22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 23 NİSAN 2020 PERŞEMBE 9 TBMM 100 YAŞINDA MUSTAFA KEMAL, MILLET MECLISI’NIN AÇILMASINA SADECE 20 GÜN KALA BIR ARAYA GELDIĞI YUNUS NADI’YE MILLI IRADEYE BAĞLILIĞINI BU SÖZLERLE ANLATIYORDU: Meclis gerçektir... Gerçeklerin en büyüğüdür ALEV COŞKUN Bu yazımızda, Atatürk’ün “milli iradeye olan bağlılığı”, Millet Meclisi’ne verdiği “önem” ve “saygısı” üzerinde durulacaktır. Bu konunun gerçek öyküsü, gazetemizin kurucusu Yunus Nadi’nin yazılarıyla belgelenecektir. Birinci Dünya Savaşı’na son veren ve 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan 14 gün sonra 13 Kasım 1918’de İstanbul, İngiliz, Fransız, İtalyan askeri güçleri tarafından işgal edildi. 15 Mayıs 1919’da İzmir ve Ege Bölgesi bu kez Yunan askeri birlikleri tarafından işgal edildi. 19 Mayıs 1919’da Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal, Erzurum ve Sivas kongrelerini başarı ile tamamladı. Sivas Kongresi’nden sonra İstanbul hükümeti, Kuvayi Milliyecilerle uzlaşma yapmak zorunda kaldı ve 1919 sonbaharında seçimler yapıldı. Bu seçimler sonunda 12 Ocak 1920’de toplanan “Meclisi Mebusan” Osmanlı’nın son meclisidir. Bu meclis çok yaşayamadı. Zaten 1918 Kasımı’nda İstanbul’u işgal etmiş olan İngilizler, 16 Mart 1920’de İstanbul’u bir kez daha denetim altına aldılar. Meclis’i bastılar, başta Rauf Orbay olmak üzere kimi milletvekillerini, aydınları tutuklayıp sürgün olarak Malta Adası’na gönderdiler. İstanbul işgal altında, İzmir ve Batı Anadolu işgal altında, Maraş kurtulmuş ancak Urfa, Adana, Antep işgal altında... Ülke bu haldeyken “Önce ordu kurulsun” diyenlerin aksine Mustafa Kemal, her şeyden önce Meclis’in açılmasını istiyordu. Peki, Mustafa Kemal, neden önce orduyu güçlendirme çalışmaları yapmıyordu? Meclis’i açacağım diye uğraşacağına, bütün Anadolu’da seçim yaptırmak için didineceğine tüm çalışmasını neden ordu kurmak için yoğunlaştırmıyordu? Meclis’in Ankara’da toplanmasını istiyor Son Osmanlı Meclisi’nin kapanmasından sonra, Mustafa Kemal 19 Mart 1920’de tüm Anadolu’ya gönderdiği bildiri ile “olağanüstü yetkilere sahip bir Meclis’in Ankara’da toplanacağını, bu nedenle her sancaktan 5 kişinin seçilmesini” istedi. İngiliz işgal güçleri tarafından basılan ve daha sonra kapatılan son Osmanlı Meclisi’nin milletvekilleri de bu Meclis’in üyesi olarak kabul edildiler. İstanbul’dan kaçan milletvekilleri, Anadolu’dan seçilen Kuvayi Milliyeci milletvekilleri Ankara’ya geliyorlardı. 1920 Nisanında Ankara ancak 20 bin nüfuslu, orta büyüklükte bir ilçeydi. Ankara’ya gelenler, açıkçası cılız bir Ankara bulmuşlardı. İnsanların kafalarında önemli ve ciddi bir düşünce vardı: “Evet, Meclis açılacaktır, ancak her şeyi bıraksak da önce ordu kurulsa daha doğru olmaz mı?” İç benlikleri saran bu tartışmalı, bu çelişkili soru işareti ne var ki dışa yansıtılmıyordu. İstanbul işgal altında, İzmir ve Batı Anadolu işgal altında, Maraş kurtulmuş ancak Urfa, Adana, Antep işgal altında. Önce ordu kurulsun diyenler de aslında bu gerçekleri öne sürüyorlardı. Mustafa Kemal’in görüşü ise her şeyden önce Meclis’in açılması ve çalışmalara başlamasıydı. Burada önemli bir soruyu sormalıyız: l Mustafa Kemal, neden önce orduyu güçlendirme çalışmaları yapmıyordu? l Mustafa Kemal, Meclis’i açacağım diye uğraşacağına, bütün Anadolu’da seçim yaptırmak için didineceğine tüm çalışmasını neden ordu kurmak için yoğunlaştırmıyordu? Bu sorular kuşkusuz önemlidir ve Milli Mücadele’nin 100. yılı olan 2020 yılında dahi geçerliliğini korumaktadır. Yunus Nadi’nin anlatımı Bu soruların yanıtı Yunus Nadi’nin Kurtuluş Savaşı Anıları adlı kitabında veriliyor. Bilindiği gibi Yunus Nadi, İstanbul’da yayımlanan Yenigün gazetesinin sahibi ve başyazarıydı. Aynı zamanda son Osmanlı Meclisi’nde İzmir milletvekiliydi. Yenigün, Anadolu hareketini destekleyen İstanbul’daki başlıca gazetedir. Yunus Nadi aynı zamanda Mustafa Kemal ile aynı yaşlardadır ve eskiden gelen bir yakınlık ve dostlukları vardı. Karargâhta bir gece Yunus Nadi, Ankara’ya geleli iki gün olmuştu. 4 Nisan akşamı Mustafa Kemal, Yunus Nadi, Halide Edip, Dr. Adnan Adıvar, Aydın milletvekili Cami Baykut, Dr. Refik Saydam ve Recep Peker ile yemek sonrası sohbetindedir. Gece yarısına doğru herkes birer birer istirahate çekilmiş, Yunus Nadi, Mustafa Kemal’le baş başa kalmıştır. Konuşma, Meclis’in açılmasına gelmiştir. Gece yarısından sonra Mustafa Kemal’le Yunus Nadi arasında boyutları derinleşen bir sohbet sürmektedir. Yunus Nadi, dostluğa dayanarak yukarıda belirtilen soruları açıkça Mustafa Kemal’e sormuştu. Bu son derece ilginç sohbet, Atatürk’ün Meclis ve ordu konusundaki düşüncelerini de açık ve yalın olarak yansıtmaktadır. Ankara’da bir çöl duygusu Nisan ayının 4’üdür, Meclis’in açılmasına 19 gün var. Gece yarısını geçmiştir. Yunus Nadi, Mustafa Kemal’e sorularını yöneltmeden önce içinde bulunduğu ruh halini şöyle anlatıyor: “Ben Kuşcalı’dan çektiğim telgrafla, aldığım cevabın Ankara’da gördüklerimle tamamen uyuşmaması şeklinde gizli bir duygunun içinde idim. Paşa’ya saklamadım. Kendi huzurunda her şey güvenlik sağlıyordu. Fakat üst tarafı da insana bir boşluk, bir çöl duygusu veriyordu.” Bu noktada çok kritik bir soru sormalıyız. 4 Nisan 1920’de Ankara’da Yunus Nadi, sohbet ederken Mustafa Kemal’e böylesi sorular sorabilir miydi? Bu derece yakın, böylesi bir duygu çemberi içinde ve böylesi gerçekçi konuşabilir miydi? Mustafa Kemal’e açıkça Ankara’da bir “çöl duygusu” içindeydim diyebilir miydi? Bu temel soruların yanıtı: Evet konuşabilirdi. Yunus Nadi, böyle konuşabilirdi, onun da sebepleri şöyledir: Selanik’ten gelen güçlü bağ 1879 doğumlu olan Yunus Nadi, aralarında sadece iki yaş fark olduğu için Mustafa Kemal’le yaşıt sayılırlar. Yandaki Yunus Nadi’nin yaşamını veren çerçeveli kutudaki bilgilerden de anlaşılacağı gibi, Selanik’te yayınlanan Rumeli gazetesinin başyazarlığından beri Mustafa Kemal’le dostlukları vardı. Yakın düşünce işbirliği, Yunus Nadi’nin keskin bir Kuvayi Milliyeci oluşu, onun teke tek kaldığında Mustafa Kemal’le bu derece açık konuşmasına olanak sağlıyordu. Çölden hayat çıkarmak Bu içtenlikli sorulara Mustafa Kemal’in verdiği yanıt şöyledir: “Öyle görünür Nadi Bey, öyle görünür. Zaten bu büyük işin zevki de işte bundadır. Bu çölden bir hayat çıkarmak, bu inhilalden (dağılmadan) bir oluşum yaratmak lazımdır. Bununla birlikte sen ortadaki boşluğa bakma. Boş görünen o saha doludur. Çöl sanılan bu dünyada, saklı ve kuvvetli bir hayat vardır. O millettir, o Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır. İşte şimdi onun üzerindeyiz.” Mustafa Kemal de Ankara’daki boşluğun geçici olduğunu, bu çölden bir hayat çıkarmak gerektiğini, bu boşlukta saklı ve güçlü bir gerçek olduğunu, bunun da “Türk milleti” olduğunu eksik olanın “teşkilat” olduğunu, şimdi de bu örgütlenme üzerinde çalışıldığını çok açık olarak belirtiyordu. Konuşma çok ilginçti ve aynı heyecanla sürüyordu. Paşa’nın gözleri parladı “Bunu bana Sivas’a da yazdınız, o cephelerden de aynı yönde müracaatlar oldu. İsteniliyor ki Sivas’ta ve şurada burada oturarak vakit geçireceğime sanki buralarda boş vakit geçiriyormuşum gibigideymişim de o cephelerin başına geçeymişim. Basit bir gözlem ve düşünce bu görüşe hak verdirebilir. Fakat benim oraya gitmekte hiç acelem yoktur. Ve o cephelerin hayır ve selameti (esenliği) için acelem yoktur. Mustafa Kemal Paşa, Demirci Mehmet Efe olamaz Nadi Bey! YUNUS NADI (1879 1945) gsvüaveiMMirzlçegaeyiTeinündFTtaeşıeneiyenMlrrlstıruadihm’haiedktnaakişilkeyinyyaknrieade’uiosnbt’tıütdoikğı’naiyiyenuyınşeeSrdRaydasetş1uua9oialİm.özato0ğdİatnntel8dıirdtc.ihll’kuiıdiuİehağk’.teğstaıienniutıci yaptı. Mütareke İgsttaaazrneabftıeunylduia’nçnıdktaaurYtdueı.knİlniaggnüailnirzaalkedrlı MvkeoaoYylneAaBıgusnrneaali1kdgkzk9aeuiü2rIr.tn.aa4eİMğ’’zü’dtsameeaiynBc,iaCrilöAyikmsulınuü’mmeiarğlldldhekaüuouadt’n.vtrlıu.ieıeyl’7ddkeıiatli Bunu böyle söylemekle oradaki arkadaşların kıymetlerine zarar vermek istemiyorum. Bilâkis onlar pek iyi adamlardır ve vatan için fedakârca çalışıp duruyorlar. Fakat hareketlerinin bütün kıymeti, vatanperverane bir görünüş niteliğini aşamaz. Bu da bir kıymettir. Fakat bu kıymet manevi bir kıymettir. Yunan orduları ise maddi bir kuruluş olduğundan böyle manevi bir kuvvetle durdurulamaz. Balıkesir, Manisa ve Aydın cephelerine karşı alakasız değiliz. Fakat oradaki mevcutla, o bölgenin varlığı ile o işi çözmek imkânı olamaz. Onun için bunca talep ve başvurmalara rağmen ben oraya gitmedim. Yunan cephesi Aydın veyahut Manisa sancaklarının cephesi değildir. Yunan cephesi bütün memleket ve bütün vatan cephesidir. Ne zaman bütün memleket bu cephenin gerçek anlamı bu olduğunu anlar ve öyle de benimserse işte bu cephe o zaman yıkılmış ve Yunanlılar da işte o zaman denize dökülmüş olur. İşte ben şimdi bu gerçek lüzum ve zorunluluğun kurulmasının peşindeyim. Hatta çözeceğimiz şey yalnız bir Yunan cephesinden ibaret de değildir. Memleketin selameti (esenliği) ve milletin bağımsızlığı söz konusudur. Vatanın son kaya parçası üzerinde... Önümüzde “Misakı Milli”(Ulusal Ant) var ki, bütün prensiplerimizi alçakgönüllü bir şekil ile ifade ediyor. Kuralı ortaya koymuşuzdur. Milletin bağımsızlığını vatanın son kaya parçası üzerinde savunacağız, kurtaracağız veya eğer mukadderse öleceğiz. Fakat ölmeyeceğiz ve kurtaracağız. Evet, hepimizin maksadımız ve azmimiz bu. Oraya varmak için daha evvelden verilmiş kararlar ve çözülmüş konular olmak gerekir. Benim düşünceme göre bu türlü büyük durumlarda kararları zaman verir, meseleleri de o çözmüş bulunur. Bu nedenle ben zannediyorum ki kararlar kendi kendine verilmiş ve meseleler de kendi kendine çözülmüştür. Olunmayanlar varsa onlar da olunur giderler.” Büyük kararlar Bu sözleriyle Mustafa Kemal, Milli Mücadelenin askeri stratejisini açıkça anlatıyordu: l Yunanlılar, Batı Anadolu’ya değil, bütün Anadolu’yu işgal etmiş sayılırlar ve bu gerçek bütün herkes tarafından bilinmelidir. l Bütün memleket bu cepheyi anlar ve benimserse işte o zaman bizim gerçekten cephemiz kurulmuş olur ve işte o zaman Yunan cephesi yıkılmış olur. l Cepheye varmadan önce büyük kararları vermemiz gerekiyor. Her çareyi Meclis’ten beklemek Konu askeri strateji idi, bu nedenle Yunus Nadi fazla ısrar etmedi. Ancak hemen şu soruları sordu: “Meclis’in ne zaman toplanabileceğini tahmin ediyoruz? Bir de her kerameti, olağanüstü çözümü Meclis’ten beklemek niyetinde miyiz? Açık söylemek gerekirse ben bu maksat ve düşüncede değilim. Zaten üzüntüm de ondandır.” Yunus Nadi, “her çareyi Meclis’ten bekliyoruz. Ben bu düşüncede değilim, zaten üzüntüm de ondandır” diyor. Yunus Nadi, aslında yine konuşmasının başındaki temel konuya dönüyor. Her şeyi Meclis’ten beklemek yerine önce orduyu kuralım demek istiyor. Bu soruya verilecek yanıt kuşkusuz çok önemliydi. Mustafa Kemal verdiği yanıtla birçok konuya da açıklık getiriyordu. Şöyle diyor: “Bu üzüntü boşuna ve bu düşünce hiç olmazsa görüşü ile yanlıştır. Ben tersin, her olağanüstü oluşumu Meclis’ten bekleyenlerdenim.” Bu cümleden sonra, Mustafa Kemal sözlerini şöyle sürdürdü: “Nadi Bey, bir devreye yetişti k ki, onda her şey meşru (hukuka uygun) olmalıdır. Millet işlerinde meşruiyet, (hukuksallık) ancak milli kararlara dayanmakla, milletin genel görüşünü benimsemekle elde edilir. Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O esaret ve zilleti (alçaklığı) kabul etmez. Fakat onu bir araya toplamak ve kendisine, “Ey millet sen esareti ve zilleti (alçaklığı) kabul eder misin” diye sormak lazımdır. Ben milletin vereceği cevabı biliyorum. Ben milletin büyüklüğünü biliyor ve bu soru karşısında, onun bu soruyu soran çocuklarını canı gibi seveceğini ve alınlarından öpeceğini biliyorum” Mustafa Kemal bu çok kritik konuyu şöyle bağladı: “Onun için işte ben şimdi bu yoldayım, onun için sağlam bir yol olacağına inanarak...” Düşmanlarla birleşmiş Saray Yunus Nadi, bu yanıt karşısında konuyu İstanbul’a getirdi ve şunları söyledi: “Fakat İstanbul’da düşmanlarla birleşmiş bir Saray olduğunu bilmek ve hiç olmazsa bu ayrıntı üzerinde bazı kararlar almış olmak gerekmez mi?” Bu uyarı karşısında Mustafa Kemal, millete olan güvenini, “Millet, seni de beni de geçecektir” diyerek formüle etti. Şöyle: “Onların hepsi biliniyor. Fakat bizim bildiğimiz gerçekler milletçe de anlaşılınca, onun da bizim gibi düşüneceği neden kabul edilmemelidir? Ben özellikle milletin bu konuda daha sağlam daha kesin kararlar vereceğine inanıyorum. Özet olarak millet bu Kurtuluş Savaşı’nda ve bütün durumu, bütün açıklığı ile gördükten sonra, derece derece en doğru, en akla uygun ve en yüksek kararları verecek ve o konudaki kararlarında hatta seni ve beni çok geçecektir. Ben bundan emin olarak işlerimize bakalım diyorum.” Teori çok güzel ama gerçekler... Yunus Nadi, konuyu tekrar Meclis’e getirdi. Teori kurmanın güzel olduğunu ancak gerçeklerin de katı olduğunu bir soru ile ortaya koydu: “Canım Paşam, nazariyat (teori) çok güzelse de durumun gerçeklerinden çıkan icaplar (istek ve gerekçeler) de acele etmeyi emrediyor. Örneğin Ankara’da beni huzursuz eden (rahatsız eden) en büyük şey ordunun yokluğudur. Gerçek odur ki eğer elimizde dayanacak bir ordu bulunmazsa bütün bu güzel nazariyat (teori) suya düşüp gidebilir.” Yunus Nadi, en yaşamsal ve en stratejik soruyu tekrar gündeme getiriyordu; “ordu konusu...” “Eğer elimizde dayanacak bir ordu yoksa, bütün bu güzel sözler, bu teori suya düşüp gidecektir” diyordu. Aslında konunun en hassas en önemli en stratejik noktasına parmak basıyordu. En yakıcı konu Mustafa Kemal, tekrar konuşmaya başladı. Kendisinin aylarca ve aylarca düşünerek ulaştığı en bilinçli en inançlı olduğu bir noktaya değiniyordu. Bu en yakıcı konuydu. Önce Meclis mi, yoksa önce ordu mu? Açıkçası Ankara’ya gelen herkesin kafasında aynı soru vardı: Önce Meclis mi, yoksa önce ordu mu? Birçok kimse ordu olmadığı sürece Meclis’in bir işe yaramayacağına inanıyordu. Yunus Nadi de konuyu açıkça ortaya koyuyordu. Açıkçası İstanbul işgal altındaydı, tüm Batı Anadolu işgal altındaydı. Bu nedenle önce orduyu kuralım, sonra Meclis’i kurarız diyenler çoğunluktaydı. Sadece milletvekili değil, komutanlar da aynı konuyu doğal olarak kafalarında sorguluyorlardı. İkiüç şahıs karar veremez Mustafa Kemal bu önemli ve en stratejik soru karşısında görüşünü şöyle açıkladı: “Yunus Bey, İşte aramızdaki fark özellikle burada göze çarpıyor. Bence Meclis nazariye (teori) değil hakikattir (gerçektir) ve gerçeklerin en büyüğüdür. Önce meclis, sonra ordu. Nadi Bey, orduyu yapacak olan millet ve onun yerine Meclis’tir. Çünkü ordu demek yüz binlerce insan, milyonlarca servet ve zenginlik demektir. Buna iki üç şahıs karar veremez. Bunu ancak milletin karar ve kabulü meydana çıkarabilir ve bir kere bu hale geldikten sonra milletin yaşam ve varlığına karşı olan zalimlik ve baskıların tümünü ortadan kaldırmak ve kullanmak yetkisini, sadece teorik olarak, nazariye olarak değil, fiilen kazanmış oluruz.” Mustafa Kemal, bir büyük önder, bir çağdaş lider olarak çok açık konuşuyordu. Yargılarının, mantıksal düşünce yapısının temel ilkeleri çok güçlüydü. Bu temel ilkeleri özetlersek: l Meclis, nazariye (teori) değil, gerçektir ve gerçeklerin en büyüğüdür. l Önce Meclis, sonra ordu olacaktır. l Orduyu millet adına Meclis yapacaktır. l Ordu demek yüz binlerce insan, milyonlarca servet ve zenginliktir. l Bu büyük işe iki üç kişi karar veremez. Bu ancak milletin gücü ve yetkisiyle olabilir. Mustafa Kemal önce millet, “önce milli irade” diyordu. Milli irade daha sonra orduyu kurar diyordu. Bu yargılar, milli iradeye dayanıyordu. Bu yargılarda millete, halka inanma ve güvenme vardı. Bunlar yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde 1920 yılında, çağdaş bir önderin düşünceleriydi. Bu düşünceler milli mücadelenin ancak “milli demokratik bir meşruiyet” temelinde yapılabileceğine inanmış bir liderin görüşleriydi. İşte Atatürk buydu. Vicdanen huzurlu, rahat bir uyku... Gece epeyce ilerlemişti. Mustafa Kemal’in bu kesin görüşlerinden sonra Yunus Nadi şöyle diyor: “Paşa ile bu yolda çeşitli konuları değerlendiren sohbetimiz gecenin üç buçuğuna kadar devam etti. Odalarımıza çekildiğimiz zaman Ankara’nın boşluğu gözümde silinmiş, bütün vatan gözümde canlı insanlarla dolu bir güçlü bir siper ve değerleriyle bakış ve düşünceleri eğlendiren bir gülistan olmuştu. İlk defa olarak vicdanen de huzurlu, çok rahat bir uyku uyudum” Heyecan değil, mantık... Tek Adam kitabında bu olayı ele alan Şevket Süreyya’nın değerlendirmesi şöyledir: “Mustafa Kemal’in, hem de hemen herkesin onu, kılıcını çekip siperlere koşmaya teşvik ettiği o günlerde fikirlere, doktrinlere, kitaplara eğilip “Her şeyden önce Meclis, her şeyden önce meşruluk” diye direnmesi, onun karakter ve düşünce yapısının hakikaten en şaşılacak cephesidir” diyor. Şevket Süreyya, Osmanlı Devleti’ndeki son dönem liderleri Enver, Talat ve Cemal paşaları ele alıp irdeledikten sonra şöyle diyor: “...Onlar ya tesadüf ya geçici kombinezonlar ya hayal ya macera adamıydılar. Halbuki tarih, sağlam ve devamlı olarak yükselteceklerinde, tarihi mantığa bağlılık arar. Tarihi mantığı seziş ise ancak heyecanı değil, mantığı ön planda tutanların işidir. O günlerde Mustafa Kemal bu yetenekleri göstermiştir. Yeteneği gösteren bir insanın, eğer tarihin koşulları da ona yâr olursa yenilmesi gerçekten zordur.” Bence Meclis teori değil hakikattir gerçektir ve gerçeklerin en büyüğüdür. Orduyu yapacak olan millet ve onun yerine Meclis’tir. Çünkü ordu demek yüz binlerce insan, milyonlarca servet ve zenginlik demektir. Buna iki üç şahıs karar veremez. Bunu ancak milletin karar ve kabulü meydana çıkarabilir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle