19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 02 12/9/07 17:06 Page 1 CUMARTESİ EKİ 2 CMYK 2 15 EYLÜL 2007 CUMARTESİ Ali’nin zindanı GÜLÇİN A. ÖZDEMİR Rengini yitirmiş taşlarda tutulmaktan aşınmış parmaklıklarda, döne döne bitmeyen merdivenlerde seni takip eden bir hayalet var. Rüzgarın taştaki sesi demirin karanlıktaki kokusu esaretin yüzüne çarpan soğuk suyundan. Duvarlarda yüz yılların işaret dili. Denizin bir sesi bir de konamayan kuşları var parmaklıklara. Kadere, efkara ve hasrete asılan bir kilit sesi dar uzun koridorlarda yankı bulan. Bir ıslığın bir küfrün metal buluşması. Naz gülü, baba evi, ana kandili burada görüşmeler. Günceler bitip avlularda geceler başlarken hücrende boyalı bir güle benzeyen gölge saksısını arayan tek çiçeğin senin. Ürkek huzursuz ve yalnız benliğinin buyurgan yansımaları var kağıtlara. Tutkuya sarınan hücrelerde koynuna düşen hep yalnızlık olduğundan bir doğum lekesi gibi taşıdın bu karanlığı üzerinde. Nereden geleceği belli olmayan kaygılara açık yüreğin senin tabiatın en görkemli avlusuyla buluşan. Kader talih mi talihsizlik mi ucu yakalanamayan işareti gibi sonsuzluğun. Şüphe uyandıran ama bilerek kalınan suskunluğun elsiz kolsuz gizli kahramanı gibisin. Hakkın suç, aşkın yalnızlığın senin. Ne karanlığın bekçisi ne aydınlığın yüzüsün. Ne heyecanlı bir seyirci ne de küstah yüzlü dostsun. Suçlu, tuhaf ve sessiz bir kaçışın şair seyircisisin. Makus bir talihin görüntüsü seni ipteki cambazın hüneriyle şairleştiren. Ne önüne geçilecek kederlere hükmedebiliyorsun ne kayıtsızlığını huzura çıkaracak kimliğine hükmün. “ Mutluluk hürriyetin nazlı kuşlarıyla buluştuğunda sen Alçaktan uçar haber kuşları yüzünden.” Bilebile yaşanan acılarla bilenir kağıtlar. Teslimiyeti uyanmayan varlığın, tedirgin olan yaşamının ve yazgının soluk kırmızı kundağı senin. Cömert bir iklim var hücrende. Duvarlarda hiç saklanamamış köreben. Yazılan her şiir seni bu ebeye ortak eden. Ne endişe ne çoğalan günler susturmaya yetmiyor perişan düşüşlerini yağmurun. Eline bulaşmasa da kokusu var güllerin. Ellerine alamadığın karanlık dere, sessiz nehir, yalnız köprü, soğuk pınar yanar ellerinde senin. Kimsesizliğin, kimliğin amansız katilini vurur yalnızlar o dar hücrelerde. Ayağa kalksan düşersin. Onlar gibi seni de kandırır duvarların ayazı. “Kırpılmış gözlerinin bitiminde başlar geceler. Ses demirden, ay parmaklıktan girmez içeri En uzun yalnızlığı alırsın koynuna. Dışarı da gül mevsimi. Uzun saçları dolanır durur ellerine. Koynun baldıran konağı. Terk ettiğinde mevsim gülleri. Boşuna kuşların alçaktan uçmaları.” Rüyalarında usanmadan yaşarken dağları, zehirli çiçeklerle titrerdi şiirlerin. Dizlerinde hürriyetin demir sarmaşığı. Ellerinde kopardı şiirin yaprakları. Berrak olmasa da yüzerdi hür atları gönlünün. Göl de su da senden yanaydı. Şair nefesiydi koşturan Heykelden Korkmak AYÇA AKPEK Çocukken okuduğum bir masal beni çok etkilemişti. Bu İskandinav masalının kahramanları bir prens heykeli ve küçük bir kırlangıçtı. Masalda; yaşarken hiç sarayın dışına çıkmamış, ölüp de babası tarafından heykeli kentin meydanına yaptırılan bir prensin, bulunduğu yerden ve bir heykelken tanık olduğu şehrin sefaleti karşısında dehşete düşmesi ve küçük kırlangıcın yardımıyla şehirdeki yoksulları beslemesi anlatılır. Masalın sonunda hem prens heykeli, hem de kırlangıç acımasız İskandinav soğuğuna dayanamayarak ölmüşlerdi. O Avrupa kentlerindeki görkemli kral heykellerini gördüğümde, aklıma hep bu küçük prens ile kırlangıcın masalı gelir. Ama küçük bir çocukken bu etki daha fazlaydı. O heykeller canlanacak zannına kapılırdım. Onların da tıpkı o küçük prens gibi duyguları ve hafızaları var gibi gelirdi bana. Henüz çocukken soyut düşünme yeteneğimiz gelişmemiştir çünkü. Çocuklar her şeyi olduğu gibi algılarlar. Masal kahramanları, Barbi bebekler ve oyunlar gerçektir. İroni yoktur çocukların dünyasında örneğin. Antalya’nın Kemer ilçesinde kent meydanına yapılan kadın ve erkek heykelinin yarattığı tartışmaları görünce aklıma bunlar geldi. Kemer halkı o heykellerin canlanıp şehrin ahlakına mugayir hareketler yapacağından korktuklarından olsa gerek, endişelenip heykelleri yıkmaktan söz ediyorlar. Kim bilir heykeller dile gelip etekemiğe bürünüp, tıpkı o İskandinav masalında olduğu gibi Kemerli kız ve oğlanların arasına karışıp, onların ahlakını bozabilirdi. Buna engel olunmalıydı. Ne kadar alışıldık bir tartışma olsa da yaşadığımız, ülkemizin klişelerinden hatta, yine de üzerinde düşünüp tartışmaya değer bir konu bu. Sanattan anlamamak konusu değil. Daha acıklı bir durum aslında. Hrant Dink’in ölümünün ardından yapılan yürüyüşlerde “Hepimiz Ermeniyiz” sloganının nasıl anlaşıldığı ve de Bekir Coşkun’un “Benim Cumhurbaşkanım değil” dedikten sonra başına gelenler gibi. Tıpkı çocuklar gibiyiz, belki onlar kadar naif değiliz. Ama ürkek, korunaksızız. Algılarımız da bu doğrultuda. Ne ironi var dünyamızda, ne soyut düşünme yetisi, ne felsefe, ne de eleştiri. Bir heykel, belki müstehcen bir resim yeterli bizi korkutmaya. O nedenle zayıf yaratıcılığımız, hep aparma senaryolar, klişe tartışmalar ve kişilerle örülü etrafımız. Yaratmak zor bir süreç bu coğrafyada. Aslında yaşadığımız tüm bu tartışmalara daha derinden bakıldığında birbirinden kopuk gibi görünen, ana fikri aynı, kısır döngülerin içinde olduğumuzu anlamak mümkün. Dolayısıyla bu topraklarda sanatın, özgür düşüncenin, eleştiri ortamının yeşermesine daha uzun yıllar ve uzun meşakkatli bir yol var. Merhaba Sadece yıllar mıdır insanı büyüten? Mutluluk, acı, hüzün, ayrılık, sevda, yengi, yenilgi, başarı… Hayatın bize kattığı veya bizden aldığı her şey… Alınan yaşları anlamlı kılan tüm bunlar değil midir? Öyle bir an gelir ki dönüp geriye bakarsınız ve anıların çokluğuyla karşılaşırsınız. İşte o size anlatacaktır gelip geçen zamanı... Dostluklar, kahkahalar, sevgiler, umutlar birikmişse eğer daha fazla büyümüşsünüzdür. Tıpkı Sertab Erener gibi... Korkularıyla yönetilen, kaygıları olan ve hayatı bir yük gibi sırtında taşıyan bu kız çocuğu, 15 yıllık yolculuğunun sonunda yaşamı kucaklamayı öğrendi. Kendisiyle birlikte müziğini de büyüten bir kadına dönüştü. Onu Sezen Aksu’nun vokalisti olarak tanıdık serpilmeden hemen önce. Sonra 1992’de ilk albümü ‘Sakin Ol’u çıkardı. Peşinden 1994’te ‘Lâ’l’ geldi. Kendisi gibi duru sesiyle, şarkılarıyla büyüledi herkesi... Aradan geçen 15 yıla 14 albüm ve single sığdırdı... 2003’te yıllardır tırmalayıp durduğumuz Eurovision’da birinciliği aldığında yere göğe sığdırılamadı. Türkiye’ye gelişinde F16’lar karşıladı onu. Kendisinin de söylediği gibi öyle abartıldı ki durum ‘otorite’ olarak her yıl ona soruldu Eurovision’a ilişkin tüm sorular... Sertab Erener, şimdi gözünü daha da ileriye dikti. Artık hedefinde Grammy var. Onu kazanmayı çok istiyor ve arzuluyor. Üstelik bu toprakların müziğinden yola çıkıp yapacağı bir albümle... Demir Demirkan’la birlikte seçtiği türkülerle aday olacak Grammy’ye. Sanat yaşamındaki 15. yılına bu hedefle giriyor Sertab Erener... Erener’le müzik dolu yıllarını, hayatı, dostluklarını ve hedeflerini Şirin Güven konuştu. İyi hafta sonları... Doktor Kuantum İstanbul’da atları. Düşlerinde kaçıncı kez şahlanan. Hücrende gece geçerken bulutların arasından bir de çocukların yüzü geçerdi parmaklıklardan. Okşamasan da saçları uzayan. Üç tekerlekli mavi bir bisikletti avlunun duvarından çıkamayan. Aynaların sırrı ısrarlı çığlıklarla dökülüyor; şair ellerin çaresiz yerleşiyordu hücrene. Güneye bakan şiirlerindi dışarıdaki insanlara şairliğini özleten. Göğsündeki gülü takıyordun dizelerine, kapandıkça büyülüyordu gülün açıklığı. Uzayan göller ellerinden, girilemeyen ormanlar dizelerinden düşüyordu sen uyurken. Kayıp bulutların içinden geçen hayat kuşları vardı dahi bir gecenin peşini bırakmayan. Yürüyen gecenin şairi üşüttüğü bir kalbi vardı. Kelimelerin avı şairin öldüğü andı. * BU İTHAF SABAHATTİN ALİ VE SİNOP CEZAEVİ SÜRGÜNLERİ ANISINA YAZILMIŞTIR. Türkiye’de de gösterime giren “What The Bleep Do We Know” (Ne Biliyoruz ki?) filmi pek çok insanın hayatını değiştiren yarı belgesel yarı kurgusal bir yapıttı. Bu filmin gelişmesi ve başlangıcında ilham kaynağı olmuş kuantum fiziği profesörü Fred Alan Wolf bir seminer vermek için Türkiye’ye geliyor. Kuantum fiziği gibi karmaşık bir konuyu basite indirgeyerek uzman olmayan kişilere bile anlatabildiği için Dr. Kuantum olarak ünlenen Wolf, kuantum fiziği hakkında 11 kitap yazdı. 1982 yılında “Taking the Quantum Leap Kuantum Sıçramasını Yapmak” adlı eseriyle ABD Ulusal Bilim Kitabı Ödülü’nü kazandı. Halen Discovbery Channel’ın sürekli danışmanlığını yapan Wolf, ANKA Kişisel Gelişim ve Danışmanlık şirketi tarafından düzenlenecek seminerde, kuantum fiziğini ve günlük hayatla ilişkisini anlatacak. “Çevremizde ve evrende var olan maddi varlıkların içinde derinlere daha derinlere gidildikçe hangi taneciklerin var olduğunu, orada hangi olayların nasıl meydana geldiğini kısacası mikroevren dediğimiz bu evreni yöneten yasaları” araştıran kuantum fiziği, insanlara hayatlarını nasıl kontrol altına alabileceklerine dair bir bakış açısı sunuyor. “Ben bunu daha önce gördüm”, “Bir şeyi 40 defa söylersen olur” gibi dilimize ve hayatımıza yerleşmiş inanışlarımızın bilimsel açıklamasını, zihin ve etraftaki cisimler arasındaki ilişkiyi öğrenmek isteyenler bu etkinliği kaçırmamalı. Wolf, önce Kemer Golf & Country Club’da düzenlenecek bir sohbet toplantısında okurları ile buluşacak ve kitaplarını imzalayacak. Dileyen herkesin ücretsiz katılabileceği etkinlik yarın. Ardından 19 ve 20 Eylül tarihlerinde İstanbul Swissotel’de düzenlenecek seminerde meraklılarına ve yeni başlayanlara kuantumun gizemli dünyasını anlatacak. Seminerin biletleri Biletix’te. Türkiye’nin Kentleri dizisi Toplumların ruhunu ve çağdaşlık ölçüsünü yansıtan kentler, Heyamola Yayınları tarafından edebiyatçılar aracılığıyla tanıtılıyor. Yayınevi Türkiye’nin kentlerini yazmaları için tüm edebiyatçılara, “Çağımıza kendi pencerenizden tanıklık edip, doğup büyüdüğünüz kentlerinizi ve kendinizi yazar mısınız?” çağrısında bulunuyor. Özgün toplumsal, kültürel, tarihi geçmişi/derinliği olan kentlerini ve kendilerini, Türk edebiyatçı yazarlara yazıya dökmelerini önermişler. Tek şartları ise o kentte doğmuş ve büyümüş olmak. İlk olarak Eray Canberk ve Rüknü Özkök, “Ömür Biter İstanbul Bitmez” adlı kitaplarıyla yanıt vermiş çağrılarına, sonrasında da Necati Güngör, doğduğu kenti ve kendini anlattığı “Annem Babam Malatya”, devamında Burhan Günel “Sonsuz Aşkım Hatay” adlı kitabıyla Türkiye’nin Kentleri dizisinin temellerini atmışlar. Yeni yayın dönemine 18 kitap daha 20.yüzyılda doğmuş olan edebiyatçı ve yazarlara, kentlerine kendi yaşamöykülerini de katarak yazılı kültüre yeni ve özgün bir belge edebiyat dizisi kazandırmak amacıyla yola çıkan yayınevinin hedefi ise 85 kent yada kent özelliği taşıyan il, ilçe ve kasabaları tanıtmak. Bu dizide yazarlar, kendi yaşantılarından yola çıkarak kent yaşamını, olayları, tarihi politik tanıklıklarını, kentin ve halkının maddi manevi kültürel mirasını birebir gözlemleriyle yazıya döküyor. Türkiye’nin kentleri dizisini oluştururken kadın yazarların ön plana çıkması yayınevini en çok sevindiren durum olmuş. 20072008 yayın döneminde 18 kent daha, yazarıyla okurların önüne çıkmaya hazırlanıyor. İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Yazıişleri Müdürü: Güray Öz Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No. 2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: İpek Aksoy Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu Tel: 212251 98 7475 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ hafta?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle