18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 HAZİRAN 2006 CUMARTESİ 7 HırsızPolis dizisinin Dursun Kaptan’ı Erol Günaydın, ‘yattığı yerde’ gördüğü ilgiden memnun olmuşum PELİN KARA ‘‘Arkama baktığım zaman hiç kötü bir şey yapmadım’’ diyebilmek kadar huzur veren bir durum olabilir mi insan evladı için? Yeryüzündeki yetmişüçüncü yılında ve bunun üçte ikisini hep göz önünde geçirmişken üstelik? Bu imrenilesi cümle, babalar gününü bahane edip muhabbete gittiğimiz Erol Günaydın’a ait. Devamı da. ‘‘Güzel şeyler yapıyorum. Çocuklara trafik ışıklarını anlattım siyahbeyaz ekrandan. Ramazan günleri çadırlarda dolaştım. Güzel filmlerde oynadım, ucuz filmlerde de; geçinmek için. Ne kavga ettim, ne korumalarım oldu, ne siyah gözlük taktım. Pazardan alışveriş ettim, rahat rahat. Bütün Anadolu’yu demir asa demir çarık dolaştım. Her tiyatronun çivisinde bir anım vardır.’’ Bahçesinde çiçeklerle, kuşlarla, Sirkeci’den aldığı için Sirkeci isimli köpeğiyle söyleştiği, rengarenk kuklalar, oyuncaklar, sayısız anılarla dopdolu evine öyle samimiyetle buyur edip söyleşiyor ki, insan buraya ilk defa geldiğini derhal unutuyor. Melih Cevdet’le aynı kolejden iki kızı seven bir gençten altı ay süren aşk izdivacını dinliyor, Kapalıçarşı’da bedestenden Edip Cansever’i alıp vişneli votkaları yudumlayarak çakırkeyif Asmalımescit’e uzanıyor, Ferit Edgü, Demirtaş Ceyhun, Necati Cumalı’yla edebiyat sohbetlerine dalıyor, Cemal Reşit Rey’le Londra’da sahnelediği müzikali izlerken buluyor kendini. Sonra bir anda Tahsin Yücel’le bahçedeki çardağın altına kurulup daha dün şurada bulduğu kaplumbağanın nasıl yok oluverdiğini çözmeye çalışıyor. Zaman, mekan ve insanlar arasında eğlenceli bir seyahate çıkıyor insan, onu dinlerken. Tıpkı, 46 yıl önce askerliğini öğretmen olarak yaptığı Ağrı’nın bir köyündeki çocuklar gibi. yapıyor’’ dediği Uğur Yücel’le ilk kez birlikte çalışıyor ama çoktan alışmış: ‘‘Sanki oğlumla konuşuyorum. O da beni sanki babası gibi görüyor. Tuhaf bir his. Benziyoruz da. Benim oğlum olsa Uğur Yücel olur. O da öyle dedi. ‘Yahu Erol abi, ne kadar benziyor gözlerimiz, bakışlarımız’ dedi. Allahım dedim, çocuğum gibi bakıyorum. Bu tabii çok kuvvetlendiriyor. Hiç alakasız birine bakmakla, ona bakmak arasında çok büyük fark oluyor bende. Uğur’un ezberlemesi bile garip. Ezberlemiyor, öğreniyor işi. Yürekten duyana kadar yapıyor. Yazarın sözü gibi söylersen olmaz, kendin gibi söyleyeceksin. Oyuncu, iyi oyuncuyla oynar. Gözlerle, duygularla irtibat kurar. Sonra da sözler gelir gider.’’ Dizide Mahide Hanım’ı oynayan İpek Bilgin’le çalışmak da hoşuna gidiyor Erol Günaydın’ın: ‘‘Üçümüzün muhabbeti, hikayesi çok güzel. Dış dünya beni ilgilendirmiyor. Ben o üçlüyü seviyorum. 30 bölüm devam etti, kimse sıkılmadı. Çok güzel bir kurgu orası, sonra değişik bir şekil. Felçli baba. Aşık adam. Bakıcı ona aşık, aynı şeyleri duyuyor o da. Süsleniyor püsleniyor zavallı, yemekler hazırlıyor. O içtenlik tabii insanı iyi olmaya sevk ediyor. Bir kelime elli değişik şekilde söylenebilir, biz en doğrusu nedir diye uğraşıyoruz. İyisini yapmaya çalışırsan daima olur. Alkış beklersen olmuyor bu iş.’’ artist İyi ki DURSUN KAPTAN’LARI ÇOK BİLİRİM ‘‘Ben biliyorum o adamları. Laz babaları. Döver, haşlar, kızar, kovar, reddeder. Ama sever de. Yapmıştır o herif onları. Yapmış yap mış, sonra çaresiz kalmış, muhtaç olmuş. Sevgi var içinde ama egosuna karşı çıkamamış. Kadınları sevmiş, çocuğunu ihmal etmiş. Çok tanıdık, yakın bir karakter geldi bana. Aksak da başlarda söyledi söyledi, sonunda bağışladı. Çok doğru bir teşhis bu. Ben Dursun’un konuşmamasını seviyorum. Aksak’ın bana sorup kendi kendine cevap vermesi çok hoş oluyor. Derdini, aşkını, her şeyini o zaman döküyor. Konuşsa, bir şey getirmeyecek.’’ DAĞ KÖYÜNDEN İSTANBUL’A SEYAHAT ‘‘Silah sevmediğim için yedeksubay öğretmenliği duyunca hemen gittim askere. İki sene kaldım. Çocuklara şehirleri anlattım, gemileri, sokakları. Onları dağdan Diyadin’e indirip, Ağrı’ya, Erzurum’a, Ankara’ya götürüyor, trene bindirip İstanbul’a getiriyordum. Boğaz’da vapurlara biniyorduk. Dağın tepesinde bir tiyatro gibi. Herkes de gelip seyrederdi. Bütün sınıf seyahate çıkıyorduk. Anneleri babaları da gelip dinlemeye başladı. Ders bitince davarları alır giderlerdi. Sonra maarifin müdürleri bana kızdı, ne yapıyorsun sen diye. Çocuklar bunları öğrenmek istiyor, Şişli’de okutulan alfabe orada da olur mu! Karın altında ne bilsin çocuklar kırmızı balığı! İtalya’da olsa belgeselini çekerler.’’ LAZ BABANIN ÇİVİLİ UÇURTMASI Trabzon Akçaabat’tan, ailesiyle birlikte 8 yaşında İstanbul’a gelen ve bir daha da ayrılmayan Erol Günaydın’ın çocukluğundan bir anı: ‘‘“Babam nakliyeciydi, kamyonları, dükkanları vardı. Çok zengindi, yedi bitirdi her şeyi. Laz baba. Çocuğum daha, büyük bir hastalık geçirdim. O zamanlar ciddi bu zatürre. Karadeniz’de penisilin bile yok, İstanbul’dan geliyor iğneler. Neyse, bahara doğru gözümü açtım. Uçurtma mevsimi. Yattığım yerde penceremden görüyorum, çocuklar uçurtma uçuruyor. Babam da üzülüyor buna. Geldi, benim karşımdaki duvarı maviye boyadı. Uçurtmayı duvara çiviledi, ipini de verdi elime. Sevineyim diye. Halbuki pencereden uzatsam ya!.. Ama Laz işte, onu düşünemedi. İyi adamdı ama.!’’ ZAMANINDA YETİŞTİ DURSUN KAPTAN Askerliği bile onlarca yıl sonra böyle keyifle anlatılacak bir serüvene dönüştüren bu güleryüzlü insan, şimdi de gençliğinde karısına ve oğluna hayatı zindan etmiş yatalak bir babayı sevdirdi televizyon seyircisine. İşin sırrı, önce onun sevmesinde. ‘‘Öyle bir havada gel ki, vazgeçmek mümkün olmasın’’ dediği gibi Orhan Veli’nin, Dursun Kaptan da tam havasında yakalamış Erol Günaydın’ı: ‘‘Çok ihtiyacım olduğu bir zamanda yetişti. Demek ki Allah’ın iyi kuluyum.’’ Boşuna demiyor bunu. Usta oyuncu (kendisi ‘bu meslekte ustalık olmaz’ dese de), geçen yıl bu zamanlar 50. sanat yılını kutlamış ve kendisine verilen tacı ‘‘hayatımın güneşi’’ dediği 40 yıllık eşi Güneş Günaydın’ın başına takmıştı. Üç ay sonra hayatının güneşini yitirecek ve çok sıkıntılı günleri başlayacaktı. İşte bu yüzden, HırsızPolis dizisindeki Aksak’ın babası rolü teklif edildiğinde heyecan duydu. Kendisi de Trabzonlu olduğundan, Dursun Kaptan’ları çok iyi MAYMUN HÜSNÜ ‘‘Tiyatro yaparken ailem itiraz etti. Papazkaçtı oynuyoruz, İnci Sineması’nda, annem geldi. Senin yaptığın maymunluk, dedi bana. Yıllar sonra resim çektirdim, arkadaş olduk maymun Hüsnü’yle. Anladılar tabii ama, bugünleri göremediler.’’ tanıyor. Ve kendi deyimiyle yattığı yerden gördüğü büyük ilgiyle mutlu. Biraz da utanıyor, nereye gitse bir alkış kıyamet koptuğu için: ‘‘Arif’in meyhanesine gittim, bütün meyhane alkışlıyor. Utandım. Ali Poyrazoğlu’nun tiyatrosunu izleyeceğim, alkış koptu. Utandım, pişman oldum?’’ Yine de hem rolünden hem ekipten hem de ortaya çıkan işten memnun: ‘‘Hiçbir dizi gibi değil. Başka bir seyirci geldi HırsızPolis’le birlikte. Arif Damar mesela, dizinin hastası oldu. Müptelaları oluştu, pul koleksiyoncusu gibi. Bizim işin tutması belki, seyirci tutsun diye değil, kendimiz için oynuyoruz, ondandır. Bu iş çok ciddi bir iştir. Biz bunu korkarak, ürkerek ama kendimiz zevk alarak yapıyoruz. Bütün oyuncular yüreklerini koymuş, öyle oynuyor. Biz beğenince seyirci de seviyor.’’ DELİ KİZİR’LER GÜNAYDIN OLDU Babasının soyadı Kiziroğlu’ymuş aslında. Tabancasız dolaşmayan, ne de olsa Trabzonlu bir aile. ‘‘Deli Kizirler’’ derlermiş. Babası bir gün kızıp, ‘‘Deli sizsiniz’’ diyerek gidip Günaydın soyadını almış. İYİ Kİ ARTİST OLMUŞUM ‘‘Bugün çok mutluluk duyuyorum. Çoğu arkadaşlarım elçiydi, sefirdi. Mülkiye’den. Şimdi hepsi emekli oldu. Arada bir gelip ne kadar iyi oynuyorsun diyorlar. Emekli olunca bitiyor her şey. İyi ki artist olmuşum diyorum. Bugün ben sefasını sürüyorum, onlar emeklilik yaşıyor. Ben hala çalışıyorum, zevkle.’’ OĞLUM OLSA UĞUR YÜCEL OLUR Eskiden beri takdirle izlediği, ‘‘çok usturuplu işler S ahne tozu ahne tozu ahne tozu Küçük odada büyük hengâme Mine Artu’nun yazdığı, Metin Zokoğlu’nun hem oynadığı, hem de yönettiği ‘Benimle Delirir misin?’ bugün Kulis Sanat Evi’nde saat 20.30’da seyirciyle buluşacak. Oyun küçük bir odada geçiyor. Odanın içinde birazdan başlayacak büyük bir hengameye hazırlanan ve bu trajikomik hikâyeye tanıklık edecek sadece 15 seyirci var. Ve bu 15 kişinin karşısına çıkan bir adam: Zühtü. Oyunda ara yok. Her bir gösteri için kontenjan 15 kişi ile sınırlı. (Bağdat Cad. Cami Sok. 220 Kat: 3 Küçükyalı, İstanbul) Çözümler anlık gelir Turneye çıkacak diğer oyun Özer Tunca’nun yazıp, yönettiği çocuk oyunu ‘Otobüs Durağında Üç Bencil’ 212 Haziran tarihleri arasında Alaçatı’da sahnelenecek. Dekor ve Kostüm tasarımı Şirin Dağtekin’e dans düzeni ise Ayşe Emel Mesciye ait oyun, durakta otobüs bekleyen üç soytarının aralarında oluşan anlık ilişkileri konu alıyor. Trajikomik hikâye Bursa Devlet Tiyatroları bu sezon turneye iki oyun ile katılıyor. Oktay Arayıcı’nın yazdığı, Erdal Gülver‡in yönettiği ‘Nafile Dünya’ bugün Gelibolu’da sahnelenecek. İzlerken güldüren sonra canımızı sıkan oyunda seyirciye, İdealist komiser Ramazan’ın yaşamını, dönemin bugüne pek değişmeyen koşulları içinde, kesitler halinde sunuluyor. İki adam karşılaşırsa Ankara Devlet Tiyatrosu Savaş Dinçel’in yazdığı, Hakan Çimenser’in yönettiği ‘Uçurtmanın Kuyruğu’ 17 Haziran pazar günü Amasya’da, pazartesi Osmancık’ta salı günü ise Küre’de sahnelenecek. Birbirinden çok farklı kişilikte olan iki adamın karşılaşmalarını ve birbirlerini değiştirmeye çalışmalarını konu alan oyunun dekorunu Sertel Çetiner kostüm tasarımını ise Nalan Türkoğlu üstleniyor. HAFTA SONU 07 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle