19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 29/8/07 17:20 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 1 EYLÜL 2007 CUMARTESİ rih Ta YeniçeriBektaşi ilişkisi D ERDOĞAN AYDIN evletleşmenin gereği olarak kendisi Ortodoks İslâm’a yönelen Osmanlı, dönemin en önemli Bâtıni akımı Bektaşiliği de, fethettiği toprakların kolonizasyonu ve oralardan devşirdiği Yeniçerilerin şekillendirilmesinde bir araç olarak kullanacaktı. Osmanlının ilk dönemlerde halka Sünnilik dayatması yapmaması ve kendisiyle işbirliği yapanları fetihlerden paylandırması Bektaşileri yedeklemesini kolaylaştırıyordu. İşbirliği yapmayanları ise, Abdal Musa örneğinde de gördüğümüz gibi yaşam hakkı tanınmayarak sıkıştıracaktı. Buna karşılık Bektaşiler de, halkla aynı dinsel algıyı paylaşmaktan ve Hıristiyan inancıyla kolay etkileşim kurmaktan gelen güçleriyle, Osmanlının halk üzerinde denetim kurmasını ve Balkanların kolonizasyonunu kolaylaştırıyordu. Gazadaki etkinlikleri yanında “mevcudiyetleri ihmal edilemeyecek miktarda” olan (Mustafa Akdağ) Bâtıni inançlı halkın örgütü olarak yükselen Bektaşilik, böylece Osmanlıya paralel kurumsallaşacaktı. Aşıkpaşazade’de geçen, “Abdal Musa’nın Orhan Gazi zamanında bazı savaşlara katıldığı, bir savaşta başından tacının düştüğü, Yeniçeri’nin birinden börkünü alıp başına geçirdiği ve bundan sonra Yeniçerilerin kendilerini Hacı Bektaş Veli’ye bağlı saydıkları” şeklindeki aktarım, Yeniçeri geleneğinin daha Orhan Bey zamanından başlayarak Bektaşi Dergâhı ile kurduğu manevî bağa işaret etmektedir. Bu anlatımdan Abdal Musa’nın ilk savaşlarda büyük bir prestij ve etki alanı kurduğu sonucu çıkarmak mümkün. Bektaşilerin gazalara önemli bir katılımı vardır ve bu gerçeklik üzerinden ordunun kurumsallaşması da bu prestiji yedekleyerek şekillendirilmeye çalışılacaktır. Kurulacak özel ordu için “Hacı Bektaş’tan el alma” söylemi de bu bağlamda geliştirilecektir. Kuşkusuz işin içine efsane ve yanlış bilgiler de girer. Ama bu yanlışlar sonraki dönemde, “her sınıf ve sanatın bir piri olmak akidesine istinaden” Ocağın Bektaşi Dergâhına bağlandığı gerçeğini değiştirmiyor. Kavanini Yeniçeriyan’da, “Yeniçerilerin durmada ve oturmada kanun ve kaidelerinin Hacı Bektaş Fukarasının kullandığı kanunlar olduğu yazılmaktadır.” Esasen “Yeniçerilerin Bektaşilikle alâkaları ocaklarının kaldırılmasına kadar sürdüğü” görülecek ve tüm bu süreçte “Bunların ocaklarına‚ ‘Ocağı Bektaşiyan’ ve kendilerine de ‘Taifei Bektaşiye’, ‘Güruhi Bektaşiye’ denirdi.” ( İ. H. Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, s.149150) Diğer kaynaklardan da Yeniçerilere, “Hacı Bektaş Kuçekleri”, Yeniçeri Ocak ağalarına “Sanâdidi Bektaşiyan”, Ocağa da “Dudmanı Bektaşiyye” dendiğini öğreniyoruz. okuyarak gitmesi çarpıcıdır: “Allah Allah İllallah Baş uryân, sine puryân, kılıç al kan Bu meydanda nice başlar kesilir olmaz hiç soran Eyvallah... eyvallah Kahrımız kılıcımız düşmana ziyan Kulluğumuz padişaha ayân Üçler, yediler, kırklar Gülbangı Muhammedi, Nuri Nebi, Keremi Ali Pirimiz, sultanımız hünkâr Hacı Bektâşi Veli Demine devranına hu diyelim Huuuuuuu...” e ç BALIM SULTAN MİSYONU 15. yüzyıl sonları, Anadolu halkının Osmanlıyla ilişkilerinin koptuğu, hem çok ağır ekonomik koşullarda yaşamaya mahkum edildiği hem de “defter edilip” onbinlerce öldürüldüğü bir dönemdir. Bu sırada doğu Anadolu’da yükselen Safevi egemenliği ise, halkın Osmanlıya karşı direnişinde ciddi bir moral destek olacaktır. Osmanlı ise, halkla arasında giderek belirginleşen yabancılaşmayı gidermek ye rine, onu ve moral kaynağı olan Safeviyi ezmeye yönelecekti. İşte bu kritik dönemde önemi daha da artan Dergâh’a müdahaleler gerçekleşecektir. Resul Bali’nin oğlu Balım Sultan, 1501’de ölen Yusuf Balî’nin yerine Dimetoka’dan getirilerek Dergâhı’ın başına postnişin atanacaktır. Balım Sultan “II. Bayezit tarafından Anadolu’daki Kızılbaşları, ŞiîSafevî etkisinden kurtarmak için vazifelendirip Hacı Bektâş Dergâhı’nın başına” (E. B. Şapolyo’dan akt. M. Eröz, age., s.64) gönderdiği bir “görevli”dir. II. Bayezit, 1516’daki ölümüne kadar postnişin kalacak olan Balım Sultan’ın etkisini arttırmak için, Dergâhı ziyaret edecek ve Vilayetname’ye göre kubbesini kurşunla kaplatacaktı. Balım Sultan, Bektaşiliğin iç şekillenmesindeki önemi nedeniyle “Piri Sani” adıyla anılır. Şemsettin Sami’nin Kâm’usü’lA’lam’ında da belirtildiği gibi Tarikat’ın ayin ve adabı Onun tarafından konulmuştur. Öyle ki pek çok araştırmacı, bu nedenle Onu “Bektaşiliğin esas kurucusu” olarak tanımlamaktadır. (M. Eröz, Türkiye’de Alevîlik Bektaşilik, s.59) 12 imamcı/Kızılbaş ritüelleri Bektaşiliğin içine alarak halkla yaşanan kopuşmanın önünü almaya çalışan Balım Sultan, gerçekte Kızılbaş halkın Osmanlı karşısında direnişinin ideolojik dayanaklarını yoketmeyi amaçlar. Bu bağlamda Balım Sultan misyonu, Bektaşiliğin biçimsel olarak yeniden şekillendirilmesi, ama buna karşılık Hacı Bektaş etkisini kullanarak Kızılbaş halkı Osmanlıya boyuneğdirmektir. İşte bu gerçeklik, Pir Sultan Abdal’ın Şah İsmail’e hitabeden dizelerinde şöyle yansır: “Hacı Bektaşoğlun günahkâr gördüm / Aradım is yanı özümde buldum / Yüzümün karasın elime aldım / Aman Şahım mürüvvet deyu geldim”. (A. H. Avcı, Bize de Banaz’da Pir Sultan Derler, s.80) Gerek iç ayaklanmalar gerekse de 1514’te Yavuz ile Şah İsmail arasındaki Çaldıran Savaşı’na eşlik eden Alevî kırımları sürecinde Osmanlının yanında saf tutan Bektaşi Dergâhı, 1516’da Balım Sultan’ın ölümüyle denetim dışına çıkar. Anadolu’da yaşanan katliamların etkisi Dergâ h’ın ezilmiş olan vicdanının başkaldırmasını sağlayacak ve bunun yansıması olarak Yusuf Bali oğlu Kalender Çelebi postnişin seçilecektir. Bu değişimle birlikte Dergah, elini Osmanlı’dan çekip halka uzatacaktır. Bu tercihiyle Kalender Çelebi, Dergâh’ı Osmanlı etki alanının dışına çıkaracak, halkın dertleriyle bütünleştirecek ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak Dergah, halkın Osmanlı’ya karşı başkaldırı merkezine dönüşecektir. Ne ki bu direniş, yine Bektaşi dergahının eğitiminden geçmiş Yeniçeriler tarafından kanlı bir şekilde ezilecektir. Kalender Çelebi Ayaklanması üzerine, o güne kadar kollanan Dergâh lağvedilecektir. Ancak 26 yıl sonra Osmanlı, 1552 yılında Sersem Ali Paşa’yı “Baba” yapıp postnişin atayarak Dergâh’ı yeniden işlevselleştirecektir. Çünkü toplumsal kontrol aracı olarak Dergâh’a olan gereksinim kendini dayatacaktır. Ancak bu atama, İstanbul ve Balkanlar’da değil ama Anadolu Alevilerinde kabul görmeyecek, muhalif Babalar, Anadolu’daki Kızılbaş ocaklarla birlikte paralel ve yasadışı bir Bektaşi örgütlenmesi yaratacaktır. Böylece Bektaşilik, “Babaganlık” ve “Dedeganlık” adlarıyla günümüze kadar gelen yapısal bir bölünmeye uğrayacaktır. Babagan kolu Yeniçerilerin manevî ihtiyaçları dahil Osmanlı’nın kontrol aracı işlevini sürdürürken, Dedegan kolu Anadolu Alevîliği’nin ağırlıklı merkezi olacaktır. BEKTAŞİLİĞİN TASFİYESİ 1700’lerde Kızılbaşlık sorunu esas olarak halledilmiştir. Artık Bektaşiliğe bu anlamda eskisi denli büyük bir gereksinim yoktur. Yayılma da durmuş, buna bağlı olarak kolonizasyon politikaları da eski önemini kaybetmiştir. Aynı dönemde Yeniçeri de, devletin bütün kurumlarıyla yaşadığı çürümeye uğrayacaktır. Artık eskisi gibi etkin bir zafer makinesi olamadığı gibi içeride de her soruna müdahil, çoğu zaman da isyancı, tehditkar bir güçtür. Askeri teknolojinin değişimine bağlı olarak da ordunun yenilenmesi, dolayısıyla Yeniçerinin tasfiye edilmesi gerekmektedir. Özetle soğukkanlı bir egemenlik aygıtı tarafından köklerinden çekilip alınan zavallı insanlardan oluşturulan gayri insanî bir yapıya sahip olan Yeniçeri, bizzat güvencesi olduğu gayri insanî düzenin başına sorun olacaktır. Bunun sonucu Yeniçeri, 1826’da, kendi yaptığı zulümleri aratacak bir vahşetle, son bireylerine varana dek imha edilecek; üstüne tüy dikmek babından bu katliama bir de isim takılacaktı: Vakai Hayriye (hayırlı olay)! Böylece Kapıkulu devleti, kendi topyekun çürümesine çare ararken, en çürümüş parçasını, artık kendisi için taşınamaz bir yük haline gelen bir uzvunu kesip atacaktır. Saraydaki şeriatçı ulema, Yeniçeri katliamının sıcaklığı daha geçmeden, Nakşibendî, Mevlevî ve Halvetî tarikatlarıyla birlikte, daha önce Yeniçeri nedeniyle dokunamadıkları “sapkın” Bektaşi tarikatının tasfiyesini gündeme getirecektir. II. Mahmut, Şeyhülislâm Tahir Efendi’nin fetvasını alıp Bektaşi tarikatını tasfiye edecektir. “Bektaşiler, peygamberlik iddiasından sonra, karışıklığa yatkın olan halkın kalbini çelip kötülüklere sürüklediler. Özellikle cahil insanlara ve Yeniçerilere sokulup işledikleri kötülüklerle onları da baştan çıkarıp isyan edecek duruma soktular” gerekçesiyle, “Osmanlı Devleti yolundaki” şeyhlerin kararı sonucunda 4 Zilhicce günü önemli Bektaşi önderleri idam, diğerleri sürgün edilecekti. Bu bağlamda Bektaşi tekkelerinin çoğu yıkılıp yakılacak, geri kalanlar camiye çevrilecekti; bir tek Hacı Bektaş Tekkesi açık bırakılacak, ama onun da başına bir Nakşibendî şeyhi getirilecekti. Kalan Bektaşi halkın da ehli Sünnet yapılması yönünde genel bir seferberlik başlatılacaktı (Gülağ Öz, Yeniçeri Bektaşi ilişkileri, s.6871) Böylece Osmanlı, kuruluşunda temel rol oynamış olan Bektaşilik, üstelik yüzyıllarca lanet bir işbirliği yaptırıldıktan sonra tasfiye edilecekti. Özetle Bektaşi Dergâhı’nın Yeniçeri Ordusu ile olan ilişkisi, ordunun kuruluşunda da tasfiyesinde de dramatik bir muhteva taşıyacaktı. Osmanlı’ya hizmet, bu devşirme hanedanın ihtiyaçlarınca belirlenmiş ve bu ihtiyaç bitince de sadece Yeniçeri değil, Kızılbaş halkın sisteme boyun eğdirilmesi ve Yeniçeri’nin eğitiminde temel işlev gören Bektaşi Dergâhı da tasfiye edilecekti. Çünkü gelinen noktada Devlet, boyun eğmiş de olsa bu Bâtıni örgütlenme ve yoruma tahammül edemeyecek denli ortodoks bir zihniyetçe fethedilmiştir. BU MEYDANDA NİCE BAŞLAR KESİLİR Bu noktada I. Melikof; “İlk Osmanlı Sultanları tarafından fethedilen ülkeleri Türkleştirmek ve İslâmlaştırmakla görevli kolonizatör dervişler olan Bektaşi Tarikatı, XIV. yüzyılda Yeniçeriler ordusuna bağlandı. Osmanlı gücünün kolu ve seçkin ordusu Yeniçeriler, İslamı kabul etmiş Hıristiyan çocuklar arasından devşirilmekte ve Türk çevrelerde yetiştirilmekte idiler. Bu asker ocaklarının, yeni alınan ülkeleri İslâmlaştırmakla görevli bir dervişler tarikatına bağlanışının açıklaması buradadır. Böylece Bektaşiler, yeni alınan ülkelerde, Osmanlı propagandasının aracı oldular. Tarikatın Balkanlar’da ve Arnavutluk’ta gelişmesinin sebebi de budur” (Uyur İdik Uyardılar, s.108) diyecektir. Böylece Osmanlı’nın savaşçı, baskıcı ve kolonizatör kimliğine yedeklenme durumuyla karşı karşıyayız; ki bu, barışçıl/pasifist bir dünya görüşünün mimarı olan Hacı Bektaş adına büyük bir trajedidir. Bu noktada vurgulanması gereken bir diğer durum da, Bektaşi Dergâhı’nın, Vefailik, Babailik, Kalenderilik, Hayderilik, Hurufilik vb. Bâtıni “tarikatları arasında en mühimi değil” iken, devletle bu özdeşleşme sayesinde “1416. asırlar arasında (...) diğerlerini kendi içine alıp erittikten sonra” (F. Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, s. 103) en yaygın ve etkin tarikat niteliği kazandığı gerçeğidir. Ancak Osmanlı işbirliğiyle büyümenin bir de faturası olacaktır; ki bu, Bektaşi hümanizminin terki ve içinden çıktığı Anadolu Alevilerine yönelik pek çok katliamın uygulayıcısı olan Yeniçeri’nin yatağı olmaktı. Dergâhın bu tavrı, toplumun Sünnîleştirilmesi sürecinde, halkın ideolojik ve moral direncini kıran önemli bir faktör olacaktır. Bâtıni inancında ısrar eden halkın, ekonomik olanak ve can güvenliğini yitirdiği süreçte, Bektaşi Dergâhı, İstanbul başta olmak üzere geniş bir örgütlenme olanağıyla ödüllendirilir. Alevîler, şehirlere giremez, hatta timar sisteminin bile dışına atılırken, Bektaşilik Osmanlı’nın başkentinde Yeniçeriyle birlikte ‘hizmet’ vermiştir. Yeniçerilerin içeride ve dışarıda çıkılan fetih ve tenkil seferlerine şu Bektaşi Gülbankını eaydin?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle