25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 21/2/07 16:10 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 24 ŞUBAT 2007 CUMARTESİ rih Ta Geliyorum diyen isyan Geçen hafta İslami devlet kurumlaşmasının sınıfsal açıdan ortaya çıkardığı sonucu anlatmak için, “eski tas eski hamam” deyimini kullanmıştım. ‘Cahiliye’ gidip yerine İslamiyet gelmiş, bu anlamda teolojik atmosfer kökten değişmişti; ama sınıfsal yapının değişmemesi bir yana, egemen sınıf (kabile aristokrasisi) ve onun içindeki egemen kast (Ümmeyeoğulları) da değişmemişti. Mekke soylu hiyerarşisinin en tepesindekiler, ezmeye çalıştıkları İslamın güçlerine bir dönem iktidarlarını kaptırmış, ama ardından o bayrağı da sırtlarına geçirerek daha sağlam bir şekilde geri gelmişlerdi. İslam bayrağı altında disipline edilen Arap enerjisinden tarihin en büyük egemenliklerinden biri yaratılmıştı; ama sonuçta o dönemlerde zaten uygulanagelen yönetim biçimlerinden, üretim ilişkilerinden, insan ilişkilerinden daha farklı bir şey ortaya çıkarılamamıştı. Ne denli kutsal halelere büründürürsek büründürelim, dinsel olarak ne denli olumlarsak olumlayalım, sonuçta o günkü insanlığın zaten uygulayageldiği (ve sadece günümüz değerleri açısından değil, o günün koşullarında da eleştiriye uğrayan), monarşi, feodalizm, iç sorunların zor yöntemiyle çözümü, büyümenin fetihlerle sağlanması, vb. kurum ve uygulamaların dışına çıkılamamıştı. Peygamberin ölümünü takip eden süreçteki pratikler, 29 yıllık bir geçiş süreci sonucunda monarşi hattına oturacaktı; ki bu geçiş döneminin bizzat kendisi de ciddi sorunlarla maluldü. Çünkü mevcut düzenin sınıfsal adalet yönünde değiştirilememiş Peygamberin olması bir yana, ölümünü takip eden kabileler arası varolan süreçteki pratikler, 29 görece adalet yıllık bir geçiş süreci durumu da kaybedilerek sonucunda monarşi hattına monarşiye oturacaktı; ki bu geçiş döneminin yönelinecekti. bizzat kendisi de ciddi sorunlarla Peygamber ve maluldü. Çünkü mevcut düzenin onun soyunu sürdüren damadı sınıfsal adalet yönünde Ali’nin de dahil değiştirilememiş olması bir olduğu yana, kabileler arası var olan Haşimoğulları ve görece adalet durumu da diğer görece küçük Kureyş ve Kureyş kaybedilerek monarşiye olmayan kabilelere yönelinecekti. sadece tâbiyet seçeneği dayatılması bu sorunlardan sadece biridir. Bu süreç eğer İslam’ı ilk benimseyen kabilelerin veya kabileler üstü Müslüman kadroların temsilini yükselten bir iktidar yapısı olarak şekillenseydi bir ilerlemeden söz edilebilirdi. Ancak ne yazık ki böyle olmamıştır. Bükemediği eli öper gibi yapan Ümmeyeoğulları, kısa bir zaman sonra o elin gerçek sahiplerini (üstelik geçmişin ilkel demokratik geleneklerini de ortadan kaldıran bir mutlakiyetle) tahakküm altına alacaklardı. Özetle kısa bir dönem kaptırdıkları iktidarı tekrar geri alan Emeviler, dün pagan inançlarının bayrağıyla sürdürdükleri iktidarlarını, bu kez kendisine yenildikleri İslam inancının bayrağıyla sürdüreceklerdi. e ç ERDOĞAN AYDIN PEYGAMBERİN SÜRGÜNÜ DEVLETİN BAŞINA GELİYOR lağanüstü bir büyüklüğe ulaşmış olan İslam devleti, gerçekte yeni koşulların zorunlu kıldığı iç hiyerarşisini oluşturuyordu. Ancak bunu İslam’ın idealist bir yorumu ve ona güç veren öncü kadrolar ve kabilelerin katılımı üzerinden değil, tarihi boyunca onu ezmeye çalışmış olan egemen kabilenin çıkar ve birikimleri üzerinden gerçekleştiriyordu. Bu durum ise İslam’ın öncü kadroları arasında onarılmaz kırgınlıklara neden olması yanında, özgürlüklerine fazlasıyla O düşkün “göçebe aşiretleri daima rahatsız eden otorite baskısını daha da dayanılmaz hale getiriyordu.” (B. Lewis, İslam’ın Doğuşu ve Yükselişi, s.71) Bu kadrolaşma içinde en çarpıcı olanı ise, Osman’ın, amcaoğlu Mervan bin Hakem’i kendi şahsındaki devletin sekreterliğine getirmesiydi. Bu görev, yasal planda ikinci adamlık olmakla birlikte, Osman’ın pasif kişiliği nedeniyle gerçekte yönetimin asıl belirleyicisi olmak demekti. Mekke’nin fethine kadar İslam’ı bastırmaya çalışmış olanların, böylece İslami egemenliğin iplerini tümden ele geçirmesi açısından bundan çarpıcı bir tercih olamazdı. Mervan’ın babası, Mekke müşriklerinin elebaşılarından ve Müslümanlara en fazla eziyet edenlerden biri olan Hakem bin Ebi’lAs’dır. Mekke’nin fethi sonrasında mecburen Müslüman olanlardandı. Devlet ve ekonominin merkezi Medine olduğundan, pek çok aristokrat gibi O da Medine’ye göçmüş, ama İslamcı literatüre göre bundan sonra da eski “saygısızlığını” sürdürmüştü. Ele geçirdiği sırları “herkese ifşa ettiği gibi, daha ileri giderek, Hz. Peygamber’in (sav) söylediklerini değiştirerek başkalarına aktaracak”tı. Daha ötesi “Hz. Peygamber’in (sav) yürüyüşlerini ve hareketlerini taklit etmek gibi yakışıksız davranışlarda bulunduğu için Taif’e sürgüne gönderilecekti.” (A. Apak, Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti, s.131) Hakem ile birlikte oğul Mervan’ı da kapsayan bu sürgün cezası, Osman’ın tüm ricalarına rağmen Ebu Bekir ve Ömer zamanında da kaldırılmayacaktı. İşte Osman, ilk dönem Müslümanlar nezdinde böylesi kötü namlı birinin sürgününe son vermekle yetinmeyip, oğlunu da devletin genel sekreterliğine getirerek adeta meydan okuyacaktı. Bu gelişme ilk Müslüman kadrolar nezdinde büyük bir infialle karşılanırken, Hilafet Mührü kendisine verilen Mervan ise devleti, “İslam’ın önde gelen şahsiyetlerine saygısızlık yapmaktan, onları rencide edecek sözler söylemekten çekinmeyerek” (Age., s.132) yönetecekti. YANGINA KÖRÜKLE GİTMEK sman dönemi atamalarında, adil bir yönetim hukuku açısında meşruiyet olamayacağı gibi şeriatın kendi kuralları açısından da olmayacaktı. Bu suiistimal, kadrolaşma, keyfilik gibi uygulamaları, İslamcı literatürün yaptığı gibi, Osman’ın “iyi niyeti”, “güvenlik kaygıları”, “akrabalarına düşkünlüğü” ile açıklamak, içine girilen kurumsallaşmanın sınıfsal ve sosyo ekonomik niteliğini örtmeye yönelik fazlasıyla yüzeysel yaklaşımlardır. Böylece yapılmaya çalışılan şey, söz konusu kurumsallaşmanın yapısal sorunlarının insani bir zaafın ardına gizlenerek masumlaştırılmasıdır. Mısır’a, üstelik Mısır’ın fatihi Amr b. elAs’ı görevden alarak atanan ve Osman’ın süt kardeşi olan Abdullah b. Sad, Müslüman olduktan sonra vazgeçmiş (mürted), bu nedenle hakkında verilen ölüm kararı Osman’ın araya girmesiyle engellenmiş bir kişidir. Kufe’ye vali atanan ve Osman’ın anne bir kardeşi olan Velid, önceden vergi toplama sırasındaki uygulamalarından dolayı aleyhinde ayet inmiş ve “münafık” ilan edilmiş bir kişiliktir. (Age., s.139) Mervan örneğindeki uygulama daha da ilginç: Babası Hakem, sürgünden getirildikten sonra 100 bin Dirhem gibi bir servet ile ödüllendirilirken, Mervan’a da, gerçekte Peygamberin kızı Fatma’ya miras olan Fedek arazisi verilecektir. Medine Çarşısının geliri de Mervan’ın kardeşi Haris’e verilmiştir. Yine Osman’ın damadı Abdullah b. Halid’e, 400 bin dirhem tahsis edilirken, Abdullah b. Sad’a ise, Mısır’a vali atanması yanında Afrika’yı fethetmesi halinde ganimetlerin beşte biriyle ödüllendirilme sözü verilmiştir. Osman döneminde böylesi örneklerin ardı arkası gelmezken O, bu istismarlar nedeniyle gelişen tepkilere karşı: “Ebu Bekir ve Ömer, ellerinde olan hakkı terkettiler, akrabalarına mal vermediler. Ben ise malı aldım ve akrabalarım arasında taksim ettim” (Age., s.141) diyerek adeta yangına körükle gidecektir. Böylece Horasan’dan Kuzey Afrika’ya kadarki bu olağanüstü büyüklükteki hâkimiyet ve bütün bu toprakların önce talan sonra da vergi gelirleri İslam karşısında sorunlu bir kabileye akıtılıyordu. Bütün bu uygulamaların sonucunda ise kabile asabiyeti hızla artarken, İslam’ın önceden kâh dini idealizmle kâh fetih gelirlerinin paylaşımı ile sağlanan birliği de hızla dağılmaya başlayacaktı. Bunun sonucu ise iç savaşın kaçınılmazlığı olacaktı. İslami literatür bu süreci “fitne” olarak nitelendirirken, Osman’ın bu süreçteki sorumluluğunu ise Yetişmiş “fitne çıkarmak isteyenlere insan, sayısal malzeme sağlamak” bağlamında hafifletmeye büyüklük ve ekonomik çalışacaktı. (H. Algül, entrikacı dulu ‘müminlerin annesi’ birikim anlamında İslam Tarihi, c.2, Ayşe, onun aleyhine cephe aldı” s.445) diğerlerinden avantajlı olan (Age., s.52), diye yazacaktır. Bu şekildeki tarih Valileri dört bir yanda keyfi bir Ümmeyeoğulları, kendilerinden yazımı, aynı iktidar sürerken onların başı zamanda İslamcı olan Osman’ın Halife olmasıyla durumundaki Halife, iktidarın siyasal aklın da merkezinde tam bir tecrit yaşıyordu. birlikte çok daha mutlak bir yansıması olacaktır. Ancak ilk İslami kadroların Medine avantaj elde edeceklerdi. Osman, Ne olursa olsun merkezli muhalefeti, Osman’la İslami otoriteye boyun onların egemenlik amaçlarına ilişkileri çerçevesinde kendini eyleme eğilmesi, eğmemenin dökmeyecekti. Buna karşın ulaşmanın temel sıçrama ise ‘fitne’ olduğu Medine’den yayılan bu tepkiler, İslam’ın bilincinin dayanakları üç yayılma ve akar merkezi durumundaki yaygınlaştırılmasıyla, birey Kufe, Basra ve Mısır’da patlayacaktı. olacaktı. olmanın, yurttaş olmanın Özellikle Mısır’daki muhalefet, Ebu Bekir’in ideolojik, psikolojik, siyasal oğlu Muhammed’in öncülüğünde isyanın merkezi temelleri tahrip edilirken, kulluk ve haline gelecekti. tebaalık bilincinin sonraki 14 yüzyıl boyunca Haftaya: Müslümanlar İslam coğrafyasının belirleyici statüsü olarak pekişmesi sağlanacaktır. Halifeye Ayaklanıyorlar O ÜMMEYEOĞULLARI’NIN İKTİDAR ARACI Yeni iktidar merkezi olan Medine, Mekke’nin düşmesi sonrasında da (ta ki iktidarı Şam’a kaptırana kadar) İslam’ın siyasal ve ekonomik merkezi haline gelecekti. Bu nedenle Mekke’nin düşmesi sonrasında bölgenin tüm aristokratları gibi Ümmeyeoğulları’nın çoğunluğu da gidip Medine’ye yerleşecek, iktidar organlarına yakın olarak nemalanma oranlarını arttırmaya çalışacaklardı. Üstelik Ümmeyeoğulları özgülünde bu durum, daha öte bir hedefe, iktidarı içeriden fethetme amacına yönelecekti. İronik bir ifadeyle, artık hepsi Medineliydiler! Çünkü gerek İslami yönetim gerekse de ekonomik ilişkiler anlamında temel toplanma ve dağılım merkezi Medine olmuş, Mekke ise, Kabe’nin mekânı olmak dışında eski özelliğini kaybederek egemenler açısından taşralaşmıştı. İşte bu Medine’de, hızla büyüyen İslam egemenliğinin yönetimine ilişkin ciddi bir mücadele verilmekte ve Halife seçimleri de bu mücadelenin yansıması olarak şekillenmekteydi. Yetişmiş insan, sayısal büyüklük ve ekonomik birikim anlamında diğerlerinden avantajlı olan Ümmeyeoğulları, kendilerinden olan Osman’ın Halife olmasıyla birlikte çok daha mutlak bir avantaj elde edeceklerdi. Osman, onların egemenlik amaçlarına ulaşmanın temel sıçrama dayanakları olacaktı. Kuşkusuz O, ilk Müslüman idealistlerden biriydi. Ancak hilafet döneminde, “nüfuzlarına kendini bütünüyle kaptırmış olduğu sülalesinin” (Carl Brockelman, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, s.51) iktidara yerleşmesinin aracına dönüşecek; aristokrat kimliği İslami kimliğinin üstüne çıkacaktı. Esasen Osman’ın halife oluşu da onların gücünün bir yansıması idi. Bunun sonucunda Osman, bütün valilik makamlarına kendi akrabalarını getirecek, Ömer zamanında Şam’a vali yapılmış olan Muaviye’nin yetkilerini ise arttırarak Ümmeyeoğulları’nın İslam devletinin egemeni olmasını sağlayacaktı. Oysa gerek Peygamber gerek sonraki iki halife, kendi kabilelerinden atama yapmaktan hep uzak durmuşlardır; ki bu durum, Osman’ın yaptıklarının çok daha fazla göze batmasını, bu nedenle hem eski kabile asabiyetinin yeniden canlanmasını hem de halk ve diğer kabileler nezdinde saygınlık ve otoritesini kaybetmesini getirecekti. Hazreti Muhammed’in Mekke’de oturduğu uevin sonradan yapılmış resmi slam’ın bu süreçteki kurumsallaşması, Arap’ın Arap olmayana, Kureyş’in Kureyş olmayan Arap’a, Emevi’nin Emevi olmayan Kureyş’e ve tabii sınıfsal olarak da talanlardan en çok pay alanların alamayanlara karşı iktidarı olarak maddileşecekti. Bütün bu gelişmeler ise, hakları çiğnenenlerin sınıfsal, kabilesel ve kişisel tepkilerini büyütecek ve bu tepkiler, özellikle 650 yılından itibaren açık tepkiler ve patlamalar olarak kendini göstermeye başlayacaktı. Etkili İslam kadroları Ali, Zübeyr, Talha, Ammar, hatta Ayşe bile muhalefet odakları olarak öne çıkacaktı. Brockelman, bu sürece dair; “Peygamberin fütuhatla fevkalade zenginleşen ve Mekke’deki eski mülklerinden başka Taif’te de böyle mallar ve bundan başka geniş araziler elde etmiş olan eski ashabı, Ümmeyeoğulları’nın bu yükselişi ile, şimdiye kadarki mevkilerini tehdit edilmiş gördüler. Halifeyi, sülalesinin etkisinden ayırmaya boş yere çalıştıktan sonra bizzat onun aleyhine döndüler. Çok geçmeden pek az dostu kaldı; bilhassa Peygamberin genç ve HALİFENİN DAYANILMAZ YALNIZLIĞI İ eaydin?cumhuriyet.com.tr S ahne Ali Poyrazoğlu’nun yeni oyunu tozu Ali Poyrazoğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği ‘Tak Tak... Takıntı’ oyunu, gündelik yaşam içinde sıradan sanılan küçük olayları konu alıyor. Oyunda; Ali Poyrazoğlu, Bülent Kayabaş, Suzan Aksoy, Özdemir Çiftçioğlu, Berrak Kuş, Eser Ali, Onur Şenay ve Murat İlgar rol alıyor. Oyun; yarın, 28 Şubat, 10 ve 11 Mart tarihlerinde İş Sanat’ta sahnelenecek. (Tel: 0 212 316 10 83) S ergi Üç kadın ressamın sergisi Palet Sanat Galerisi, üç kadın ressamın son çalışmalarına ev sahipliği yapıyor. Halen Marmara Üniversitesi Resim Bölümü başkanlığı görevini sürdüren Prof.Dr.Ayşe Özel’in, 1966 yılında Nurullah Berk atölyesinden mezun olan sanatçı Ayten Yetiş Doğu’nun ve İclal Erentürk’ün resimlerinden oluşan ‘Kadının Düşleri’ resim sergisi 18 Mart tarihine dek izlenebilir. (Tel: 0 216 302 78 50) Kapıların Ardında Altıdansonra Tiyatro’nun yeni oyunu ‘Kapıların Ardında’, savaşta ayakta kalabilmeyi başaranları ve savaşı tüm sorumluluklarıyla omzunda taşıyanları anlatıyor. Müge Saut’nun yönettiği oyunda, Ebru Gözdaşoğlu, Onur Kahraman, Seda Özen Yürük, Tomris İncer, Yaman Ömer Erzurumlu, Yiğit Sertdemir rol alıyor. Oyun, 26 Şubat’ta Oyun Atölyesi’nde sahnelenecek. (Tel: 0 216 345 39 39) Ana Tanrıçalar Unutulmaya yüz tutmuş bir sanatı icrasıyla bilinen Hülya Vurnal İkizgül, ‘Ana Tanrıçalar’ konulu mozaikleriyle 7 Mart tarihine dek dek Galeri Gart’ta. Anadolu insanının yaratıcı gücünün tanrılaştırılması ve doğanın insana öğrettiği gerçek yaratıcılığın süreciyle başlayan bu yolculukta ressam sanatseverlere ölümü unutturup, doğumu gösterebilmeyi vaat ediyor. (Tel: 0 212 296 08 76) Trainspotting Danny Boyle’un sinema uyarlaması ile bütün dünyada ün kazanan ‘Trainspotting’ sahnede. Oyunda, Semaver Kumpanya’ya Çıplak Ayaklar Kumpanyası danslarıyla, Nehir Çinkaya da resimlerle eşlik ediyor. Oyun; bugün, yarın ve 12, 17 ve 18 Mart tarihlerinde Çevre Tiyatrosu’nda. (Tel: 0 212 585 59 35) Değişim Atölyesi Değişim Atölyesi oyuncuları ‘KayıpKim Korkar Virginia Woolf’tan?’ isimli oyunu sahneye koyuyor. Müge Saut’nun yönettiği oyunda Tuğba Birincioğlu, Nevzat Süs, Metin Gökcan ve Müge Saut’nun rol alıyor, Oyun, 4, 11 ve 18 Mart tarihlerinde Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde tiyatroseverlerle buluşacak. (Tel: 0 216 414 22 39) Ara Dönemler Tanju Demirci’nin primitif ve tarihsel kültürlerden alınmış simge formlarla olan ilişkisi bu sergisinde de sürüyor. Sergide tekstil malzemeler kolaj tekniği ile uygulandı. Sergi, 10 Mart tarihine dek Teşvikiye Galeri Kent’te görülebilir. (0 212 225 67 15) Genç Ressam Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümünden mezun olan 1982 doğumlu Tunca Subaşı’nın resim sergisi 7 – 31 Mart tarihleri arasında Çağla Cabaoğlu’nun sergisi Art Gallery’de. Subaşı, ‘Genç Sanatçılar Resim Yarışması’nda birincilik ödülü aldı. (Tel: 0 212 291 37 91)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle