19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 06 12/9/07 17:03 Page 1 CUMARTESİ EKİ 6 CMYK 6 15 EYLÜL 2007 CUMARTESİ Reddeden gençler ‘En büyük hayalim Aspendos’ta kardeşlik dinletisi yapmak’ Usta yorumcumuz Demir Gökgöl yorulmak bilmeden üretmeyi sürdürüyor İMDAT ULUSOY Oyunculuk ve şiir yorumculuğu, artık onun hobileri... Binlerce şiir dizesine ses verdi, Brecht’ten Orhan Veli’ye kadar... Kendi deyişiyle, birçok filmdeki “hoca” ve “sünnetçi” rollerinin aranan oyuncusu... Okuma akşamlarında daha ilk sözcükte ortamın havasını değiştiriveren bir ses... Tutkulu bir Sait Faik hayranı... Nâzım Hikmet şiirlerinin usta yorumcusu Demir Gökgöl, artık 70 yaşında... HamburgAltona’da Sabahattin Ali’nin 100’üncü doğum yıldönümü nedeniyle “Werkstatt 3” diye bilinen kültür ve sanat merkezinde bir okuma akşamı var. “Türkiye Kitaplığı” projesine bağlı olarak İsviçre’deki Unionsverlag tarafından Almanca yayımlanan Sabahattin Ali’nin “İçimizdeki Şeytan” kitabı tanıtılacak. Çevirmen Sabine Adatepe ile Demir Gökgöl’ün sunacakları bu programın başlamasına biraz zaman var. Ses düzeni kontrolü ve Şilili gitarist Gilberto Torres ile birlikte son hazırlıkları yapıyor Demir Gökgöl. Sanırsınız bu onun ilk okuma akşamı. Yüzlerce edebiyat akşamına katılan o değil sanki. Bir telaş, bir heyecan, sınava girecek bir öğrenci gibi heyecan dolu: “Evet, ben hep böyleyim. Benim için her okumam sanki ilk okumam gibi geliyor. Herşey düzenli ve mükemmel, kusursuz olsun istiyorum. Bir de bu tatlı heyecan, bunu yaşamam gerek. Bu iş anlayışı ve disiplini tiyatroda sahnesinde de böyle, okuma günlerinde de... Bildiğin gibi yüzlerce okumam oldu, ama her okuma günü sanki bu benim ilk okuma günümmüş gibi bir heyecan duyarım. Bu galiba işime karşı duyduğum saygıdan ve severek yapmamdan. Onsuz olmuyor, bu gerekli.” özgür çalışıyor Freelance çalışan gençler, sadece bulundukları sektörde özgürce iş yapmıyor. Aynı zamanda iyi bir kazançla kendilerini başka yönlerden de geliştirmek için zaman ve imkân yaratıyorlar. Bu alanı da ‘profesyonel yaşama geçiş’ değil, kendileri için profesyonel yaşam olarak değerlendiriyorlar. endi alanlarında bir kuruma bağlı olarak çalışmayı deneyip, işe motive olamayan, sektörün sunduklarını reddeden veya bireysel çalışmalarına daha fazla vakit ayırabilmek için freelance’i (serbest çalışma) tercih edenlerin sayısı günbegün artıyor. Çok çeşitli nedenlerle masabaşı çalışmayı kabul etmeyen ve kendi ZUHAL özgürlük alanlarında yoluna AYTOLUN çalışma gidenlerin çoğunluğunu da gençler oluşturuyor. Genç yaşlarına rağmen yaptıkları işlerde çok başarılı olmuş ancak çalışma alanı olarak bir yere bağlı kalmamayı tercih etmiş üç gençle freelance’i konuştuk. Bir yere bağlı çalışmak zor ? 1984 İstanbul doğumlu Gökçe Pehlivanoğlu, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümü 2006 mezunu. Klip yönetmenliği ve fotoğrafçılık yapan Pehlivanoğlu’nun 4 tane de kısa filmi var. Çocukluğundan itibaren sinema hayaliyle yaşamış. Evde televizyonda ya da VHS kasetlerde sürekli film izlermiş. “Sinema dünyasına çok meraklıydım ve o benim için çok farklı bir hayal dünyasıydı. İç dünyamla benzeşen de birşeydi. Bu süreç ilkokula kadar dayanıyor. O zamanlarda hayatımı sinema üzerine kuracağım demiştim, yönetmen ne demek bilmiyor olsam da” diyerek özetliyor sinema tutkusunu Pehlivanoğlu. Okulda yetersiz eğitim aldıklarını ancak konu başlıklarından çok fazla araştırma yaparak ve çok sayıda film izleyerek kendini yetiştirdiğini söylüyor: “Son bir iki yıldır, hocaların küçük ipuçlarıyla önümde bir kapı aralandı ve ben o kapıları açıp içeriye girmeye çalıştım. Çok fazla film izledim, başta Avrupa Sineması olmak üzere. Zaten o benim hayatımda başka bir miladı oluşturuyor. Bu durum benim filmlerimi de etkiledi. Fransız sinemasındaki şiirsel gerçekçilik akımından da özellikle etkilendim” diyor. Kendisine en zor gelen çalışma koşulunun bir yere bağlı olarak masa başı çalışmak olduğunu söylüyor. Bu yüzden de serbest çalışmayı tercih etmiş. İş oldukça gidiyor, çekimlerini yapıyor, kalan vakitlerinde de kısa film üzerine çalışmalar yapıyor. En büyük hayali ise uzun metrajlı bir film çekmek. Kırsal hikayeleri çok fazla sevmediğini, daha çok şehir insanının kaotik yaşamını ve doğudan uzaklaşmasının getirdiği yalnızlaşma ve yabancılaşmasını işlemeye çalıştığını söylüyor Pehlivanoğlu. Filmlerinde de genellikle kadın erkek ilişkileri üzerinden anlatıyor hikayesini: “Hikaye düz olsa da değişik bir anlatımla şaşırtmak istiyorum izleyiciyi. Bunun içinde absürd bir dille ters köşe yapmaya gayret ediyorum.” Ancak senaryo yazamadığını söylüyor samimiyetle. Yazmaya çalıştığında episodik bölümlerin çıktığını söylüyor ve kendini başı sonu olan bir öykü yazmak için de geliştirmeye çalıştığını sözlerine ekliyor. Freelance çalışmanın dezavantajlarından birinin de bireysel projeleri için finans sağlayamamak olduğunu vurguluyor: “Bazen klip yönetiyorum, oradan gelen parayı fotoğrafa aktarıyorum. Ya da sette fotoğrafçılık yapıyorum, onu kısa filmime ekliyorum. Kısa filmden ödül alırsam da yine fotoğrafa. Böyle bir döngüsü var finansal arkaplanımın” diyor. MACERA BAŞLIYOR Bir liman kenti İstanbul’dan bir başka liman kenti Hamburg’a uzanan bu yaşamın oldukça uzun ve ilginç bir öyküsü olsa gerek... 15 Temmuz 1937 İstanbul doğumluyum. Viyana’da tiyatro oyunculuğu öğrenimi gördüm. Doktora çalışmamı yarıda bırakıp tekrar Türkiye’ye döndüm. TRT İstanbul Radyosu’ndan başka birçok tiyatro sahnesinde çalıştım. 1968 yılında üç aylık burs alarak Payel Yayınları’nın sahibiyle birlikte film çekimi için Almanya’ya geldim. Bir AlmanFransız ortaklığı olan Hamburg Airbus uçak fabrikasında tercüman (AlmancaFransızcaTürkçe) ve teknik ressam olarak iş bulunca film çekme maceram orada bitti ve Almanya’ya göç maceram başlamış Çizim: oldu. Ömer Artık bir büyük işyerinde Yaprakkıran işçisiniz, ama sanatla, şiirle de yavaş yavaş ilişki arıyorsunuzdur mutlaka... 1976 yılında Deniz Kavukçuoğlu ile tanıştım. “Adam Gibi Adam“ kitabında da söz eder. Sazlı ve sözlü ilk şiir dinletimi yaptım o yıl ve böylece şiir okuma hikayem başladı. Daha sonraları, daha çok piyano ve caz müziği eşliğinde yaklaşık 10 yıl Schiller, Goethe başta olmak üzere yerli ve yabancı birçok şairden şiirler okuma uğraşını sürdürdüm. Neruda’dan Brecht’e kadar daha birçok dünya şairini şiirleriyle seslendirdim... Şiir uğraşının yanı sıra bir de caz serüveniniz var... Caz sevdasına, ta küçük yaşlarda tutuldum. Bizim eve gelip gidenler hep yüksek tahsilli, entelektüel insanlardı, daha 1314 yaşlarımda radyodan caz saatini dinlerdim. Daha sonra Hamburg’ta yaşarken ise “Circle” adıyla bir caz kulübü kurdum, uluslararası caz sahnelerinin birçok büyük ustasını davet edip konserler düzenledim. Tabii para kazanmak da vardı işin içinde. Ama sonunda iflas ettim ve çok sevdiğim bir uğraş olan bu işi bıraktım. K YAPTIRIM GÜCÜ YOK Garanti Bankası, Arçelik, Beko, 50’ye yakın Turkcell reklam filmi, Mercedes, Miles and Miles gibi televizyonlarda sıkça izlenen reklam filmlerinin üç boyutlu animasyon çalışmalarını yapan Ruhi Yapıcı, aynı zamanda yine kendini özgür bulduğu oyunculukla da piyasada kendine yer edinmiş. Yapıcı, sistemin önüne sunduklarını kabul etmediği için bir yere bağlı çalışmıyor. Aralarında ödüllü olanların da bulunduğu 4 kısa metraj çalışması olan ve en son Ogün Sanlısoy’un ‘Kaybettik Severken’ ve Aydilge’nin ‘Dünyanın Kalbi Hiç Durmasın’ kliplerini çeken Gökçe Pehlivanoğlu da kendisine en zor gelen şeyin masa başı çalışmak olduğunu söylüyor. Pehlivanoğlu’nun hedefi uzun metraj bir filmin yönetmenliğini yapmak. Gökhan Meriç, birçok kez bir kuruma bağlı kalarak çalışmayı denemiş ve sonrasında çeşitli nedenler öne sürerek işten ayrılmış. Serbest çalışmanın reddeden bir tarafı olduğunu vurguluyor Meriç, müşteri dahil iş konusunda bağlantılı olduğu pek çok kişinin kendi üzerinde herhangi bir yaptırım gücünün olamayacağını da sözlerine ekleyerek. Ortaokul yıllarında odasının duvarını süslemek için ilk tasarım denemesini yapan Meriç, Avrupa’da Elba adlı bir projenin logosunu yaptığı gibi mahalle bakkalına web tabanlı çalışmalar da hazırlamış. Hepsinin de ortak noktası reddeden taraflarını bastıramayarak serbest çalışmaya yönelmeleri... Esnek bir yaşam isteği... ? Gökhan Meriç, 21 yaşında. İzmir Ege Üniversitesi Seramik Bölümü 2. sınıf öğrencisi. Şimdilerde bir sigorta şirketinin yetkili acentalığını yürütse de asıl işi olan tasarımcılığı da freelance olarak evden devam ettiriyor. Dünya barışını konu alan bir websitesini hazırlamış Meriç ve bu çalışmayla özel okullar arasında düzenlenen yarışmada birincilik almış. Bunun yanı sıra da Avrupa’da ‘elektronic books for adult’ (Elba) adlı bir projenin logosu ile Türkiye Sualtı Federasyonu’nun 20052006 internet kurucu başkanlığını yaparak web sitesini tasarlamış. Çalışmalarının grafik olarak kısıtlanmamasını istediğini söylüyor Meriç. Çünkü Elba logosundan tutun da mahallenin bakkalına kadar pek çok yere web tabanlı çalışmalar hazırlamış. Bunun yanı sıra da katalog, broşür, kurumsal kimlik gibi çalışmalarda da bulunuyor. En büyük hedefi de freelance çalışma şeklinden tam anlamıyla vazgeçmeden kısmi masa başı bir iş düzeneği kurmak ve yaptığı çalışmalarla yurtdışına açılabilmek. Meriç’in tasarımla buluşması ortaokul yıllarına dayanıyor. Çünkü ilk ‘grafiğe benzer’ çalışmasını o yıllarda odasının duvarını süslemek için yapmış. Daha önce masabaşı işlerde çalıştığını ancak akademik ve spor yaşamını öne sürerek bu işlerden ayrıldığını söylüyor Meriç. Asıl gerekçesi ise zaman konusunda daha esnek bir yaşam sürebilmek. “Sabit olarak masa başında çalışabilecek konumda bir yaşam sürmüyorum. Çokça da denedim ama masabaşı bir işte çalışarak verim alamadım” diyor. Serbest çalışmanın nasıl bir tercih olduğunu sorduğumuz Meriç, “Freelance çalışmak benim için süper bir olanak” diyor. Freelance çalışmanın kendisine sağladığı avantajlardan da memnun olduğunu söylüyor. Zaman, yer, para sıkıntısının çok az olması bu tercihte etkili olmuş ancak dezavantajlardan birinin de kurumsal bir kimlik altında çalışmadığı için güvenilirliği oluşturmanın zaman aldığını da vurguluyor. Serbest çalışmanın reddeden bir tarafı olduğunu belirtiyor Meriç. Müşteri dahil iş konusunda bağlantılı olduğu pek çok kişinin kendi üzerinde herhangi bir yaptırım gücünün olamayacağını söylüyor: “İstediğiniz zaman iş alıp çalışabiliyor, istediğiniz zaman çalışmayabiliyorsunuz. Freelance zaten himayeyi benimseyen çalışma biçimi değildir” diyor. Yurtdışında yaygın olarak freelance çalışanların, bir kurumsal kimliğin altında ve genelde masa başı olmayan, planlı değişken çalışma politikasıyla çalıştıklarını ancak Türkiye piyasasının freelance çalışma politikasıyla tam anlamıyla tanışmadığını belirtiyor. MEVLANA VE EINSTEIN Şiir okuma, caz derken beyaz perdede gördük sizi... Benim filmle tanışmam ve izleyicinin de beni tanıması Tevfik Başer’in 1985 yılında çektiği “40 Metrekare Almanya” filmiyle oldu. Ondan sonra Almanya’da çekilen filmlerde nerede bir “hoca” veya “sünnetçi” rolü varsa artık bu roller için aranan biri oldum. Onlarca televizyon ve sinema filminde rol aldım. 1992 yılında İranlı yönetmen Mansour Gadharka’nın yönettiği, Renan Demirkan’ın da yer aldığı “Auge um Auge” (Göze Göz) filminde oynadım. Bu film Berlin Film Festivali’ne katıldı. Fakat izleyiciden gereken ilgiyi görmedi. Ve Fatih Akın’ın “Duvara Karşı” filmindeki rolünüzle daha da tanındınız... Beni elbette çok sevindiren bir olaydı bu. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülü almakla kalmadı bu film, daha birçok ödüle layık görüldü. Gelecek vaat eden çok değerli bir yönetmen olan Fatih Akın’la tanışmama çok sevindim ve ayrıca Sibel Kekilli, Birol Ünel gibi çok yetenekli oyuncularla çalıştım ve onları yakından tanıdım. Severek oynayabileceğiniz roller var mı acaba kalbinizin bir köşesinde? Yaşımdan dolayı oynayabileceğim roller sınırlı, ama akıllarda kalabilecek bir karakteri oynamak isterdim, örneğin bir Mevlana’yı veya Einstein gibi bir dehayı... BENİM DERDİM DE BU! İstanbul doğduğunuz kent, özlemini duyuyor musunuz hâlâ? Evet, İstanbul benim kentim; gençliğim, 50’li yıllar hep orada geçti. Ama İstanbul artık o eski İstanbul değil. Çok değişti, bozulmaya başladı. Ben ayrılıp Viyana’ya gittiğimde nüfusu bir milyon bile değildi. Ortalıkta balık yerine lahmacun kokuyor artık. Mavi, yeşil olan ne varsa hepsi sararmaya, bozulmaya başladı. Kirlenen sadece bunlar değil elbette. Ruhi Su’nun tanımıyla “pis yöneticilerin ucuz ve basit çıkarlarının” kurbanı oldu bu dünya kenti. Sait Faik’in ve onun insanlarının İstanbul’u değil artık bu kent. Yaşıtlarınız kahvelerde pişpirikle ya da televizyon izlemekle vakit öldürürken, sizin öyle bir lüksünüz yok. Zamanla adeta yarışırcasına bir okumadan ötekine koşturuyorsunuz. İyi müzisyenler ve şairlerle okuma akşamlarına devam etmek istiyorum. Almanları ve bizim insanlarımızı bir araya getirip güzel ve ortak edebiyat toplantıları yapmak en büyük dileğim. Özellikle bizim ünlü şairlerimizi Alman izleyici ve edebiyat meraklılarına tanıtmak istiyorum. Örneğin Orhan Veli, Nâzım Hikmet, Melih Cevdet, Turgut Uyar, İlhan Berk vb... Şiir, müzik... Bunlar halkları yaklaştırıyor birbirine, politikacıların bozup yıktıklarını bunlarla tekrar düzeltmeye çalışıyoruz. “Dünyada tüm sanatçılar, yazarlar, şairler kardeştir” diyorum ben. En büyük hayalimi sorarsan, Apendos’ta, dünyanın dört bir yanından şairlerin, müzisyenlerin, ressamların katıldığı büyük bir organizasyonda yer almak. Özellikle birbirine düşman edilen halkları (Ermeni, Rum, Kürt, Filistinli, Arap vb.) temsilen gelecek solistlerle büyük bir orkestra eşliğinde bir dinleti sunmak. Eski kültür bakanlarından Fikri Sağlar bu öneriye oldukça sıcak bakmıştı, fakat onun da siyasi ömrü yetmedi bu projeye. Attila İlhan “Derdi olmayan hiçbir şey olmaz, hele şair hiç olamaz” derdi. Dertsiz insan olmaz, işte benim derdim de bu. İş fırsatları ve kazanç katlanarak arttı ? 1982 Ankara doğumlu Ruhi Yapıcı, babasının da yapımcı ve tiyatrocu olmasının etkisiyle 6 yaşında Tatlı Ali dizisindeki başrolü ile oyunculuğa başlamış. 12 yaşına kadar da yaklaşık 20 kadar dizide ve büyük kısmı başrol olmak üzere çocuk yıldız olarak çalışmış. Ancak 2001 yılından bu yana oyunculuğun yanı sıra 3 boyutlu animasyon çalışmaları ve kurgudan kazanıyor yaşamını. Yaşamında hep keskin kararlar vermiş olan Yapıcı, bunların sonucunu da olumlu şekilde almış ama aksi bir durum için de hep alternatif işini hazırlamış ve kendisini güvenceye almış. Kendi deyimiyle ilk ‘dik başlı’ tavrını yaklaşık 12 yaşındayken koymuş. Babasının hiçbir yapımında rol almama kararı vermiş: “Babamın yarı despot eğitim anlayışı beni kendi paramı kazanmaya zorluyordu, ve sonra baktığımda bu benim için doğru bir karardı.” İstanbul Üniversitesi Radyo Tv Yayımcılığı’nda yeterli eğitim alamadığını anlamış ve okuldan ayrılmış. Sinan Çetin’in yanında 2 ay staj yaptıktan sonra, işe alınmış Yapıcı. Bir süre devam ettikten sonra da işleyen sistemin kendisine uygun olmadığına karar vererek işten ayrılmış. “Benim freelance’liğimin başlangıç noktası aslında burasıdır. Sinan Çetin esnaf mantığıyla çalıştığı için bizlere komik paralar veriyordu ve bizim üzerimizden de çok iyi kazanıyordu. Böyle bir duruma göz yumamazdım. Çetin’le yollarımı ayırdım ve kendimi freelance olarak bir yaşam mücadelesinde buldum” diyor. Sektörün deyimiyle ‘inhouse’, yani bir yere bağlı olarak çalışmayı reddettikten sonra fırsatların ve dolayısıyla kazancının da katlanarak arttığını söylüyor Yapıcı. Türkiye’de tam bir serbest çalışma anlayışının henüz oturmadığını vurguluyor Yapıcı. Avrupa’da insanların kesinlikle evlerinde iş yapmadıklarını, kabul ettikleri iş için kurumda 15 gün maaşlı çalışır gibi anlaştığını, sadece 09.0017.00 arası çalıştığını anlatıyor: “Orada çalışanın işe konsantre olması 3 gün alıyor, 3 gün iş 1 gün tatil esası var ve tatildeyse asla arayamazsınız. Türkiye’de seni biri arayabilir, 2 saat içinde bir işi yetiştirmeni isteyebilir ve o iki saatin 1 saat 59. dakikasında vazgeçtiğini söyleyebilir. İşte en kötü yanı da bu zaten. Onlar 3 günde konsantre olurken, bizler 3 günde 7 iş bitiriyoruz” diyor. Sonucun da çok kaliteli olmadığını hatta daha fazla zaman olsa Türkiye’de çok daha iyi işler başarabilecek nitelikte çalışanlar olduğunu söylüyor. En büyük hayalinin Türkiye’de uzun metrajlı 3 boyutlu animasyon bir film yapmak olduğunu söyleyen Yapıcı, 10 yıl sonra kendini bilgisayar başında oturuyor olarak görmek istemediğini belirtiyor. Oyunculuğa ağırlık veren Yapıcı, şimdilerde çekimleri devam eden bir sinema filminde efekt süpervizörlüğü yapıyor. Önümüzdeki günlerde ise kendi projeleri olan bir gençlik dizisine rol alacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle