26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 12 21/2/07 16:09 Page 1 CUMARTESİ EKİ 12 CMYK İthal şiddet yerli oldu ‘Gemide’, ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ ve ‘Maruf’ gibi filmleriyle ‘Yeni Sinemacılar’ akımının kurucularından olan Serdar Akar’ın son filmi ‘Barda’; ‘adalet’, ‘suç ve ceza’ ve ‘ nedensiz şiddet’ kavramlarını sorguluyor. Bu kavramların tam ortasına da birbirlerine ‘öteki’ olarak bakan iki farklı sınıfı oturtuyor. Filmde orta ya da üst sınıftan gençler, bir barda alt sınıftan bir grup tarafından alıkoyuluyor, şiddet ve tecavüze maruz kalıyor. ‘Kötüler’, yapamadıkları ve yaşayamadıkları şeylerin acısını geleceğe dair umutları olan bu gençlerden yani ‘iyiler’den çıkarıyor. Tüm hayatlarının öcünü bir gecede almaya çalıştıkları için de filmde uygulanan şiddetin dozu oldukça fazla oluyor tabi. Bazılarını rahatsız edecek kadar sert sahneler ortaya çıkıyor. Ancak şidddet asla filmin önüne geçmiyor, sadece bir şeyleri anlatmak için araç olarak kullanılıyor. ‘Kötüler’in ‘iyiler’e nedensiz yere şiddet uyguladığı filmin çıkış noktası bundan 8 sene önce Ankara’da yaşanan bir olay. Bir adam bir eve giriyor ve nedensiz yere içeridekileri şiddete maruz bırakıyor. Serdar Akar, hayatımıza son zamanlarda giren bu ‘nedensiz şiddet’i ilk kez o zaman farkediyor. Çeşitli Amerikan filmlerinde gördüğümüz bu şiddeti ‘ithal şiddet’ olarak adlandıran Akar bu konuyu irdelemeye karar veriyor. Film, son zamanlarda gittikçe artan ve gazetelerin üçüncü sayfalarından taşan ‘nedensiz şiddet’ ile ilgili çekilen ilk film. Filmin yönetmeni Serdar Akar ile adalet, suç, ceza, toplum ve nedensiz şiddet kavramları ve filmi üzerine söyleştik. ŞİRİN GÜVEN Arap Kızı Camdan Bakıyor Ülkemiz topraklarında, daha 1920’lere kadar, insanlar, köle diye alınıp satılıyordu. Afrika’nın çeşitli ülkelerinden tacirler tarafından kaçırılarak getirilen siyahlar, Osmanlı’nın zenginlerine hizmet ediyorlardı. Sadece Anadolu’da değil, dünyanın bir çok bölgesinde, kadınlar, erkekler, çocuklar özgürlüklerinden oluyor ve yasal olarak bir başkasının mülküne dönüşüyorlardı. Osmanlı’da kafaları kesilmiyordu ancak 7 9 yıl süre sonra azad ediliyorlardı. Köle ticareti günümüzde bitmiş de olsa etkileri sürüyor. Kölelerin torunları, tarihlerinin karanlıklarını aralamak istiyor. Osmanlı köle ticareti, geçmişini araştıran mermer ustası Mustafa Olpak sayesinde belgesel haline getirildi. Siyah Türkler’in hem kendi kökleri ile hem de toplumun onlarla yüzleşmesi açısından önemli bir eser olan “Arap Kızı Camdan Bakıyor” adlı belgesel 26 Şubat’ta TRT 2’de yayınlanacak. HİLAL KÖSE İNSANLIK AYIBI Dedesi ve ninesi 19. yüzyılın sonlarında Kenya’dan koparılıp köle yapılan Egeli, 52 yaşındaki mermer ustası Olpak, “Arap Kadın Kemale”, “KenyaGiritAyvalık/Köle Kıyısından İnsan Biyografileri” kitapları ile farkına varmadığımız bir gerçeği yüzümüze vurdu. Olpak’ın annesinin, dedesinin, anneannesi Tete Nuriye’nin ve teyzelerinin yaşam öyküleri yakın bir zamana kadar yaşanan insanlık ayıbını anımsamamızı sağladı. Siyah Türkler’i kökleri ile barıştırmak için uzun süren çabanın ardından ‘Afrikalılar Dayanışma ve Kültür Derneği’ni kuran Olpak’ın alanında ilk olan kitapları bir belgesele de esin kaynağı oldu. Yönetmenliğini Gül Muyan’ın yaptığı, ismini ön yargılarımızdan alan Arap Kızı Camdan Bakıyor adlı 50 dakikalık belgesel, Olpak’ın dedesi Korsan Ahmet’in Afrika kıyılarından kaçırılması ve Girit’te bir Osmanlı ailesine “köle” olarak satılmasıyla başlıyor. Osmanlı kölelik sistemini ve bu sistemin yüzyıllar boyu nasıl işlediğini, boyutlarını, diğer ülkelerdeki köleliklerden farkını gösteren belgesel, Tel Aviv, Boğaziçi ve Sabancı üniversitelerinden tarihçilerin ve sosyologların anlatımları ile de destekleniyor. Girit Mübadili yurttaşların öykülerine de yer verilen belgesel, Olpak’ın ailesinin İzmir’deki özgürlük yılları ile sona eriyor. Çalışmalarına 2006 yılı Mayıs ayında başlanan belgesel, Olpak’ın yaşadığı Ayvalık’ta, hikayenin geçtiği Girit’te Resmo ve Hanya’da, Marulas’ta, İzmir Halil Rıfat Paşa’da, İstanbul Büyükada’da ile İsrail Tel Aviv’de çekildi. Gül Muyan’a göre, Osmanlı kölelik sistemi, aynı çağlarda bütün sertliği ile yaşanan Batı kölelik sistemlerinden farklı, deyim yerindeyse “kötünün iyisi.” İyilik nereye kadar? Senaryoyu nasıl oluşturdunuz? Adalet, suç, ceza ve şiddeti sorgulamaya nasıl karar verdiniz? “Toplumsal hayatı oluşturan en önemli şey insanların bir arada olmaları. Zaten toplumsal hayat o demek ya... Bu bir arada olma durumunun bozulması, sağlam kalan tek buğday tanesinin zehirlenmesi gibi bir şey. Her şeyin sonu demek. Yani bir arada olma durumumuz bozulduktan sonra hiç bir şeyi durduramazsınız diye düşünüyorum. Kaos başlar. Böyle bir durumun bu ülkede başladığına dair bir koku aldım. Yani bir arada olmanın temelleri bozuluyor bence.” Nedensiz şiddet de bununla ilgili değil mi? “Evet. Ve buna işaret etmek gerektiğini düşündüm. Bunun sonuçları ortada artık. Tabii ben, bu bir arada olma durumunun bozulmaya başladığını düşündüğümden beri çok hızla gelişti her şey bu ülkede. Çok fazla ‘nedensiz şiddet’ içeren olaylar yaşandı.” ‘İyiler’ ve ‘kötüler’ var filminizde... “Evet. Şimdi bu ayrı düşmek, bölünmek karşısında bir ‘kötü’ dediğimiz kişiler, bir de ‘iyi’ dediklerimiz ortaya çıkıyor. İyilerin de ne kadar iyi olduğu ve iyiliğin ne demek olduğu biraz sorgulanabilir tabii.” Hangi açıdan? “Kimisi direnemiyor mesela. Filmde karakterlerden biri olaylar esnasında patlıyor. ‘Senin yüzünden oldu’ diye bağırıyor diğerine çünkü direnemiyor. Kimisi ise kendini feda etmek adına bir çeşit kahramanlık yapmaya çalışıyor. Ama geri kalan bazıları iyi olmaya devam ediyorlar. Mesele zaten orada. Kötünün hangi boyutta olduğu kadar iyi olmaya ne kadar direneceğimiz de çok önemli. Yani başımıza gelen onca kötü şeye rağmen nereye kadar iyi olmalıyız.” Filmdeki kötüler toplumdan dışlanmış insanlar. Yani bir yandan ‘biz’ ve ‘öteki’ kavramları da var. “Tabii artık dünyada var bu, yaptılar bunu. Bizde de var artık. Dünyadaki herkes gibi bizim de ötekilerimiz var yani. Biz onlara göre ötekiyiz, onlar da bize göre öteki. Üstelik de her konuda var bu ötekiler. Ne yazık ki böyle bir durum var ve bunun hakkında düşünmek, konuşmak lazım.” Serdar Akar Türkiye açısından çok cesur bir film. Hem konu, hem de içerdiği şiddet dozu açısından. “Evet, çünkü bizde pek böyle şeyler yaşanmıyordu. O yüzden de örneği yok aslında. Yani bu ‘nedensiz şiddet’in biraz ithal bir şey olduğunu düşünüyorum. Belki bu film ilk ama o kadar hızla bu tarz olaylar olmaya başladı ki Türkiye’de belki de geç kalmış bir film olabilir bu.” Filme 18 yaş yasağı geldi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? “Bu küçükler için bir film değil kuşkusuz. Bizim ülkede kendini bilme yaşı giderek yükseldiği için bir şey de diyemiyorum ama sinema için 18 yaş kıstası fazla tabii. Biraz daha esnek olmalıydı bence. Çünkü televizyon gibi değil sinema. Aslında bir şeyler anlatıyoruz biz, kuru şiddet değil film yani. Artık bu kadarı sansüre giriyor. Ayrıca başka türlü bir durum da var. Yeni genç film yapmak isteyen insanlar maddi boyutları düşünürken filmlerinin televizyon satış şansını da düşünüyorlar. Mesela bu film 18 yaş yasağı aldığı için televizyona iyi bir ücrete satılamaz. Yani dolaylı bir şekilde bir otosansür durumu yaratıyorlar.” Bir kadının portreleri N ilhan Aydın’ın ‘Bir Kadının Portreleri’ isimli kitabı çıktı. Aydın kitabında pek çok ünlü ismin portresini okuyucuya sunuyor. Bu portreleri de yaşadığı olaylara dayandırarak anlatıyor. Çetin Altan, Ertuğrul Özkök, İlhan Selçuk, İbrahim Yıldız, Hikmet Çetinkaya, Oktay Ekşi, Selahattin Duman gibi basından tanıdığımız isimlerle olan anılarının yanı sıra Sertab Erener, Nükhet Duru, Nilüfer, Candan Erçetin, Deniz Seki ve Özkan Uğur gibi sanatçılarla da yaşadıklarından yola çıkarak her birinin portresini oluşturuyor. Peki Nilhan Aydın tüm bu isimleri nereden tanıyor, bu kitabı yazana kadar hangi aşamalardan geçti? Aydın, doğduğu Çanakkale Biga’dan Ankara’ya Bilkent Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde okumak için geliyor. Oda arkadaşının annesi o sıralar Dubai televizyonunda orjinal süs eşyaları yapan bir program hazırlıyor ve bu programı Türkiye’de de yapmak istiyor. Aydın yaz aylarında İstanbul’a geldiğinde Vipsaş isimli prodüksiyon şirketine gidip geliyor. Bir gün Bağdat Caddesi’nde yürürken bir mağaza fazlasıyla ilgisini çekiyor. Hemen içeri girip orada çekim yapıp yapamayacağını soruyor, Vipsaş’tan kamera alıyor ve o mağazayı stüdyo olarak kullanmaya başlıyor. O zamanlar montajlarını Vipsaş’ta yapan Barış Manço, Aydın’ın çekimlerini görüyor ve hatta ilk üç bölümün montajını da Aydın için Manço yapıyor. Nilhan Aydın bantları Kanal D’de sabah programı yapımcısı olan Müge Turalı’ya yolluyor. Müge Turalı çekimleri beğenince de, o mağazada çekilenler Kanal D’de Misafir Odası isimli bir kadın programı oluyor. Ardından ‘Tamek Mutfağı’ isimli yemek programı geliyor. SANAT DÜNYASINDAN MEDYAYA Kanal D’den İnter Star’a geçen Nilhan Hanım orada Cem Şaşmaz ile birlikte çalışıyor, yöneticilik tecrübeleri ediniyor. Ve Show TV’ye geçiyor. Burada da Bülent Varol ile uzun süre çalışıyor. Bir yandan tabii başka projeler üretip, başka işlerde de çalışıyor. Klipler çekiyor. Çektiği kliplerin arasında o zamanların çok beğenilen şarkıları var. Asya’nın ‘İsyankar’ı, Sibel Tüzün’ün ‘Gözümün Bebeği’, ‘Kırmızı’ ve ‘Hakikaten’i... Show TV’den de ATV’ye geçiyor. Bir yandan belediye kampanyalarında çalışıyor, kongreler düzenliyor. Genç yaşta bu kadar çok çalıştığı için geniş bir çevre ediniyor tabii. Yöneticilerden, sanatçılardan ve gazetecilerden oluşan bir çevre... “Benim kitap yazmak gibi bir niyetim hiç bir zaman yoktu” diyen Aydın’a hep nüansların çok iyi, yaz denmiş. Nilhan Hanım da sonunda yazmış. Kitapta Türkan Şoray’dan Okan Bayülgen’e, Aziz Yıldırım’a ve Abdüllatif Şener’e kadar pek çok portre var. Aydın bu portreleri sadece anılarına göre değil, kişilerin konuşmalarına, tavırlarına ve insanlarla ilişkilerine göre oluşturuyor. Kendi anılarına dayanarak da hayat veriyor onlara. Nilhan Hanım inatla kitabın bir anı kitabı değil, portre kitabı olduğunu vurguluyor ve şunları ekliyor: “Mesela Selahattin Duman’ın olumlu bir yapısı vardır. Herkese göre. Ben bunu bir anımla anlatmaya çalıştım. Oktay Ekşi de her zaman çok kibar biridir, herkese karşı. Ben bunun gibi yakaladığım özellikleri anılarımla okuyuculara anlatmaya çalıştım. Sırf bana göre böyle değil olaylar, birçok kişiye göre de böyle.” Sen sanatçı ruhlusun itabında pek çok anı anlatıyor. Mesela Ertuğrul Özkök ile tanışmasını... Kelebek’in ödül töreninde Yalçın Bayer , Ertuğrul Özkök ve Nilhan Aydın muhabbet ederlerken konu bir şekilde buğday fiyatlarına geliyor. Nilhan Aydın buğdayın fiyatını bilince dikkatleri üzerine çekiyor. Hafızalarda buğdayın fiyatını bilen Bilkent’li yönetmen olarak yer ediniyor. Çetin Altan’la da ilginç bir anısı var Aydın’ın. Bir gün Türkiye’de müzikal eksikliği olduğuna karar veriyor ve kim bunu yapabilir diye düşünüp Çetin Altan’ın kapısını çalıyor. Altan, Nilhan Hanım’a “Sen sanatçı ruhlusun, çok istisna kişilerde hissetiğim bir şey var sende” diyor ve bir kağıda bir kelime yazıp veriyor. Ve şöyle ekliyor: “Bu kelimenin altını doldur, getir”. Nilhan Aydın bunun üzerine yazın Bozcaada’ya gidiyor ve orada papağanını kaybediyor. Her gün papağanını arıyor ancak bir yandan da bir an önce İstanbul’a gitmesi gerekiyor. Çünkü Çetin Altan müzikal projeleri için Aydın’ı Ali Poyrazoğlu ile tanıştıracağını söylüyor. Çetin Altan “Neredesin? İstanbul’a gel artık” diye arayınca durumu yani papağanının kalbolduğunu anlatıyor. Altan bunun üzerine oradayken oturup yazmasını öneriyor. Nilhan Hanım da oturup yazıyor. Ve ‘Bir Kadının Portreleri’ kitabı şekillenmeye başlıyor. Önce Oktay Ekşi ile anısını, sonra Çetin Altan ile hikayeleri derken devamı geliyor kitabın. K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle