Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 08 12/9/07 17:02 Page 1 CUMARTESİ EKİ 8 CMYK ? Goya’nın Hayaletleri ? En Uzun Gece Si ne ma 8 (Goya’s Ghost) Milos Forman’ın yönetmenliğini yaptığı filmde, Natalie Portman, Randy Quaid, Javier Bardem ve Stellan Skarsgard rol alıyor. 2 Oscarlı yönetmen Forman’ın çektiği dram türündeki film, Katolik Kilisesi’nin en güçlü olduğu dönemde, 1792 İspanya’sında geçiyor. Ülkenin en ünlü ressamı François Goya’nın (Stellan Skarsgrad)genç ve güzel ilham perisi Ines’in (Natalie Portman) Engizisyon mahkemesinin arkasındaki güçlü bir rahip tarafından, toplumsal değerlere aykırı davranış ile suçlanması ülkede büyük bir skandal yaratır. Ines haksız yere Engizisyon Mahkemesi tarafından mahkum edilip işkence görünce, Goya’nın eski dostu rahip Lorenzo (Javier Bardem) ile olan dostluğu sınanır. Goya Lorenzo’ya, Ines’in hayatının bağışlanması için yalvarır. Ancak Ines hapse atılır, işkence görür ve ölüme terk edilir. 20 yıla yakın bir süre geçer. Goya, yaratıcılığının doruğuna ulaşmıştır ama artık sağırdır, akıl sağlığı yerinde değildir. Goya, Ines ve Lorenzo tekrar bir araya gelir ve yıllarca saklanan sırlar ortaya çıkar. (Winter Solstice) Joshua Sternfeld’in yönettiği ve Anthony LaPaglia, Aaron Stanford, Mark Webber ile Allison Janney’in oynadığı film, arkadaşlığa, aileye ve onları birarada tutan güce dair bir dram. Yetenekli bir bahçıvan olan Jim Winters, karısının ölümünün ardından sessiz ve sakin bir hayatı tercih eder. Fakat oğulları, bu yaşamdan oldukça uzaktır. Büyük oğlu Gabe, Florida’ya kaçmayı planlamaktadır. Pete ise iç dünyasına kapanmıştır. Jim, oğullarının yapmak üzere oldukları bu yanlış seçimleri acı içinde izlemektedir. Ancak yeni komşusu Molly ile tanışınca hayata farklı bir gözle bakmaya başlar. ??????????????????????????????????? Lanetli odaya sakın girmeyin! ALPER TURGUT 1408, hayal ve gerçek arasında sıkışıp kalan yalnız ve hüzünlü bir adamın, korkunç bir odayla yaşadığı savaşı anlatıyor. Psikolojik ve fantastik bir gerilimin orta yerinde, paranormal sayıklamalar ve bitip tükenmek bilmeyen korku dalgaları bize eşlik ediyor. Anlaşılacağı üzere; otel odalarının laneti serisi tam gaz sürüyor. İsveçli Yönetmen Mikael Hafström, bol ödüllü Şeytana Karşı (Ondskan) ve Hollywood yıldızlarıyla çektiği Raydan Çıkanlar’ın (Derailed) ardından gerilim ustası Stephen King’ten uyarlanan 1408 ile karşımızda… Filmin senaryosu Matt Greenberg, Larry Karaszewski ve Scott Alexander’a ait. Başroldeki ünlü aktör John Cusack ise her zamanki gibi döktürüyor. Aşkın ve müziğin filmi Sensiz Olmaz ile Altın Küre adaylığı kazanan Cusack, bugüne dek Kimlik, Jüri, John Malkovich Olmak, İnce Kırmızı Hat, Tesadüf ve Con Air gibi birçok sağlam yapımda, oyunculuk yeteneğini sergilemesini bildi. Beyazperdeden ve “aptal kutusu” TV’den aşina olduğumuz Samuel L. Jackson ise kısa ve öz konuşmak gerekirse, 1408’e damgasını vuruyor. Tiyatro kökenli güzel aktris Mary McCormack ile çocuk oyuncu Jasmine Jessica Anthony, 1408’in diğer göze batan isimleri… Şayet fantastik gerilim türünü seviyorsanız, 28 Eylül günü gösterime girecek olan bu vasatın üstündeki filmi kaçırmayın. İster inanın, ister inanmayı; Uğursuz 13 rakamına göndermeler gibi klişeler, hâlâ iş görüyor. Zaten metafizik, insanoğluna hep çekici gelmiştir. Evladını yitirmek gibi bir trajedi yaşayan Mike Enslin (Cusack), depresyonu ve üzüntüsüyle baş etmeye çalışan arayış içindeki bir adamdır. Kendini efsanelerin ve doğaüstü olayların gerçeği yansıtmadığını ispatlamaya adamıştır. O, perili olduğu iddia edilen evlerle, ecinni hikâyeleriyle müşteri toplamayı hedefleyen otelleri araştırır. Unutmadan, listesinde mezarlıklar ve şatolar da vardır. Sonra da oturur, bu ürpertici mekânları tüm ayrıntılarıyla (1, 2, 3…Korku notları verir) işlediği kitaplarını kaleme alır. Bu eksantrik eserler, çok satanlar arasında yer bulmayı başarmıştır. Son kitabı “en korkutucu on otel” için kollarını sıvayan Mike, belirlediği otelleri teker teker dolaşmaya başlar. Sahipleri, Mike’ın tüylerinin diken diken olacağını ve korku çığlıkları atarak odalarından kaçacağını düşünürken o mışıl mışıl uyur. Fos çıkan saçma sapan iddialar ve her türlü uyduruk doğaüstü fenomenler, ona sadece ama sadece bıkkınlık getirir. Bir gün yolu (isimsiz bir kartpostal aracılığıyla) New York’taki Dolphin Oteli’ne düşer. Tam 56 kişinin hayatını kaybederek çıkabildiği 1408 numaralı odayı gözüne kestirir. Otel müdürü Gerald Olin (Jackson), lanetli odadan bıkmıştır ve Mike’ı vazgeçirmeye çalışır. Ancak bunu kandırmaca olarak gören kahramanız, otelin reklâm peşinde olduğunu sanır. İkna çabaları sonuçsuz kalır ve alaycı Mike odaya yerleşir. Olağandışı sesler, yer değiştiren eşyalar… Odanın cani ruhu, vakit kaybetmeden harekete geçmiştir. Gizem perdesi aralanınca, Mike’ın bastırılmış bütün korkuları da açığa çıkar. Kanser küçük Katie’yi (Anthony) almıştır. Hatta bu yıkımın yansıması, çok sevdiği eşi Lily’den (McCormack) ayrı düşmek olmuştur. Tanrıya inancını yitiren kahramanımız, Katie’nin hayaletiyle karşılaşınca kaçmak ve onu kurtarmak arasında bocalar. Gerçek ile gerçeküstü birbirine karışmış, dışarıya ulaşan yol kapanmıştır. Anlaşılan odur ki, bu katil odadan çıkış yoktur ve otelin tamamı aslında büyük bir labirenttir. Delirmek üzere olan Mike, odanın korkunç yetenekleri karşısında acizdir. Mesela sakin bir deniz manzarasını konu alan tablo değişir, fırtınalı bir okyanusa dönüşür. Ve o karanlık ve soğuk sular, büyük bir tazyikle tablodan odaya akar. Sonra karşı pencerede birini görür ve ondan yardım ister. Ne yazık ki, yardım istediği kişi, kendisinden başkası değildir. Ardından odanın tarihi canlanır. Mağdurlar şeceresi, Mike’ın umudunu azaltır. Siluet halinde görünen kurbanlar, nasıl öldüklerini ona gösterirler. Bu cehennemi kâbustan kurtulmanın yolu, ölümden mi geçer? Yanıt aramak yerine, o tehlikeyle yüz yüze gelmeyi ve mücadele etmeyi seçer. Laptop’u aracılığıyla Lily’e ulaşır ve ondan yardım ister. Saldırgan, zeki ve birçok karakteri barındıran sevimsiz oda, gerçek midir yoksa Mike’ın beyninde yarattığı kötü, acımasız ve hepimizi inandıran bir oyun mudur? Cevabı, filmin gerçekten iyi kurgulanmış finalinde… Yeni Dünya’nın kurbanları ngiliz sinemasının önemli yönetmenlerinden 71 yaşındaki Ken Loach kabul gören düzene karşı tartışmayı sürdüren üretken bir sinemacı. O, kamerasını hor görülüp sömürülen insanlara çeviriyor. Madencilerin, alkoliklerin, işsizlerin, göçmenlerin zorlu yaşamlarını yetkinlikle anlatıyor. Son filmi It’s a Free World’da (Özgür Bir Dünya/2007) küreselleşen ekonomi sonucunda göçmenlerin, kaçak işçilerin daha da kolaylaşan ASLI sömürülmesine odaklanıyor. Bir Dünya SELÇUK Özgür tanımlaması çelişkili, trajik hem de sosyal anlamda serbest ekonomide iş olgusunun acımasız esnekliğini, işverenin istediğince yönlendirmesini irdeliyor. Bu üretim anlayışı iş ve politika dünyasında başını almış gidiyor. It’s a Free World’de, yaşamı tek başına, gözüpeklikle göğüsleyen bekar anne Angie (Kierston Wareing) Polonya’da geçici işçi çalıştıran yasadışı kurumca kapı önüne koyulunca Londra’ya gelip burada kendi yerini açmaya karar verir. Angie, tümüyle yasadışı olan, çalışma belgesiz kaçak Ukraynalı, Polonyalı, Afgan göçmenlere, bu vasıfsız işçilere iş becerisi gerekmeyen geçici, günlük işler bulmaya başlar. Bu kolay para kazanma çarkına kendini kaptıran genç kadın çaresiz insanların sırtından geçimini sağlamaya başlar. İ olmak istememiştir, koşullar onu böyle yapmıştır. Yaşamda kalabilmek için başkalarını sömürmek zorundadır. Angie’nin davranışı ekonomimizle hiç çelişmez ve ekonomimizin merkezinde durmaktadır.” İzleyicinin Angie’nin girişimlerinden tedirgin olacaklarını belirten Loach, bu durumu değiştirmenin Margaret Thatcher ve Tony Blair’in uygulamaya başlattığı sözde Neoliberal (!) süreci adamakıllı gözden geçirmekten geçtiğini belirtiyor: “Britanya ekonomisinin yüreğinde ucuz işçi gücü yatıyor. Başta hükümet yürürlükteki yasalara saygı göstermiyor, yasaları varsaymıyor. En düşük SÖMÜRÜLENLERİN PORTRESİ “Angie’nin mantığı bilinen herhangi bir şirketle aynı yaklaşımla işler. En ucuz iş gücünü bulabilmek, pazarını genişletmek, yüksek kar sağlamak için maliyeti en aza indirmek anlayışıdır bu” diyen Ken Loach anti kahramanı Angie’nin çağdaş bir iş kadını olduğunu vurguluyor: “O günümüzün iş kadınıdır. Kötü ücreti saptadıktan sonra bunun da ödenmemesini sağlıyor çünkü eğer bu ödenirse gıdalarıngiysilerin fiyatı artacak, enflasyon tırmanacak dolayısıyla ekonomi sarsılacak.” Loach son çalışmasında işçi sınıfı kökenli, yeni düzenin kurbanı olan Angie’nin gözünden sömürülenlerin ayrıntılı, zengin bir portresini çiziyor. Politikacıların ikiyüzlü olduklarını sık sık belirten sinemacı, RiffRaff (1990), Raining Stones (1993), Ladybird Ladybird (1994) filmlerinde Thatcher İngiltere’sinde dışlanan sıradan insanlara sevecenlikle yaklaşıyor. Kimse açıkça ucuz oldukları için Doğu Avrupalı işçi istendiğini, seçmenlerinse tüketiciler olduğunu söylemiyor. Bu kaçak işçilere böylelikle düşük ücret ödenecek sonuçta tüketim maddelerine zam gelmeyecek. It’s a Free World’de Kierston Wareing, Juliet Ellis, Leslaw Zurek, Colin Caughlin, Joe Siffleet gibi yine tanınmamış oyuncularla, amatörlerle çalışan Loach ünlü yıldızlara bir nefreti olmadığını, herşeyden önce rol için ideal kişiyi aradığnı belirtiyor. Robert Carlyle (RiffRaff, Carla’nın Şarkısı), Peter Mullan (Benim Adım Joe), Adrien Brody (Ekmek ve Güller) Loach’la film çevirdikten sonra ünlendiler. Sinemayı bir bulgu olarak algılayan yönetmen, sinemada hiçbir şeyin kapalı olmaması gerektiğini savunuyor: “Hitchcock’un kaygan, ustura üstünde gezinen gerilimli metodunu benimseyenlerden değilim” diyor. Dünyadaki politik, ekonomik, sosyal olaylar onu etkiliyor. Pakistan kökenli bir İskoçla bir İrlandalı arasındaki aşkı anlattığı Just a Kiss (Duygudan Öte/2004) 11 Eylül 2001’den sonra doğmuş. Filmi çekerken tanıştığı göçmen gençler ona iki kişilikleri olduğunu, sokakta ebeveynlerinin onların nasıl davrandıklarını, arkadaşlarının ev yaşamlarını bilmediklerini söylemişler. Bread and Roses’da (Ekmek ve Güller/2000) Los Angeles’ta bir yıl geçiren senaristi Paul Laverty’nin Loach’a Meksikalı işçilerin koşullarını aktarmasıyla ortaya çıkmış: “Amerikalıların yaşam anlayışlarını son derece olumsuz buldum. Lüks villaların girişlerinde yabancılar için asılı uyarı levhalarından nefret ettim. Kentte ancak arabayla dolaşabiliyorsunuz eğer kaldırımda yürürseniz size olası bir saldırgan gözüyle bakılıyor.” Ezilenlerin sözcüsü Ken Loach, sıradan insanları açık, yalın, gerçekçi, süssüz, etkileyici, düşündürücü biçemiyle anlatmayı sürdürdü, sürdürüyor... ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Beyazperdeden Demirkubuz’un Karanlık Öyküleri New York’ta Zeki Demirkubuz’un yedi filminin yer aldığı ‘Ruhsal Mayın Tarlaları: Zeki Demirkubuz’un Karanlık Öyküleri’ başlıklı toplu gösterim 1924 Eylül tarihleri arasında New York’taki sinemaseverlere sunulacak. Etkinlikte yönetmenin son filmi Kader’in New York’taki ilk gösteriminin yanısıra, Karanlık Öyküler Üçlemesi olarak da anılan Yazgı, İtiraf ve Bekleme Odası filmleri ve C Blok, Masumiyet ve Üçüncü Sayfa adlı filmler yer alacak. Etkinlik kapsamında, 22 Eylül’de Zeki Demirkubuz sineması üzerine bir de panel düzenlenecek. Ayrıca Altyazı, Arteast ve Moon and Stars Project’in İngilizce olarak hazırladığı bir kitap da sinemaseverlerle buluşacak. TürkiyeAlmanya Film Festivali InterForum’un çok kültürlülüğe ve sinema sanatına katkıda bulunmak amacıyla, Nürnberg Belediyesi Kültür Dairesi işbirliği ve RobertBoschVakfı’nın desteğiyle düzenlediği TürkiyeAlmanya Film Festivali çerçevesinde belgesel film yarışmasına son katılım 1 Kasım. Konu sınırlaması olmayan Türkiye yapımı belgesel filmler, Almanya yapımı çok kültürlülüğü konu alan belgesel filmler, Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli yönetmenlerin katılımlarıyla gerçekleştirilmiş filmler, Türkiye dışında yaşayan Türk kökenli yönetmenlerin belgesel filmleri ve Almanya dışında yaşayan Almanya kökenli yönetmenlerin belgesel filmleri ile katılabilecek festivalde, en iyi belgesel filme ve Öngörenİnsan Hakları ve Demokrasi Ödülü’nü alan filme bin avro ödül verilecek. Yarışmaya gönderilen filmlerin ilk gösterim tarihinin 1 Ocak 2007 tarihinden önce olmaması ve filmlerde İngilizce altyazı koşulu aranıyor. ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ?