22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 10 HAZİRAN 2006 CUMARTESİ Obsesif aşkların marşını yazan müzisyen 14 Haziran’da Kuruçeşme Arena’da Efsaneden sert yorum Tuhaflığın cazibesi: Sigur Ros Gelecek hafta İstanbul’da yine birçok sanat etkinliği düzenlenecek. 34. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali başladı. 24 Haziran’a kadar 1000’i aşkın yerli ve yabancı sanatçı ZÜLAL yıl olduğu gibi KALKANDELEN her kente müziğin büyüsünü taşıyacak ve Mozart’ın doğumunun 250’nci yılını kutlayacak. Ne mutlu ki, Mozart hiç ölmedi, yüzyıllardır müziğiyle dünyanın her yerinde milyonlarca insanı mutlu etmeye devam ediyor. İstanbul’da verilecek onca konserin arasında seçim yapmak oldukça zor. Bunun yanı sıra, festivalin dışındaki konserler için kente gelecek birçok önemli sanatçı daha var. Bunlardan birisi de, 14 Haziran’da Kuruçeşme Arena’da konser verecek olan rock müziğin 55 yaşındaki dev ismi Sting. Broken Music Tour adını verdiği konserler dizisi kapsamında ülkemize de uğrayacak olan ünlü sanatçının, bu kez iki gitar, bir bas ve bir bateriden oluşan daha sade bir ekiple ama daha sert bir rock tarzında çalacağı belirtiliyor. Boğaz’ın muhteşem manzarasına bakarak Sting’i dinlemek, acaba kaç kişinin rüyası olmuştur? O, The Police grubunun solisti olduğu yıllarda obsesif aşkların marşı haline gelen ‘‘Every Breath You Take’’ adlı şarkıyla dünyanın her yerinde kalpleri kazanan bir müzisyen. Şarkılarında aşkın yalnız muhteşemliğini değil yıkıcılığını da anlatan ve yağmur ormanlarını korumak için vakıf kuran 12 Grammy ödüllü bir efsane. Bir müzisyen olarak şarkılarını yazarken sosyal meselelerden yola çıkmadığını söylese de, bu konuları bir dünya vatandaşı olarak önemseyen çevreci bir entelektüel. Bir Katolik olarak yetiştirildiği ve eğitildiği halde, demokrasinin en önemli dayanaklarından birisinin kilise ile devleti birbirinden ayırmak, diğerinin de özgür basın olduğunu savunan eski bir öğretmen... Gerçekte içe dönük biri olsa da, sahnede tam tersi bir kişiliğe bürünen ve muhteşem performansıyla stadyumları inleten bir sanatçı. Aslında Sting hakkında daha fazla söz söylemeye gerek yok. Günümüzde en çok tanınan ve albümleri milyonlarca satan müzisyenlerinden biri o. Bu başlık kimilerinin tek kaşının yukarı kalkmasına neden olabilir. İddialı bir değerlendirme diye düşünülebilir, fakat zaten Sigur Ros’un müziği de iddialı. En yaşlıları 31’inde olan İzlandalı dört gençten kurulu grubun ‘‘Takk?’’ adlı son albümünden üçüncü single ‘‘Saeglopur’’ 23 Haziran’da, DVD ise Temmuz ayında piyasaya çıkıyor. Ve ben, ‘‘müzikle ilgilenenlerin bu grubun farkında olmamaları önemli bir kayıptır’’ düşüncesiyle, bu haftaki yazımda Sigur Ros’tan söz etmek istiyorum. 1994 yılında kurulan grubun ismi, İngilizce’de ‘‘victory rose’’ (zafer gülü) anlamına geliyor ve aynı zamanda İzlanda’da sıkça rastlanan bir kadın ismi. Kimileri tarafından müzikteki postrock döneminin en başarılı albümü olarak nitelenen ‘‘Takk?’’ , kimilerince de ‘‘tuhaf’’ bulunuyor. Grubun müziği hakkında söylenen ‘‘tuhaf’’ nitelemesi, eğer ‘‘alışılmamış’’ ve ‘‘şaşkınlık verici’’ anlamlarında kullanılıyor ise bu doğrudur. Evet, sözü edilen müzik (olumlu anlamda) ‘‘tuhaf’’tır ve o tuhaflığın muhteşem cazibesine kapılmamak da zordur. Ben şahsen, müzikte ve sanatta sıra dışılığın kalıplarını kıran ‘‘tuhaf’’ çalışmaları ilgi çekici bulduğumdan, Sigur Ros’tan da asla uzak duramazdım. Hemen belirteyim ki, bu grup, çalıp oynayabileceğiniz bir müzik yapmıyor; bu bakımdan müzikleri oldukça ciddi ve hiçbir kategoriye girmiyor. Bakmayın siz kimi müzik mağazalarında grubun albümlerinin new age bölümüne konduğuna. Bu açıkça müzikten hiç anlamanın yarattığı bir durumdur. Oysa Sigur Ros’un müziği, bazen İzlanda’nın buzlu dağlarını anımsatırcasına yavaş, sakin, atmosferik ve melodik, bazen bir rock şarkısı kadar yırtıcı, bazen de bir orkestra yapıtı kadar coşkun, fakat her zaman duyguları harekete geçiren ve dinleyeni bulunduğu ortamdan koparıp başka bir yere götüren çok güçlü ve farklı bir müzik. Bu öyle bir müzik ki, dinleyicinin şarkı sözlerini kendisinin yazmasını istiyor. Bu yüzden grubun iki Grammy ödülü adaylığı bulunan 2002 tarihli üçüncü albümü de isimsiz olarak, yalnızca albüm kapağında yer alan parantez işareti ile çıktı. Albümdeki şarkıların hiçbirinin adı da yoktu. CD piyasaya çıktığında herkes epeyce şaşırdı. CD kitapçığındaki sayfalar da boştu. Çünkü dinleyiciler kendileri dolduracaklardı o boşlukları ve parantezi. Üstelik şarkı sözleri grubun kendi yarattığı ‘‘Hopelandic’’ adını taşıyan, kimsenin anlamadığı bir dilde yazılmıştı. Grup elemanları, bunu bilinçli olarak yaptıklarını, insan sesini de bir müzik aleti gibi kullanmak istediklerini söylüyorlar. Böylelikle dinleyiciler şarkı sözlerini anlamasalar da, müziğin etkisiyle o an akıllarında neyi kuruyorlarsa onu canlandırıyor ve duygusal olarak müziğe kendi katkılarını yapıyorlar. Ben bu deneyimi bizzat yaşadım. Grubun New York’ta Radio City Music Hall’da verdiği konserde bu müziğin gücüne tanık oldum. Vokalist Jonsi’nin kusursuz performansı sırasında aynı zamanda gitarını bir keman yayıyla çalarak yarattığı o olağanüstü etkileyici sahne aklımdan hiç çıkmadı ve çıkmayacak. Salondaki diğer herkes gibi ben de adlarını bilmediğim şarkıların sözlerini anlamıyordum, ama aklımdan geçen düşünceler benim de kendi özel hikayemi yazmama neden oldu. Konser salonunda bulunanların bazılarının gözlerinden yaşlar akarken, bazıları yüzlerindeki mutluluk ifadesiyle adeta donup kalmışlardı. Sigur Ros, yapmak istediğini başarmıştı: Çaldıkları müzik, dinleyicilerin o anda akıllarından geçen düşünceler için adeta bir ‘‘soundtrack’’ olmuştu! Salondakiler müziğin bir parçasıydı artık. Çünkü çalınan müziğin ne anlattığını her dinleyici kendi duygu ve düşünceleriyle belirliyordu. Sigur Ros, dördüncü albümü ‘‘Takk?’’ ile yeniden İzlanda diline dönse de, aslında şarkılarında anlattıkları karmaşık şeyler değil. Onlar, çocukluğun sadeliği ve masumluğuna ilişkin birkaç cümlelik kısa hikayeler anlatmayı seviyorlar. Dürüst ve açık duygularla ilgileniyorlar. Belki de bu yüzden müzik endüstrisinin yerleşmiş kurallarına karşı çıkıyorlar, fotoğraf çektirip görüntüleriyle gündeme gelmeyi ve olmadıkları insanlar gibi davranmayı istemiyorlar. ‘‘Neden yalnızca müziğimizin dinlenmesi yetmiyor?’’ diye soruyorlar. Müzik dünyasında ün kazanmanın sahip olunan dış görüntüyle ve magazin basınının gündeminde yer almakla sağlandığı günümüzde bu tavır ne kadar da ‘‘tuhaf’’ değil mi? Sigur Ros’un tuhaflıkları bu kadarla da kalmıyor. İngilizce şarkı yapmayı reddediyorlar; çünkü ‘‘Yaparsak bu dürüstlük olmaz,’’ diyorlar. Konser verdikleri mekanları çok büyük bir özenle seçiyorlar. Örneğin, Reykjavik Sanat Galerisi tercih ettikleri mekanlardan biri. Müziklerinin ünlü giyim markası Gap America’nın ve British Telecom’un reklamlarında kullanmasına da karşı çıktılar. Neden böyle davrandıklarını anlamak zor değil aslında. Onlar 300 bin kişinin yaşadığı İzlanda’da Reykjavik kentinin dışında yer alan bir kasabada yetişmişler. Ayrıca Batı’nın bazı ülkesinde, özellikle Amerika’da ve ülkemizde pek gözde olan ‘‘celebrity’’ kavramına ya da diğer bir deyişle, sanatıyla ve başarısıyla değil de daha çok skandallarıyla ve yaşantısıyla ün kazananların dünyasına çok yabancı bir ortamda yaşıyorlar. Bu nedenle, yalnızca müzik yaptıkları için onları mazur görebilir ve albümlerini dinlersek, başka bir şey istemiyorlar. O kadar ki, son albümlerinin adını İzlanda dilinde ‘‘teşekkür’’ anlamına gelen ‘‘Takk?’’ olarak koymuşlar. Ne için mi teşekkür ediyorlar? Şu ana kadar yaptıklarını yapabildikleri için, aldıkları takdir için ve mutlu oldukları için. Zarifi’den Sting mönüsü Sting konseri Kuruçeşme’deki mekânları da harekete geçirdi. Zarifi, konser gecesi için iki özel mönü hazırladı. Sanatçının şarkı sözlerini taşıyan Shape of my heart ( Kalbimin biçimi) adlı birinci mönü Zarifi meze tabağı (pastarma turşusu, patlıcan paça, mercimek köftesi, günün zeytinyağlısı ve topik), dereotlu yaprak ciğeri, kişnişli levrek tava veya Bolu Mengen köfte, rokalı salata ve cevizli parfeden oluşuyor. (30 ytl servis). Fragile heart (Kırılgan kalp) adlı ikinci Sting mönüsü ise Boşnak usulü isli et, patlıcan salatası, mercimek köftesi, deniz börülcesi, pazılı mezgit sarması, safranlı bulgurlu baby kalamar dolması, rokalı çoban salatası, hünkar beğendi veya somon ızgara veya piliç bonfile, dondurmalı sütlaçtan oluşuyor. (40 YTL servis) Kuruçeşme Newyorker’da yer alan Zarifi de ayrıca Girit mutfağının özel lezzetleri de yazlık mönüde yer alıyor. (0212 293 54 80) HAFTA SONU 14 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle