19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 03 21/2/07 16:23 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK 24 ŞUBAT 2007 CUMARTESİ 3 Teknoloji Canon, yeni DVD kamerası DC50 ile 5.39 megapiksellik çözünülürlük sunuyor. Titremelere karşı özel olarak tasarlanan optik görüntü sabitleyici özelliğiyle net görüntüler kaydeden DC50, Türkçe mönüsü ile kolay kullanımı hedefliyor. 16:9 formatında çekim yapabilen model, geniş ekran Plazma ve LCD televizyonlara tam uygunluk gösteriyor. 2.7 inçlik LCD ekranı bulunan DC50, 10x optik zoom lens ve ND filtresiyle ön plana çıkıyor. Nokia, Barselona’da düzenlenen 3GSM Kongresi’nde navigasyon özellikli cep telefonu 6110 Navigator’ı tanıttı. 6110 Navigator, GPS (Küresel Konumlandırma Sistemi) ile hareket halinde entegre haritalara, rotalara ve 3 boyutlu navigasyon hizmetlerine tek tuşla ulaşılmasını sağlıyor. Nokia 6110 Navigator ile kullanıcılar, bulundukları yeri haritada kolayca görüp gidecekleri noktalara ulaşabiliyor. Navigasyonun yanı sıra, 3.6 Mbps hıza kadar ulaşabilen HSDPA (Yüksek Hızlı Veri Paketi İndirme) ile internetteki bilgilere hızlı ve kesintisiz ulaşan 6110, gerçek zamanlı video paylaşımı ve görüntülü konuşma gibi 3G multimedya özelliklerinden de yararlanıyor. ? DVD kamera ? Nokia 6110 Navigator Adriyatik Kraliçesi… Âşıklar kenti Venedik… Kanalları, köprüleri, gondolları, sarayları, çiçeklerle bezeli rengârenk evleriyle bir masal ülkesi gibi… İtalya’nın doğuya açılan kapısı Venedik yolculuğumuza bir vaporettoyla (deniz otobüsü) başladık. Havada yağmur kokusu var. Puslu hava kenti daha da gizemli kılıyor. Kente ayak basar basmaz, Venedik’in tarihi dokusunun çok iyi korunmuş olduğunu görüyoruz. Yıllar aşındırmış olsa da hâlâ aynı taşların üstünde yürüyor insanlar. Her yıl 12 milyon turist, her köşe başında geçmişin ihtişamına tanıklık ediyor bu kentte. İnsan kalabalığını saymazsak ne trafik keşmekeşi var ne de motor gürültüsü… Kentin içinde her yere yürüyerek gitmeniz mümkün. Adalara ulaşmak içinse çok sayıda deniz otobüsü bulunuyor. Venedik, Büyük Kanal başta olmak üzere sayısız kanal, 400 köprü ve 118 adacık üzerine kurulmuş. Bu küçük adacıkların birleştirilmesiyle elde edilen alanlara binalar inşa edilmiş. Kenti ikiye bölen ünlü Büyük Kanal’ın çevresinde birbirinden görkemli saraylar sıralanıyor. Ters bir S harfini andıran kanalın uzunluğu ise 3800 m. Günümüz Venedik yerleşiminin çekirdeğini Rialto bölgesi oluşturuyor. İLKAY KILINÇ Adriyatik Denizi’nde bir inci SİESTA ZAMANI... dinlenmenin tam zamanı. Kanalların kıyısında sıralanan restoranlardan birine oturup şarabınızı yudumlarken gondol sefası yapanları izleyebilirsiniz. İşte huzur bu!.. Rialto Köprüsü’nün üzerinden Büyük Kanal’ın manzarası gerçekten harika. San Marco’ya yaklaşırken daha da büyüleniyoruz. Binaların cephelerinde renkler solmuş, temeller taşkınlarla yıpranmış olsa da Büyük Kanal gerçekten de “dünyanın en güzel caddesi”. San Marco Meydanı’na varır varmaz bir güvercin ordusu karşılıyor bizi. Söylendiğine göre Venedik’e ilk güvercinler Kıbrıslı tüccarlar tarafından, Venedik Dükü’nün karısına hediye edilmek üzere getirilmiş, o tarihten sonra da çoğalarak bu meydanın bir parçası olmuşlar. Hiç kaçmıyor güvercinler, adeta fotoğraf çektirmeniz için poz veriyorlar sizinle. Öğleden sonra ise sular yükselmeye başlıyor meydanda. Bir yanda meydanın en büyük kafesinde canlı müzikleriyle sizi selamlayan müzisyenler, diğer yanda çıplak ayakla suda oynayan turistler… Gerçekten de görülmeye değer… Uzun tarihi boyunca törenlere, yürüyüşlere, politik etkinliklere ve sayısız karnavala tanık olmuş San Marco Meydanı. Venedik’in en güzel anıt binalarından olan Dükler Sarayı, mimar Palladio’nun yaptığı Sansoviane Kütüphanesi ve San Marco Kilisesi de burada bulunuyor. Venedik düklerinin ikametgâhı ve yönetim merkezi olan Dükler Sarayı 9. yüzyılda yapılmış. Pembe Verona mermeri ve beyaz Istria taşı kullanılarak gotik tarzda inşa edilen görkemli sarayın bir bölümü hapishane olarak da kullanılmış. Dükler Sarayı ile Prigioni Nuove (Yeni hapishane) arasında 17.yüzyıl barok tarzda inşa edilmiş bir köprü yer alıyor. Rivayete göre; ölüm cezasına çarptırılan ya da ömrünün sonuna kadar bir daha asla o güzelim Venedik’i göremeyecek olan mahkumlar, bu köprüden geçerken son kez Venedik’e bakar, iç çekip “Ah” ederlermiş. Bu yüzden de adı “Ahlar Köprüsü” olarak kalmış. KENTİN KORUYUCULARI Büyük kanalın ortasında 15881591 yılları arasında Antonio da Ponte tarafından 12. yüzyıldan kalma tahta bir köprünün yerine yapılan Rialto Köprüsü 28 metre açıklığında tek bir mermer kemerden meydana geliyor. Uzunluğu 48 metre, genişliği ise 22 metre olan köprünün üzerinde eskiden sarrafların çalıştığı çift sıra dükkânlar yer alıyor. Köprü yalnız iki yakayı birbirine bağlamakla kalmıyor, aynı zamanda cıvıl cıvıl bir alışveriş mekânı. Rialto pazarı ve köprüsü turistlerin ilgi odağı. Burası eskiden bankerlerin, simsarların ve tüccarların işlerini yürüttükleri bir ticaret merkeziymiş. Sokaklar artık baharat ve ipek satanlarla dolu değilse de burada birbirinden güzel maskeler, kuklalar, ayakkabılar, çantalar, meyvesebzeden tutun da şekerleme ve çöreklere kadar satın alınabilecek her şeyi bulabilirsiniz. Hemen her yerde, ünlü Murano camından yapılmış nefis eşya görüyoruz. Adını, bir dönem Venedikli aristokratların tatil beldesi olan Murano’dan alan camın ünü yedi asır gerilere uzanıyor. Gözümüzü daracık sokaklardaki vitrinlerden alamıyoruz. Bir dükkândan diğerine derken kaybolmak çok kolay; bir süre sonra bütün dükkânlar tanıdık gelmeye başlıyor. Böyle durumlar için küçük bir not: Yapılacak en akıllıca iş, kent yönetimince duvarlara konan tabelaları takip etmek. Sakın ha, elle yazılmış sokak isimlerini dikkate almayın yoksa aynı yerlerde dolanıp duruyor bulursunuz kendinizi. Öğleden sonra birçok dükkân sahibinin kepenk kapattığını görüyoruz. Evet, siesta zamanı… Dolaşmaktan yorulduysanız Meydanın sonuna geldiğimizde Doğu ile Batı’nın mimari ve dekoratif tarzlarını birleştiren muhteşem bir kilise görüyoruz: San Marco Kilisesi. Avrupa’nın en görkemli yapılarından biri. En önemli özelliklerinden biri dış mekânı süsleyen sütunların, rölyeflerin, mermerlerin ve heykellerden bazılarının denizaşırı ülkelerden gelmesi. (!) Giriş kapısının üstünde yer alan dört at (San Marco’nun Atları) bronz yaldızla kaplı. 1204 yılında Haçlı Ordusu tarafından İstanbul’daki Hipodrom’dan çalınmışlar. Orijinalleri kilisenin müzesinde duruyor. Haçlı seferleri sırasında yağmalanan sayısız eser arasında bu dört bronz atın yanı sıra Doğu Roma ve Batı Roma İmparatorlukları’nın birliğini sembolize eden Tetrark adlı 4 figürden oluşan heykel de bulunuyor. Bugün San Marco Kilisesi’ni süsleyen Tetrark heykelinin kırık bölümü ise yakın zamanda İstanbul’daki kazılarda ortaya çıkarıldı ve şu anda Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Kilisenin 17. yüzyıldan kalma ön cephe mozaiklerinde ise Aziz Marcos’un kalıtlarının, domuz etlerinin altına saklanarak İskenderiye’den kaçırılması betimlenmiş. Bu kalıtların İ.S. 976 yılındaki yangında kaybolduğu, 1094’te yeni kilise Venedik Karnavalı her yıl şubat ayında kutsanırken burada ortaya çıktığına düzenleniyor. 12 gün süren karnaval geleneğinin temelinde, geçmişte sosyal inanılıyor. sınıflar arasındaki ilişkileri düzenleyen Meydanın deniz tarafında geldiğimizde kuralların karnaval sırasında unutulması, iki büyük sütun dikkatimizi çekiyor. yüzüne taktığı maske sayesinde kişinin Birinin üzerinde San Marco’dan önce kimliğini gizleyip gündelik yaşamı dolduran şehrin koruyucusu olan Bizans boğucu kurallardan sıyrılması düşüncesi yatıyor. Karnavala ilişkin ilk bilgiler M.S. 11. yüzyıla kadar Kraliçesi Teodora’nın heykeli, uzanıyor. Paskalya öncesindeki büyük perhize diğerinin üzerinde ise kentin (karem) başlanmadan yapılacak son eğlence koruyucusu San Marco’yu sembolik fırsatı 1296 yılında resmileştirilmiş. 16. yy.’da tüm olarak temsil eden ve Venedik’in de İtalya’yı saran Commedia dell’Arte (doğaçlama sembolü olan bronz bir aslan heykeli halk tiyatrosu) maskelerin daha da renklenmesine, bulunuyor. Bu sütunlar kente 1125 çeşitlenmesine ve farklı tipler yaratılmasına neden olmuş. Dört ana karakterden oluşan maskeler yılında getirilmiş ve bugünkü yerlerine kâğıttan yapılıyor. Altın ve gümüşle işlenen 1172 yılında mimar Niccola Starantonia maskeler gerçekten gözalıcı, fiyatları ise dudak tarafından dikilmişler. Eskiden bu uçuklatıyor: 30 Avro ile 1500 Avro arasında sütunların arasında ölüm cezaları infaz değişen fiyatlarla maske bulmak mümkün. edilirmiş. Sırtımızı bin yıllık sütunlara dayayıp Festivale maskesi olan herkes katılabiliyor. Özellikle San Marco Meydanı’nda yoğunlaşan Büyük Kanalı seyrediyoruz… Akşam oluyor… karnaval, izleyenleri zaman tünelinde Sokaklarda bir telaş. Venedik hayalet şehre yolculuğa çıkarıyor. dönmeden önce insanlar trene ve vaporettolara koşuyor. Üzerimizde tatlı bir yorgunluk ve buruk bir mutluluk… Arrivederci Venedik!.. Yamaha, 42 inç (106 ekran) Plazma ve LCD’lere tam uyum sağlayan ve tek üniteden oluşan yeni Surround Sound ses sistemi YSP1100 ile hopörlör enflasyonuna son veriyor. Entegre dijital amfisi bulunan YSP1100, 5 kanala kadar ses çıkışı ile DVD’lerin 5.1 ses düzenini destekliyor. Dolby Digital, DTS, Dolby Pro Logic ile uyumlu olan modelde TruBass dinamik bas özelliği de bulunuyor. YSP1100, panel ekranların altına, duvara monte edilebiliyor. Güney Kore’li dijital müzik çalar firması iRiver, yeni MP3 çaları X20’yi Japonya’da satışa sundu. 2, 4 ve 8 gigabyte’lık hafıza seçenekleri bulunan X20, 320x240 çözünülürlüğünde 2.2 inç büyüklüğündeki renkli ekranı ve Wheel Pad adlı çok yönlü düğmesiyle parça aramayı kolaylaştırıyor. MP3, WMA ve OGG formatlarında ses, WMV ve Mpeg4 formatlarında görüntü oynatan modelde FM radyo da bulunuyor. [email protected] ? Panellere özel ses sitemi ? 22 saatlik müzik keyfi Karnaval zamanı Beşiktaş Çağdaş’ta Kadının Rengi ÜMRAN BULUT ren Eyüboğlu’ndan (19131988) Mustafa Özbakır’a (1982) 19 sanatçının yapıtlarında Kadının Rengi’ni izlemek heyecan verici olduğu kadar Türk resminde ufak bir yolculuk da yapar gibi. “Kadının Rengi” çok şeyi çağrıştıran bir isim. İddialı. Kavramsal düşünmenizi gerektiriyor. “Renk’te neler neler gizli, resimler çarpıcıdır, dışavurumcu, izlenimci, soyut, gerçekçi, fantastik gibi daha neler neler olabilir?” diyorsunuz doğal olarak. “Ne zengin bir sergi olmalı, kadın kaç bin türlü ele alınmıştır kimbilir? Sadece bir sergiyle “Kadının Rengi”ni ele almak, öyle kolay bir iş gibi gelmiyor bana” diye de eklebilirsiniz... Ben de sizin gibi düşünmüştüm, “Kimbilir neler neler vardır?” demiştim. Hem galeri de büyük bir mekandı. Oysa, sergide az sayıda sanatçıyla karşılaştım. Bazıları “Kadının Rengi” düşünüldüğünde sanki cılızdı. Eren Eyüboğlu’nun, Leyla Gamsız’ın çıplakları, portreleri konuya yaptığı resmi gibi. Sıcak ve sarı fonda hareket halindeki kadın desenleri sizi M. Siyahkalem’e mi götürür, yoksa F.Botero’nun figürlerine mi bilemem, ama resmimize olumlu bir açılım kazandırdığından eminim. Farklı kompozisyonda, desendeki bu kadınlar kıpırkıpırlar, renklerini saçıyorlar sağa sola… Heykelde ve resimde ulaşılmak istenen biçime ve dile uygun malzeme seçimi burada olduğu gibi yapıtın anlamını pekiştirip kendisini alımlı ve anlamlı kılabiliyor… KADININ METALAŞTIRILMASI Öz ve biçimin uyumunun ne denli önemli olduğunu her işinde vurgulayan bir sanatçı da Nur Koçak. Tual üzerine yaptığı resimlerinde yağlıboya ve akriliği ustaca kullanıp eşyanın doğasını foto realist çalışırken pop sanata yakınlığını da sergiliyor. Resimleri sergi salonunun ayrı bir köşesini kaplamış. Uzaktan ya da yakından izlendiğinde kompozisyonlar çarpıcı açık koyu değerleriyle, ince işçiliğiyle, ayrıntılardaki özenle dikkatinizi toplamanız için yeterli oluyor. Derken Koçak’ın fotoğraflarıyla da ele aldığı “Vitrinler” temasında da kadın iç çamaşırlarını seçmiş olmasını serginin ismindeki ‘renk’le bağdaşık düşünüyor, kadının metalaştırılmasını sorguluyorsunuz. Ali Konyalı’nın fotoğraflarında ise ‘o renk’in ne kadar klasik ve uyumlu olabildiğini göreceksiniz... Mehmet Uygun’un ironik ve fantastik yaklaşımlı tarzında semboller dünyasındasınız. Haremde dolaşırken Doğu’ya kayıveriyorsunuz. İmgelerle “Harem, dünyaya yayılmış bir olgu mu acaba?” diyecekken resmin biçemi daha baskın çıkıyor, kullanılan fosforlu renkler, çizgisel ağ, doku sizi sunduğu olaydan koparıyor, işte siz de dağıldınız. Olsun onlar tüm sempatileriyle oradalar ve hep üretilecek gibi duruyorlar… Sergide dolaşırken etkinliğin kadına karşı şiddetin önlenmesi kapsamında sosyal bir etkinlik olduğunu ve satıştan elde edilecek gelirin Kadın Fonu’na bağışlanacağını öğrendiğinizde Beşiktaş Belediyesi ve Kadın Girişimciler Derneğine ve tüm çalışanlarına teşekkür edip gerekli olan miktara ulaşsınlar dileğinde bulunacaksınız. E sessiz yaklaşırken serginin büyükçe bir alanına yayılan Suzy Hug Levy’nin metalden ve telden biçimlendirdiği kadın giysileri, aynı zamanda da kadın doğasını ele alan heykellerin estetik sunumları. Kimi yere sağlam basmış, kimi uçuşmakta. Aralarında dolaşırken bir yandan giyim kuşamın geçirdiği evrimi düşünürken bir yandan da şalvarının bağını sökmekte direnen kadını inceleyip ülkemizin değişik bölgelerinde yaşayan kadınların cinsel yaşamlarına gönderme yapıyorsunuz. Başka bir heykelde ise saçını sallayanı görmek içinizi rahatlatıyor. Bu bölümde heykelde malzeme kullanımı plastik değerler, yorumlama, anlam boyutu açısından sanatçıyı özgün ve verimli kılıyor dersiniz. O sert malzemeyi eğip büküp kadın dünyası için kullanmak konuya doğal yaklaşımla özdeş. Tıpkı Şahin Paksoy’un ufak heykel grupları ve tuval üzerine RİFAT MUTLU rifatmutlu?hotmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle