukluğunda yaşadığı Maraş Katilamı’nı konu alan “Yangın Yeri Maraş” adlı oyunuyla karşımıza çıktı Serdar Doğan. Aldığı sanat eğitimine, yaşadığı trajedinin yüreğinde biriktirdiği duyguları da eklenince olgun bir sanatçının portresi çıkıvermiş ortaya. Serdar Doğan gerek “Simurg” gerekse “Yangın Yeri Maraş” oyununda, mağdur edebiyatına sığınmıyor. Eserlerinin de o gözle görülmesine, o sempatiyle bakılmasına hiç mi hiç ihtiyacı yok. Oyunlarını izleyen sanatseverler, sanat adına hakkını teslim ediyor. Maraş Katliamı’nın 30. yıldönümü olması nedeniyle gündeme tam da denk düşen oyunu nedeniyle Serdar Doğan’la söyleştik. geçmişimizin en acı yaşanmışlıklarından biri. PolitikBelgesel bir yol izliyorsunuz galiba. Sıvas katliamını anlatmak için çıktığımız yolun birçok durağında, oyun sonrası seyircilerimizle sahneden inmeden uzun sohbetler yapma fırsatı bulduk. Madımak yangınını iyi bildiklerini zannedenlerin bile, ‘Madımağı şimdi anladık. Bu kadarını bilmiyorduk. Hele hele otelin içine dair neredeyse hiç bilgimiz yoktu, aydınlandık, otelin bir katında biz de var olduk, ve yandık’ diyebildiler. Ve hep bir istekleri oldu seyircimizin, yakın tarihimizde yaşanan Maraş, 1 Mayıs Taksim ve benzer acıları da Simurg’da olduğu gibi anlatmamızı istediler. Zaten Maraş katliamına dair önceden bir ön hazırlığımız vardı. Süreci hızlandırdık. O kadar çok acılarla sınanmış bir coğrafyanın çocukları ve ne yazık ki yeni pek çok acıya gebe bir toplumun tiyatrocuları olarak; sulu sepken bulvar komedileri, televole kültürsüzlüğüyle hareket etmek istemedik. Kolay yerine zor olanı tercih ediyorsunuz? Elbette. Bu hem kolay hem gişesi çok olan işlerdir. Ama biz gişesi değil, kaygısı bol bir tiyatro yapmak istedik. Rastgele bir araya gelmiş bir ekip değiliz. Yaşadığı toprağa, çağına, tarihine sorumlu; hayata karşı net duruşları olan, bunu asla slogancı olmadan, tiyatronun estetiği ile sahneye taşımak isteyen bir gurubuz. Politik olmayı özellikle istedik. Ne gerçeklerden ne de yaşanmış acılarımızdan kaçamayız. Bunu bazen bilinçli olarak istesek de kaçamayız. Çünkü kişisel ve toplumsal tarihimiz, acılarımız, gölgemiz gibi peşimiz sıra gelir. Kimi zaman önümüze geçer, kimi zaman ardımızda kalır ama hep bizimledirler. Tıpkı gölgemiz gibi. Oyunu önce Ankara’da sahnelediniz, 2526 Aralık’ta da İstanbul Muammer Karaca’da sahneye koyacaksınız. Sırada hangi iller var? Sezon boyunca Ankara Ekin Sanat Merkezinde oyunumuzu sergileyeceğiz. 2526 Aralık 20.30 da Muammer Karaca Tiyatrosunda İstanbul da; 27 Aralık Narlıdere Belediyesi Kültür Merkezi, 28 Aralık’ta İsmet İnönü Kültür Merkezi salonunda İzmir’de olacağız. Yakın geçmişine, insan onuruna sahip çıkmak isteyen; unutmak istemeyen herkesi Maraş katliamıyla yüzleşmeye, katliama tanık olmaya davet ediyorum. Anılar, Yazılar, Mektuplar, Belgeler İmza attığı eserlerle Türk mimarisinde derin izler bırakan mimarfotoğrafçı Arif Hikmet Koyunoğlu, Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu’nda yer alan bir sergiyle gündeme geliyor. 17 Ocak tarihine dek ziyaret edilebilecek sergide, Osmanlı Devleti’nin son silkinme dönemi sayılabilecek II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında özellikle Ankara’da olgun eserlerini veren Arif Hikmet Koyunoğlu’nun yaşam öyküsü ve yapıtları ele alınıyor. Sergiye, Hasan Kuruyazıcı’nın hazırladığı kapsamlı bir kitap da eşlik ediyor. Kitapta, Koyunoğlu macera dolu yaşamını, kendi kaleme aldığı anılarıyla anlatıyor. Ayrıca kitaba eklenen mimarlık konusundaki yazıları, mektuplarından bölümler, kendi çektiği fotoğraflar da bu ilginç kişiliği daha iyi tanıma olanağı da veriyor. Mimarisinin en önemli binalarıyla ele alınıp incelendiği bölüm ise okura onun mimar olarak başka ilginç bir yanını daha gösteriyor. (Tel: 0 212 252 47 00) Burnumuzun dibindeki acıya ne kadar da uzağız.. Neden Maraş? Öncelikle katliamın üzerinden geçen bu otuz yıla karşın ciddi olarak hiçbir şey yapılmadığı için… Hükümet olabilmiş ama iktidar olamamış bir hükümetin nasıl çaresiz bırakıldığını göstermek için… Adliyenin tozlu arşivine kaldırılmış olsa da bu davanın bitmemiş olduğunu göstermek için... Yeniden ülkenin gündemine sokabilmek için… Maraş’ın kanını elinde taşımasına rağmen yargılanmış yahut hala yakalanamamış katilleri işaret etmek için… Piyonların değil, gerçek suçluların izini, sanatın aydınlık yoluyla sürmek için… Geçen bu otuz yıllık süreçte yaşamak zorunda kaldığımız başka acıları anlamak için… En önemlisi unutmamak için yeniden Maraş… Maraş Katliamının üzerinden otuz yıl geçmiş olsa da, tarih bilinci taşıyanların, birazcık vicdan sahibi olanların unutamadıkları bir vahşet. Bunu sahneye nasıl taşıyabildiniz? Elbette bir vahşet tiyatrosu yapmadık. Sanatta böyle bir anlatım tekniği olsa da yapmadık. Bırakın orada yaşananları tiyatro sahnesinden, sinema perdesinden yahut katliamın hemen sonrası çekilmiş birkaç fotoğrafla doğrudan anlatmayı; düz metin olarak okusanız dahi dayanılacak bir acı değil. Ben, 1978 de katliam yaşanırken 56 yaşlarında olan bir çocuğun 30 yıl sonra hatırladıklarını geri dönüşlerle yansıtmaya çalıştım. Katliamdan tesadüfen kurtulan ve bugün seramikheykel sanatçısı olan bir genç kadının arkadaşlarıyla hazırladığı uluslararası; faşizm ve katliamlar sergi çalışmaları sırasında hatırlamalarının artmasıyla yol alıyor oyun. Bütün dünyada faşizmin gösterdiği benzerliği anlatırken, burnumuzun dibindeki acıya ne kadar uzak olduğumuz yargılaması yapıyoruz. Dünyanın bütün coğrafyalarında acıların ve acılara dökülen gözyaşlarının ne kadar benzeştiği vurgusu yaparken, Maraş’ta gerçekleşmiş acıların tümünü yaşamış bir ailenin üzerinden bu katliamı anlatmaya çalışıyoruz. ACILARLA SINANMIŞ BİR COĞRAFYA Canlar Tiyatrosu’sun kuruluş sürecini anlatır mısınız? Canlar Tiyatrosu; 2005 Mart ayında Ankara’da kuruldu. İlk oyunumuz; Sıvas Katliamını otelin içinden anlatmaya çalıştığımız “simurg” adlı belgesel bir çalışmaydı. 2006 sezonundan bu güne sergilemeye devam ediyoruz. Yurt içi ve dışı pek çok kentte Simurg’u sergileme fırsatı bulduk ve çok olumlu tepkiler aldık. PolitikBelgesel tiyatronun iyi bir örneği olarak pek çok otorite tarafından kabul gördük. Oyunumuzun adından kaynaklı ekibimizin adını; “Ankara Simurg Oyuncuları” koymuştuk. Ancak İstanbul Merkezli, Simurg Oyuncuları adlı başka bir ekibin var olduğunu ve daha önce kurulduğunu geç de olsa öğrenince gurubumuzun adını değiştirme kararı aldık. İsim aradığımız günlerde değerli hocamız Genco Erkal’ın “Canlar Tiyatrosu” olsun önerisini çokça benimseyip, tiyatro yolculuğumuza bu isimle devam etme kararı alıp, kurumsallaştık. İkinci oyununuz ‘Yangın yeri Maraş’, yakın tiyatro Küçük Kara Balık İranlı ünlü yazar Samed Behrengi’nin aynı adlı öyküsünden sahneye konan Küçük Kara Balık oyunu, kendisi küçük ama yaşam yolculuğundaki mücadelesi büyük bir balığı anlatıyor. Karşılaştığı yanlışları doğruya, kötüyü iyiye çevirmeye çalışan Küçük Kara Balık’ın sürprizlerle dolu, heyecanlı hikayesini Pınar Kido Çocuk Tiyatrosu çocuklarla buluşturuyor. Yaşam içinde, kendi sınırlarını zorlamadan, bir şeyleri değiştirmeye çalışmadan yoluna devam edenlerle; bütün sınırları zorlayan, yaşamı yeniden sorgulayıp yorumlayarak daha iyiye ulaşmaya çalışanların arasındaki önemli farkı yaptıklarıyla ortaya koyan Küçük Kara Balık’ın mücadelesi, Mecidiyeköy’deki Profilo Alışveriş Merkezi’nde her cumartesipazar 11:15’te ücretsiz olarak sergilenecek. (Tel: 0 212 216 43 69) Izİzlenim Türk resminde 1975’lerden günümüze birçok eğilim süregeliyor. Konuyu eğitim alan kuşaklar bağlamında değerlendirdiğimizde figüratiften kavramsala ve güncele uzanan yapı içinde yoğunlaşmaların genellikle 1975’ten sonra yaşandığı görülmektedir. ‘Yeni Eğilimler’ (1977) ve ‘Günümüz Sanatçıları’ (1980) sergilerinin özellikle gençlerce gündemi oluşturması da sergilerde, panellerde, konferanslarda daha çok yeni olanların konuşulup, tartışılmaları da bu bilgiyi doğrulamaktadır. Yurt dışına çıkışlarda, yayınlanan kitap, dergi sayılarında ve sunulan bildirilerde belirgin artış da aynı noktayı belirginleştirirler. Ayrıca koleksiyonerler ve galericilerle oluşturulan piyasa da, açılan resim yarışmaları da ortamın özelliklerine dikkat çekebilirler. Türk resmindeki bu süreç İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde daha önceki yıllara yayılan politize olunmuşluğun ardından yaşanmıştır. Bazı öğrencilerin –atölye eğitimcilerinin yenilikçi tavırlarından da etkilenerek yeni sanat akımlarını içselleştirme girişimleri ile sanatsal yaratıya farklı yönler kazandırdıkları en belirgin özelliklerindendir. Artık izlenimcilik, gerçeküstücülük ya da toplumsal gerçekçilik natürmortlarla sınırlandırılan doğalcılığın karşısındadır. Özellikle soyut resme ilgili oluşla bilgi aktarımlı tartışma ortamları yaratılmıştır. Hiperrealizme, fotorealizme öykünenler gibi diğer akımların takipçileri de kendi sanat dillerini savunurlar. Akademik ortamın vazgeçilmezlerinden tuval üzerine resim yapmak gibi kavramsal sanat da konuşulur ve taraftarlarını kolayca bulur. Tüm bu tavırlar kuşkusuz az sayıda da olsa yerleştirmelerle uğraşılmasının yolunu açacaktır. Kısa sürede birbirlerinden farklı sanat akımları akademi koridorlarında yapılan sınavlarda kendilerinden ayrı ayrı bahsettirirler. Durumu “gelenekselle güncelin bir karmaşası” diye yorumlamak da mümkündür; oysa olay, sanat üretiminin odak noktası olan eğitim kurumunda bir değişim sürecinin getirilerinden başka bir şey değildir. 1975 sonrasında İDGSA’sinde yapılan ? ÜMRAN BULUT [email protected] Türk resminde bir değişim süreci ve günümüz sanatı resimlerle sanatın yönlendirilemez olgusallığı daha da güçlü hissedilir. Türkiye’ye önceden getirilmiş olan Kübizm biçimciliği ve ardındaki gelişmeler çoktan çözümlenmiştir. Batı resmine uyumu irdeleyen yapı bir kere daha öne çıkarılır; ancak bu kez güdümsüz oluşa ve özgünlüğe ilerlenir... Türk resmindeki bu değişim sürecinde apayrı yolların tanıtımcısı kuşkusuz ileride gerçekleştirilecek bienallerdir. Özellikle ilk bienaller (1987,1989) genç sanatçıların kendilerini sorguladıkları etkinliklerdir. İki yılda bir izlenen dünya sanatı yeni açılımlara yoğun bir ilgi uyandırmıştır. Şimdilerde video, slayt, fotoğraf, performans vb. anlatımlar çağdaş sanatta günden güne biçimlendiriliyor. Olay teknolojinin de kullanım oranı açısından bakıldığında değişimlerle başa baş gitmekte. Bilinçli üretimci ve paylaşımcı için çağdaş sanat, geçicilik ve yoklukla bağdaşık da olsa insanları düşündürüyor. Kişisel, toplumsal, siyasal olaylara sorgu önerileri de sunuyor. Kızdırıyor, nefret ettiriyor, eğlendiriyor da... Geleneksel tekniklerle üretilen çağdaş resimlerin yanında, kişisel ya da gruplarca malzemeler aracılığıyla sürdürülen çağdaş sanata ve güncele kayıştaki sınırsızlığın getirileri olumluluk ya da olumsuzluk anlamında oldukça devingen. Bitimsizlik örneği çağdaş sanat, karmaşadan değil, arayışların zenginliğinden ve sonuçtan bahsettiriyor. Estetik duyarlılığı olgunlaşmış ve kültürel varoluşu benimsemişler açısından bir sorun yok. Zorlansalar da çağdaş sanatı anlamaya meğilliler. Ama toplumumuzun genelinde bu tip bir eğilim bulunması bugün için imkansız. Yine de temelini Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma hareketlerinde atmış, modernizmi sadece altmış yıl öncesinden beri yaşaya gelen resim sanatımız için gelişmelerin böylesine çağdaş bir boyut kazanması hepimizi umutlandırmalıdır. Alem Buysa Kral Übü, Alem Buysa Kral Übü absürd tiyatronun öncüsü sayılan ünlü Fransız tiyatrocusu Alfred Jarry’nin Kral Übü oyunundan uyarlama bir yapım. Fransa’da ilk gösterimi 1896 yılında yapılan, 1898 yılında ise ilk kez kuklalarla oynanan Kral Übü, sahnelendiği ilk dönemden bugüne değin, izleyiciden, skandal ve rezalet hislerinden tutun da “hayranlık uyandıran öncü bir oyun” değerlendirmelerine kadar varan farklı ve zengin tepkiler almış. Tiyatrotem tarafından gölge oyunu, tekerleme ve anlatı geleneklerinin bir birleşimi olarak tasarlanan bu uyarlamada Şehsuvar Aktaş, Bilge Gültürk ve Ayşe Selen, hem gölgeleri oynatıyor hem kendileri oynuyorlar. Alem Buysa Kral Übü, 26 Aralık’ta Çevre Tiyatrosu’nda sahnelecek. (Tel: 0 212 585 59 35) C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle