19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 03 6/12/06 16:45 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK 9 ARALIK 2006 CUMARTESİ 3 AB’de çingeneler zamanı HAKAN DİRİK Önce “isim” konusunu netleştirelim. Kimi “Roman, kitaba denir” diye kestirip atıyor, kimi Roman olmakla övünüyor. “Çingene”yi benimseyen de var, hakaret kabul eden de... Her ikisini de ağzına almak istemeyenlerin imdadına “esmer vatandaşlar” yetişiyor. Madem şarkıları “İlle de Roman olsun” diye ısrar ediyor, uyalım bu isteğe... Madalyonun ön yüzüne bakalım ilk olarak. Her zaman şen şakrak, tencere tıkırtısına oynayan insanlar var bu tarafta. “Gırgıriye” serisiyle kendilerini daha da sevdiren, şimdilerde televizyon dizilerinde karikatürize edilenler. Resim kalabalık; “Abe bakayım falına” diyerek gelecekten haber veren de çerçevenin içinde, sevgiliye giderken çiçek almayı unuttuğunuzda, köşe başından elinde demet demet çiçekle beliriveren de... Madalyonun arka yüzünü çevirince, resim karanlıklaşıyor. İşsizlik, hırsızlık, kapkaç, illegalite... Malumu yeniden dile getirmeye gerek yok, sorunlar biliniyor. Romanlar, bu sorunlarını “örgütlü toplum” anlayışı içinde aşmaya çalışıyor. Ama kolay olmamış Romanların örgütlenmesi. Bazı denemelerin ardından 1996 yılında, İzmir’de Yakup Çardakçı başkanlığında Roman adını taşıyan ilk dernek kurulmuş. Hep örgütlü toplum istenir, ama iki kişinin bir araya gelmesi nedense “sakıncalı” bulunur ya, aynı akıbet Çardakçı ve arkadaşlarının da başına gelmiş. Roman kelimesinden dolayı derneğe “bölücü” suçlaması yöneltilmiş ve kapatılmış. “Sepetçiler Derneği” gibi adlarla atlatılan dönemin sonunda, yasaların değişmesiyle herkesin onları öyle bildiği isimlerini derneklerine yazabilmişler. Şimdi de ayrı ayrı yerlerde kurulan Roman dernekleri, federasyon şemsiyesi altında bir araya geliyor. En büyük iki federasyondan biri Edirne’de, diğeri Anadolu Roman Dernekleri Federasyonu adıyla İzmir’de. Türk sinema tarihine çok saygımız yok ZUHAL AYTOLUN Televizyon dünyasına X Files uyarlaması olan Sır Dosyası dizisiyle, sinema dünyasına da Türk sinemasında korku türünün çekilmediği bir dönemde ‘Okul’la girdi Taylan Biraderler. Ancak yaptıkları bu ilk tür denemeleriyle de çok fazla eleştiriye maruz kaldılar ve sırf bu yüzden artık basına konuşmaktan kaçınıyorlar. 22 Aralık’ta vizyona girecek ‘Küçük Kıyamet’i de farklı bir yere oturtuyor ve bu filmle üzerlerine yapıştırılan etiketi sileceklerini söylüyorlar. Ayrılıp tek başlarına da bir iş yapmayı düşünmediklerini vurgulayan biraderler “Biz iki kişiden oluşan bir müzik grubu gibiyiz” diyor. İki yıldır da Yabancı Damat İkinci dizisini çeken Yağmur ve Durul Taylan’la Türk sinemasından filminiz Küçük ve önümüzdeki günlerde vizyona girecek, deprem korkusunu Kıyamet yine gerilim konu alan ‘Küçük Kıyamet’ filminden konuştuk. ögeleri taşıyor. Taylan Gelen tepkilerden çok yorulduğunuz için konuşmak biraderler hep korku ve gerilim istemediğinizi söylediniz. Tepkiler ‘Okul’ filmine miydi? türünde mi gidecek? Film sizin içinize sinmiş miydi? Durul: Öyle bir derdimiz yok. Yağmur Taylan: Okul bizim yapmak istediğimiz bir Küçük Kıyamet bizim ikinci filmimiz ve filmdi. Zaten kimsenin yaptığı bir işi çok beğenmesi son derece de kişisel bir çalışma. kolay değildir. Okul filminde bize göre de çok Yaşadığımız bir olaydan yola çıkarak büyük hatalar var. Bizim de içimize sinmeyen yaptığımız bir film. noktalar oldu. Sonuç olarak Okul bizim ilk 17 Ağustos depremi mi? filmimizdi ve eksiklikleri de bu yüzden hoş Yağmur: Bu filmde çok kişisel şeyler var. Ama görüyoruz. Ama çok fazla üzerimize gelindi kişisel derken kastettiğimiz şey farklı. Bir sinemayı ve söylemediğimiz sözler dolaştı ortalarda. kişisel yapan insanların yaşadığı olayları sinemaya Okul korku türünün bir alt dalı olan aktarması değildir. Bizim bu filmde ölüm olayına kişisel korkukomediydi. Biz bunu anlatamadık. bir bakışımız var. Öykü herşeyiyle bize ait, senaryoyu da Türkiye’de çok girilmedik bir alana Doğu Yücel yazdı. girdiniz. Belki izleyiciyi memnun Film kurgu mu yoksa bazı kaynaklardan ve bilgilerden etmek bu yüzden zor olabilir... yararlandınız mı? Durul Taylan: Aslında izleyici Durul: Deprem bizim çok eski bir takıntımız. Marmara memnun kaldı çünkü 900 bin kişi depremi bizi de çok etkiledi. Ama biz Bursa’da depremlerle seyretti filmi. Türkiye’de belirli bir büyüdük. Konuyla ilgili 17 Ağustos sonrasında çıkan anı film yapma biçimi var hala, gerçi kitaplarının hemen hemen hepsini okuduk. Başrolde Başak şu dönemde biraz çeşitlenmeden Köklükaya var. O da çok sayıda kitap okudu ve sivil toplum söz edilebilir. Okul filmini kuruluşlarıyla görüşmeler yaparak bellgesellerini izledi. Gerçek yaparken böyle bir durum yoktu. verilere dayanan bir film ama bir yerden sonra gerçek ile kurgu Bir yanda çok magazinel arasındaki ayrım silikleşiyor. düzeyde sinema sürüyor, bir Çocukluktan gelen bir sinema yanda da seyirciye çok kapalı aşkından söz ettiniz... bir film yapma biçimi var. Yağmur: Bizim büyüdüğümüz Yağmur: Biz aslında biraz da dönemde çok fazla yönetmen yoktu; ‘Okul’da sinemasal niteliklerin yönetmenler çetesi vardı. Biz tam o dışında bir şeyden döneme denk geldik. 1980’lerde biz bahsediyoruz. Tür olarak üniversiteye girdik. O dönemde Türkiye’de yapılagelen üniversitede okumak korkunç bir şeydi. filmlerden değildi sonuç O dönemde üniversiteye girmiş olan olarak. Yani en basitinden insanların söyleyecek çok şeyleri var ki tanınmamış oyuncular vardı. şuanda Türk sinemasının da motoru bu kuşak. Konusu genç insanlar arasında Durul: Büyük bir ‘Yeşilçam Geleneği’ vardı. 1970’lerde o kadar geçiyordu, bunlar genç ve yanlış yollara sapıldı ki biz açıkçası başkaları gibi Türk sinema tanınmamış oyuncular tarihine çok saygı duymuyoruz. tarafından oynanıyordu. Bir Saygı duymamak biraz sert bir söylem değil mi? Filmleri yanıyla da popülerdi ama bulundukları dönemlerde incelemek gerekmez mi? Mehmet Ali Erbil oynamıyordu. Yağmur: Saygı duyduğumuz yönetmenler var elbette ama biz Türkiye’de hiç birşey serinkanlı kabul etmiyoruz ve sinirlendiriyor bizi bu durum. Türk sineması ve belli bir mesafeyle tepki şuanda iyi bir durumda değilse bizden öncekilerin yaptıkları görmüyor ki. Sana iki seçenek hatalar yüzünden. Neden Türkiye’de sesli sinemaya geçilmedi bırakıyorlar. Yazarımız Nobel ödülü çünkü buradan rant sağlayan bir sektör vardı. Lütfi Akatlar, alıyor. Ya ona küfür etmen lazım ya Yılmaz Güneyler çok güzel filmler yaptılar. Ama keşke o da çok alkışlaman lazım. Halbuki filmleri sesli çekselerdi çünkü imkan da, para da vardı. ikisi de olmayabilir. Bütün ülke sinemalarında bir takım kararlar alınır. Bir Türk sineması yeni bir yere evriliyor takım köşeler dönülür öyle yada böyle ama bizde köşeler diyebilir miyiz? Bir kırılma noktası hep yanlış dönüldü. yaşandı ve sonunda türler de çeşitlendi. Durul: Mesela ulusal bir film festivalinde bir aktöre Yağmur: Bu gerçekten de bir kırılma ödül veriyorlar ve o ödülü aldığı filmde başkası noktasıydı ve aslında tam bizim Okul filmini tarafından konuşturuluyor. Bunun neresine saygı yaptığımız yıllara rastlıyor. Şuanda farklı gösterirsiniz? türlerde gayet güzel filmler de yapılıyor. Daha Yağmur: Ya da neden saygı gösteresiniz? Tek da güzelleri yapılacak ama Durul’un da dediği tek örneklerden bahsetmiyoruz, endüstriyel bir gibi, Türkiye’de yeni bir şey çıktığı zaman onu hep karar olarak uygulanması bizi rahatsız uçlarda ele alma eğilimindeyiz. Ya o tarafta ya da bu ediyor. Ben Yılmaz Güney’in sesini tarafta olmak zorundasınız. Her alanda böyle aslında. duymayı çok isterdim. Bir oyuncu Durul: Neden Taylan Biraderler diyorsunuz diye buna olarak çok iyiydi ama onu kim da takıyor insanlar mesela. Biz değişik olalım diye konuşuyor? Türk sineması o demiyoruz ki bunu. Kendimizi böyle bir müzik grubu olarak dönemde bir sektör olarak görüyoruz; iki kişilik bir müzik grubu gibiyiz. Grubumuzun da batmış, yani sadece 12 adı o. Yönetmen kısmına zaten Durul Taylan ve Yağmur Taylan Eylül’le açıklanamaz yazıyoruz. Zevkle ilgili bir şey ve bu hitap bizim hoşumuza bu. gidiyor. Nasıl özenti olarak algılanıyor Amerikalı Brothers yazdı mı bişi yok bizden yapıldığında hemen tepki geliyor. ‘ÖTEKİ AVRUPALILAR’ Romanlar, bu süreci yaşarken Avrupa Konseyi’nden konuklar kapılarını çalıyor. Avrupa Romanlar ve Göçmenler Forumu’na üye gönderiyorlar. Öyle “forum” deyip geçmeyin. Bu organizasyon, 20052015 yıllarını kapsayan “10 Yıl Projesi” adı altında 1 milyar Avro’luk kaynağa sahip. Bunu da “öteki Avrupalılar”ın birlik üyesi ülkelerin yurttaşlarıyla aynı yaşam standardına ulaştırılması için kullanıyor. Şimdi “bizim Romanlar”, dillerine doladıkları “abe”yi bırakıp AB’nin ayırdığı kaynaktan pay kapmaya çalışıyor. Şimdiden iki projeleri onay almış durumda. Biri İzmir Büyükşehir Belediyesi’yle birlikte Roman çocuklarının güzel sanatlar alanında eğitilmesine yönelik. Diğeri de Yenişehir İşadamları Derneği’yle ortaklaşa hazırladıkları meslek kazandırma projesi. Ancak “kırmızıyı sevenler” derin bir çelişki yaşıyor. İlk bakışta “Sipaliler AB’den abe” deyip sevinecekleri geliyor akla, ama kazın ayağı öyle değil! Bazıları “Abe nedir bu AB?” diye soracak kadar konudan habersiz olsa da, konuya bilinçli yaklaşanlar, AB’nin kendilerini “kullandığını” düşünüyor. Anadolu Roman Dernekleri Federasyonu Özcan Purkçu’nun sözlerine kulak verince, mesele net biçimde anlaşılıyor: “Romanlar, AB’nin birliğe yeni katılacak ülkelere ilişkin ilerleme raporlarında yer aldı. Bizleri azınlık olarak göstermek istiyorlar!..” Büyük hatalar yapıldı KULLANILIYORUZ, RAHATSIZIZ Purkçu, tehlikenin farkında olduklarını, oyuna gelmeyeceklerini söylüyor. Ancak, “AB’nin bir oyunu daha var” diyerek, konunun yalnızca azınlık boyutuyla sınırlı kalmadığını vurguluyor: “Kentsel dönüşüm projeleriyle Roman mahalleleri yıkılıyor. Çünkü eskiden kent dışında kalan Roman mahalleleri, şimdi kentin içinde, ‘rantı büyük’ yerlerde kaldı. AB, bir yandan bize gelip, ‘Roman mahallelerine hizmet gidiyor mu?’ diye soruyor, diğer yandan devlete ‘Birliğe girmek için kentsel dönüşüm projelerini uygulamaya koyun’ diyor. Bu bir oyundur. Bir taraftan bizi pohpohluyorlar, diğer yandan devleti tetikliyorlar. İkimizi karşı karşıya getirmek istiyorlar. Biz, kullanılmaya başlandık, bundan rahatsızız.” “Türkiye’deki olumsuz istatistikleri en çok biz etkiliyoruz” diyen Purkçu, sorunlarınsa işbirliği içinde çözülebileceğini söylüyor. Purkçu, “Bizim devletimiz, Avrupa’daki Roman vatandaşlarına uygulanan hiçbir şeyi uygulamadı. Oradakiler çok farklı olumsuzluklara maruz kalıyorlar, ama çoğu yerde de büyük destekler alıyorlar. Biz burada devlet tarafından dışlanmıyoruz belki, ama sosyal anlamda dışlanmışlık çok fazla. Başlıca sorunlarımız eğitim, işsizlik, barınma, sosyal haklar... Kimse size iş vermezse, eve ekmek götüremezseniz, ne yapacaksınız?.. Biz uyuşturucu satanla da konuşuyoruz, hırsızlık yapanla da... Hiçbiri bunu istemiyor. Yeter ki, evine ekmek götürebilsin. Biz istiyoruz ki, devletimizle beraber bu sorunları çözelim. Bizim devletimiz AB değil ki, bizim devletimiz Türkiye Cumhuriyeti. Bu sorunları dışarıda değil de, Türkiye’de çözelim. Benim Avrupa Konseyi’nde ne işim var? Ama hükümetimiz bize hiç yardımcı olmuyor!..” diyor. [email protected] (Fotoğraf: VEDAT ARIK)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle