Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 10 6/12/06 16:53 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 9 ARALIK 2006 CUMARTESİ rih Ta Sosyal isyancı bir kültür Türkiye’de toplumsal tarih, önemli oranda eksik ve sorunlarla dolu bir alan oluşturuyor. Bir yandan İslamcı ve Türkçü öznelliklerle çarpıtılırken, bir diğer yandan da kendi gerçekliğiyle bilinmekten yoksun bırakılmıştır. Özellikle egemenlik ilişkileriyle çatışmalı alanlar ya yok sayılmaya ve yok edilmeye çalışılmış ya da sosyalsiyasal gerçekliğinden soyutlanarak folklorik bir alana hapsedilmiştir. Bu kapsamdaki kültür ve tarihsel gerçekler, dışlanıp çarpıtıldığı için zaman içinde ciddi bir erozyona uğramıştır. Oysa toplumsal tarih alanında doğru ve kapsayıcı bir bilinç oluşturamayan toplumların hem kendi gerçekleriyle yüzleşmeleri hem de hak ve özgürlük alanlarını geliştirip kurumsallaştırabilmeleri mümkün olamayacaktır. Bu anlamıyla toplumsal tarih ve halkbiliminin aynı zamanda siyasal olan gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Bu durum ise onların egemenlerce niçin unutturulmaya çalışıldığı sorusunun yanıtını verirken, demokrasi mücadelesi açısından da sorunun önemini arttırmaktadır. Resmi tarih yazımlarının aksine, Anadolu’nun son 9 yüzyıllık tarihi (sadece devlet kurma ve yayılma tarihi değil) aynı zamanda egemenlerin halkı ezme ve buna karşı direnişler tarihidir. Geride bıraktığımız bu yüzyıllarda muktedirler, halkı yerleşik, denetlenebilir ve kendine artı üreten bir tebaa ve kullar toplumu haline getirmeye çalışırken, halk da özgüven gösterebildiği her durumda bu dayatmaları reddetmiştir. Halkın bu direnişler içinde şekillenen otantik kültürleri ile karşı karşıyayız ki, onları bilmek tarihimizi bilmenin de olmazsa olmaz parçasıdır. Bu kapsamda baskılanmaya uğramış ve yeteri kadar aydınlatılmamış konulardan biri de, Batı Anadolu’da bir değer olarak karşımıza çıkan “Zeybeklik”tir. Egemenlik ilişkileri karşısında başına buyruk ve haksızlıklara karşı direnişin beslenme alanlarından biri olan Zeybeklik, Türkiye’nin tarihsel, kültürel ve toplumsal bütünlüğünün anlaşılmasında önemli alanlardan biridir. e ç ERDOĞAN AYDIN Zeybeklik ZALİMDEN KORKMAYAN GELENEK Türküleriyle çokça tanışık olmamıza rağmen Zeybeklik, gerçekte kendisine yabancı olduğumuz/bırakıldığımız bir alt kültür örneği oluşturuyor. Bunun böyle olması, onun Anadolu direniş geleneğinin önemli bir kolu olmasından, bunun ise egemenlerin çıkarlarıyla çatışmasından, hakim kılmaya çalıştıkları kimliğe ters düşmesinden kaynaklanmaktadır. Osmanlıya göre “demleri heder, vücutları gayrı münker”, kendilerine göre ise “zalimden korkmama”yı düstur edinmiş insanların kültürüdür Zeybeklik. Gerek savaş koşullarında oluşan bir kültür oluşu gerekse de göçebe yaşamla örtüşmesi çerçevesinde zeybekliğin katı bir hiyerarşi içinde biçimlendiğini görüyoruz. Buna karşılık diğer kültürlere ve kendi içinde yaşam biçimi farklılıklarına karşı hoşgörülüdür. Asıl önemlisi, yoksulu gözeten, adaleti esas alan, merkezi despotizm yanında yerel beylere karşı da direnişçi, sömürücünün malını müsadere etme ve dağıtmayı meşru gören bir kültürel ve sosyal örgütlenmeyle karşı karşıyayız. Bu bağlamda bir sosyal isyancılık olarak Zeybeklik, “çakal” veya “çalıkakıcı” olarak nitelenen çapulculardan kategorik olarak ayrılır. Halka karşı saygılı ve gözetici davranışı zorunlu kılan bir etiğe sahiptir ve kendi içinde bunu katı kurallarla korumaya çalışır. Bu katı kuralların denetlenmesi ise zeybek başı olan efelere düşer. En belirgin özellikleri sömürücüden alıp yoksula vermek olan bu sosyal isyancılık kültürü, efelere yakılmış destanlarda kendini gösterir: “Atına biner de dört nala yürür / Aynalı martini dünyayı görür / Zenginden alır da fakire verir / Sen misin fukara babası Çöllo” “Haydi aman da aman / Kerimoğlu çeker gelir küreği / Geliyor da Kerimoğlu / tıp tıp eder zenginlerin yüreği” Aynı motifleri Köroğlu deyişlerinde de görürüz: “Bezirgân malından türlü kumaşlar / At sürüp de almamıza ne kaldı / Bağdat Kervanından Hint libasını / Kargı ile bölmemize ne kaldı” Bu sosyal isyancılar, müsadere ettikleri mallardan kendilerine hiçbir şey ayırmazlar. Bu davranışı ahlaklarına aykırı görürler. Köstüklü Osman Efe’nin, müsadere ettiği Fotoğraf, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı tarafından bastırılan “İzmir Kartpostalları 1900” adlı kitaptan alınmıştır. malları bir kayanın dibine yığıp tüfeğini de ölçü aleti olarak kullanarak tüm kumaşları muhtaçlar arasında paylaştırması bu davranışın doğal örneklerinden birini oluşturur; ki bu gibi örnekler Zeybeklik kültürünün idealist karakterini gösterir. (Geniş bilgi için A. Haydar Avcı’nın, “Zeybeklik ve Zeybekler” kitabı) ZEYBEKLİKTE ALİ KÜLTÜ VE ALEVİLİK Zeybekliğin bir başka önemli yanı, Anadolu’nun dışlanan kültürü Alevilikle olan dolaylı bağıdır. Bu bağ, öncelikle “tüm inançlara karşı tutuculuktan uzak, hoşgörülü ve rahat” kimliklerinde yansır. Sazın, deyişin öneminde, kadının toplumsal yaşama doğrudan katılımında görülen bu özellik, özel olarak Seymen Gülbanklarında Alevi kültürle özdeşleşir. Çerağ Gülbanklarından bir örnekte şöyle denir: “Çerağı uyandırdık ol hüdanın aşkına / Muhammed Mustafa Şahı Merdan aşkına / Şah Hasan, Şah Hüseyni Kerbela’nın aşkına / Zâhir bâtın gerçek erenlerin aşkına / Piri Horasan Hünkâr Hacı Bektaş aşkına / Erenlerin, erlerin himmeti üstümüzde hazır ve nazır ola / Duvarımızdan taş, gözümüzden yaş düşmeye / Bozatlı Hızır dar günde erişe, ulaşa, saklaya, bekleye, gözcümüz ve bekçimiz ola / Bu çerağ sonsuza dek yana yakıla onların aşkına” Bu kültürde her kurumsallaşmanın bir piri olması geleneği çerçevesinde Zeybekler de Ali’yi kendilerinin piri beller. Bu bağlamda Ali Kültü, Anadolu Aleviliğinde olduğu gibi Zeybek kültüründe de temel bir misyon yüklenir. Nitekim Yörük Ali Efe’ye yakılan türküde: “Aydın dağını oydular / İçine martin koydular / Yörük Ali’nin adını / Hazreti Ali koydular / Hey gidinin efesi Efelerin efesi” deyişi buna örnektir. Örnekler çoğaltılabilir. Nitekim Çöllo destanında: “İsmini duyanlar kara giyerler / Kimi yavan kimi yağlıyı yerler / Bazısı Hazreti Ali derler / Sen misin Tanrı’nın Aslanı Çöllo” denirken, Gizik Duran ağıdında: “Benim gönlüm deli gibi / Derelerin seli gibi / Duran beyim harp ediyor / Hazreti Ali gibi” denir. Yine Çakırcalı Mehmet Efe’nin; “ben Hazreti Ali soyundanım” ifadesi, keza Atçalı Kel Mehmet Efe’nin, Bektaşi baba ve halifelerinin kullandığı “seyyid” ünvanını kullanışıyla örnekler çoğaltılabilir. “Zeybek ve Seymenlerin yaygın olarak bağlama çalması, Pir Sultan Abdal’ın, Abdal Musa’nın, Yunus Emre’nin, Hatayi’nin ve diğer AleviBektaşi şairlerinin deyişlerini çalıp söylemesi, Alevi erenlerini ulu ve kendilerine koruyucu bilmesi bu yakınlığın bir başka boyutudur. Yine Seymen ve efe ve zeybeklik törenleriyle Alevi toplumunun cem törenleri ilginç benzerlikler taşır. Zeybek oyunları ile Alevi semahları, özellikle Kırklar ve Turnalar Semahı önemli benzerlikler göstermektedir” (Zeybeklik ve Zeybekler). kabullenmediğinden de bir ayağı hep dağlarda olan) bir gelenektir. Öyle ki zeybeklik, Osmanlı İmparatorluğu döneminin süreğen adaletsizliği nedeniyle bir yaşam biçimi haline gelmiştir. Yani konjonktürle sınırlı olmayan bu kültür, adaletsiz egemenlik sürecine tepki ve kendini ona karşı koruma temelinde oluşmuştur. Zeybeklerin Osmanlı düzenine tepkileri gibi Osmanlının da Zeybekler karşısındaki tepkisi aynı süreğenliktedir. Nitekim Osmanlı, bir bütün olarak Aleviler gibi Zeybekleri de, değiştirilmesi veya ezilmesi gereken düşman beller. Onların tebaalaşmayı, kullaşmayı, yani Osmanlı düzenini kabullenmemeleri, göçebe Türkmen geleneği ve heteredoks dinsel kültürleri içinde yerli yerine oturur. Osmanlı fermanlarında onlar “eşkıya taifesi”, “kafasız ve akılsız köpekler”dirler ve “erazil kıyafetleriyle gezmek adeti müstemirreleri olmağla (...) men’nedildikleri ve bu kıyafetle gezenlerin haklarından gelinmesi” emredilerek, kendilerine “İslam ülkelerindeki gibi giyinmeleri” dayatılır. (Zeybeklik ve Zeybekler). “Ahlaka ve dine mugayyir” kısa don giymeleri İmparatorluk otoritesine başkaldırı olarak nitelenir. Bu “kulluğa da yaramaz” nitelikli “zeybek makulesi ve haşaratı”nın “hizaya” sokulmaları için üzerlerine asker yollanır. Özellikle 1800’lü yıllarda Edremit, Bergama, Aydın, Bayındır ve çevresinde Zeybeklere yönelik büyük kıyımlar gerçekleştirilir; ancak “her şeye rağmen zeybeklerin inadı kırılamaz”. Daha sonra Yunan işgali başladığında bu kısa donlular kahramanlık destanları yazarken, onları “ahlaka ve dine mugayir” görerek ezmeye çalışan Hilafet rejimi ise emperyalizmin işbirlikçisi olacaktır. Bu kültür her türden haksızlığa karşı çıkmak temelinde biçimlendiğinden, Osmanlıya karşı tavrını Yunan İşgalcilerine karşı da ikircimsiz gösterir. Nitekim gerek Zeybekler gerek Seymenler, Kurtuluş Savaşına daha ilk günden, merkezi örgütlenme ve karar sürecini beklemeden, aktif ve kendiliğinden katılım gösterecektir. Rahatlıkla iddia edilebileceği gibi, eğer Yunan devletinin işgal ettiği alanlarda Zeybek kültürü yerine Padişahın kontrolünde, tebaalaştırılmış/kullaştırılmış bir kültür egemen olmuş olsaydı, tüm Ege Bölgesi’nde işgalcileri iktidarsızlaştıran bir direniş söz konusu olamayacak, dolayısıyla Kurtuluş Savaşı ya farklı bir mecraya girecek ya da zafere çok daha uzun ve kanlı bir süreçte varılacaktı. TARİHSEL DÖNÜŞÜM VE MİRAS “Zeybek, düzenin olumsuzluklarını görmezden gelmediği, sistemin temsilcilerine boyun eğmediği, diğer bir deyimle düzenle uyuşmadığı ve kendine çizilen sınırlar içinde kalamadığı için başkaldırır. (...) Zeybeklik E. Reclus’un ifadesiyle, ‘leurs propres princes’ (kendi kendilerinin efendisi)” eşitlikçi bir gelecek toplumunun, tarihteki nüvelerinden biridir. Bununla birlikte Zeybeklik, tarihteki diğer ilkel eşitlikçiler gibi tarihsel koşullarla bağlıdır. Bu nedenle hem toplumu ileriye taşıma şansına sahip değildir hem de koşulların değişimine ve kapitalistleşmeye bağlı olarak, bir kurum olarak tarih sahnesinden silinecektir. Nitekim öyle olmuştur. Özetlemek gerekirse, sosyal eşkıyalık olarak Zeybeklik, onları ortaya çıkaran toplumsal koşulların tarihe gömülmesi sonrasında misyonlarını tamamlayarak ortadan kalkmıştır. Günümüzde kalan ise, yalnızca giyimleri, dans ve türküleri, yani folklorik anlamlarıdır. Ancak adaletsizliğin azalacağına yaygınlaştığı bu modern koşullarda, onun bir kültür olarak unutturulmaması özel bir önem taşır. İçini boşaltanlara karşı Zeybeklik kültürünü gerçek anlamıyla yaşatmak, adalet duygusunu yeni sosyo ekonomik koşullarda da sürdürmek, dolayısıyla çocuklarımıza daha adil bir yaşam sunmak anlamına gelmektedir. Bu nedenle adalet peşinde koşan günümüz toplumcularının, bu kültürü kendi geçmiş beslenme kaynaklarından biri olarak yaşatmaları büyük bir önem taşımaktadır. SMANLI’NIN BASKILARINDAN KUVAYI MİLLİYE RUHUNA Mutlak yetkilerle donanmış ve savaştaki becerisi yanı sıra adil karar verme ve sürece müdahale yeteneğiyle belirlenen ‘Efe’, yardımcısı ‘Baş Kızan’ ve kızanlardan oluşan zeybek topluluğunun katı hiyerarşik yapısını, onun Ankara civarındaki izdüşümü Seymenlerde ve tabii Yunanlı paralelleri Kleptlerde görüyoruz. Bu bağlamda göçebe sosyoekonomik ilişkilerce belirlenen zeybeklik, Batı Anadolu’da Rum sosyal isyancılarla etkileşim içinde oluşmuş, Gaziyanı Rum (Anadolu gazileri) ile sürmüş bir gelenek örneğidir. Bu gelenek dağdaki silahlı varlığıyla realize olmakla birlikte kırsal nüfusun kopmaz bir parçası olan, gerilim nedenlerinin ortadan kalktığı koşullarda “yüze inen”, yani köyde yaşayan (ama tebaalaşma ve kullaşma kültürünü O eaydin?cumhuriyet.com.tr S ahne tozu Çok Uzak Hayvanlar Karnavalı İş Sanat, “Çocuklar İçin Klasik Müzik Projesi”ne büyük istek üzerine yeni sezonda da devam ediyor. Bugün, Saint Saëns’ın ünlü eseri Hayvanlar Karnavalı dünyada ilk kez üzerine yazılan sözlerle koro eşliğinde seslendirilecek. Sanat dünyamızın seçkin isimlerinden Ayla Algan’ın anlatıcı olarak yer aldığı gösteride 521 yaş arası çocuk ve gençlerin oluşturduğu Koroporte, orkestra eşliğinde sahnede şarkı söyleyip, dans edecek ve kukla oyunları gösterilecek. Tel: (0 212 316 10 83) S ergi Caiet de Geografie Esintiler Basri Erdem resim sergisi, geniş fırça tuşlarına dayalı estetik içinde anlatımcı öğelerin öne çıktığı tuval üzerine yağlıboya resimlerinden oluşuyor. Halen Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitimi bölümünde profesör olarak görevine devam eden ve bugüne dek yurtdışında pek çok kişisel sergi açmış olan Basri Erdem’in Esintiler adlı sergisi 15 Aralık tarihine dek Palet Sanat Galerisi’nde görülebilir. Tel: (0 216 302 78 50) Yalnızlıklar Tiyatro Oyunevi ve Theater Rast’ın ortak çalışması olan Mahir Günşiray’ın oynadığı Yalnızlıklar, Hollanda’nın Rotterdam, Zaandam ve Amstredam kentlerinde ilk gösterimlerini gerçekleştirdi. Oyun, Hasan Ali Toptaş’ın şiirsel metninden yola çıkılarak sahneye uyarlanan, yalnızlık temasının çok farklı yönleriyle ele alındığı, sözün ve müziğin buluştuğu teatral bir gösterimi. Mahir Günşiray, yalnızlık çeşitlemeleri ile hikaye anlatıcılığının sıcaklığını, yazar Hasan Ali Toptaş’ın can alıcı kelimeleri ile sahneye taşıyor. 18, 25 26 Aralık tarihlerinde Oyun Atölyesi’nde sahnelenecek. Tel: (0 216 345 39 39) Pusula Dünyanın birçok yerinde, olayların ve alınan siyasi kararların insanlar üzerindeki etkisini anlamaya çalışırken, gittiği her haberde yaşadığı sıcak teması ekibiyle birlikte birbirinden çarpıcı fotoğraf kareleriyle ölümsüzleştiren Mithat Bereket, sahip olduğu geniş fotoğraf arşivinin küçük bir parçasını bu sergi aracılığı ile izleyicilerle paylaşıyor. Mithat Bereket’in, yılların verdiği tecrübe ve birikim ile pusulasını fotoğraf karelerine, fotoğraf karelerini pusulasına yönlendirdiği “Gez Göz Pusula” Fotoğraf ve Pusula Koleksiyonu Sergisi 31 Aralık tarihine dek Kadir Has Üniversitesi Sanat Galerisi’nde görülebilir. Tel: (0 212 533 65 32) İnsanlarım Genco Erkal’ın, Nazım Hikmet’in yapıtlarından uyarladığı İnsanlarım, şairin Bursa Cezaevinde geçirdiği yılların öyküsünü anlatıyor. Oyunun kurgusu içinde, Memleketimden İnsan Manzaraları, Kuvayı Milliye Destanı, Şeyh Bedreddin Destanı, TarantaBabu’ya Mektuplar’dan bölümler ve yine o dönemde yazılmış şiirler, mektuplar yer alıyor. Genco Erkal’ın uyarladığı, yönettiği ve oynadığı İnsanlarım, 12 Aralık tarihinde İzmir Fuar İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde sahnelenecek. Tel: (0 232 464 76 95) Kayıp Kuşak “Sizlere beni anlatırken, aslında bir kuşağın sıkıntılarını, ayakta kalma çabalarını anlatmak istiyorum… Ben’ci(l) hikayelerle gösterilmek istenen kayıp bir kuşak” diyen Olgu Ülkencilerin ilk kişisel sergisi 25 Aralık tarihine dek C.A.M Galeri Tünel de izlenebilir. Tel: (0 212 245 79 75) Filler, timsahlar ve geyikler... Kim hangi tarafta? Yönetmenliğini Emre Koyuncuoğlu’nun yaptığı Caryl Churchill’in oyunu Çok Uzak’ta (Far Away) Tomris İncer, Mine Tugay ve Onur Ünsal oynuyor. Oyun, çiftlikte bir odada küçük kız ve teyzenin yaşadıkları korkunç bir gerçeği kabullenmeleri ile başlıyor. Kabullenmeler çoğalıyor ve çoğaldıkça herşey dönüşüp başkalaşıyor. Kedilerin Fransızların tarafında olduğu, fillerin Hollandalılara katıldığı, havanın bile taraf tuttuğu bir savaş çıkıyor. Bu sıradışı oyun bugün, Tiyatro Dot’ta tiyatroseverlerle buluşacak. Tel: (0 212 251 45 45) Aslı Çavuşoğlu, Masa Projesi’nde sergilenecek metinler ve çizimlerden oluşan “Caiet de Geografie” isimli hatıra defteri izlenimi verilmiş kitabında, Romanya’da geçirdiği 2 aylık zamanını, turistler sayesinde Komünizm Müzesi haline gelmiş bir Balkan ülkesi deneyimini, iddiasız ve tarafsız bir turist bakışıyla aktarıyor. Küçük bir defterde anılarını anlatan Aslı Çavuşoğlu, orada çektiği fotoğrafların illüstrasyonlarını da koymuş kitaba. Yazı ve resmi birleştiren ilginç sergilerden biri olan Caiet de Geografie (Coğrafya Defteri) güncel sanatın yeni mekanlarından olan Masa’da sanatseverlerle buluşuyor. Bunun yanı sıra 48 sayfa ve renkli olarak basılan kitap yakında satışa da sunulacak. Tel: (0 212 292 36 70)