15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TBMM 100 YAŞINDA 15 23 NİSAN 2020 PERŞEMBE Atatürk, ‘TBMM’nin üstünde hiçbir güç yoktur’ diyordu Kuvvetler ayrılığı Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, kuvvetler birliği ilkesi kabul edilmiştir. Atatürk’ün Meclis’i açış konuşmasında açıkça belirttiği gibi artık “Yüce Meclis’in üstünde hiçbir güç yoktur.” Anayasa hukukunda, “Meclis Hükümeti” adı verilen bu sistemde, başbakan yoktur. Meclis Başkanı hükümetin de başkanıdır. Bakanlar Kurulu, Meclis tarafından tek tek ve gizli oyla seçilmektedir. Esas en yetkili olan makam Meclis’ti. Bu Meclis aslında, Bağımsızlık Savaşı’nı yöneten Meclis’tir, Gazi Meclis’tir. Açıkçası bir Kuvayi Milliye ruhu ile çalışan ve geniş anlamıyla bir ihtilal meclisidir. Meclis’in yapısı İlk Meclis’te lise öğrencisi iken kâtiplik görevinde bulunmuş ve Meclis’teki oturumları o yaşta izlemek olanağını bulmuş olan Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Meclis’in yapısını İlk Meclis adlı kitabında şöyle tanımlıyor. “Mileltvekillerinin kılıkları, giysileri, yaşları, düşünsel düzeyleri ve görgüleri başka başka ve çok değişik; beyaz sarıklı, ak sakallı, cüppeli, eli tespihli hocalarla pırıl pırıl üniformalı genç subaylar; yazma veya şal sarıklı aşiret beyleri, külahlı ağalar ve kavuklu çelebilerle Avrupa’daki yükseköğrenimlerini bitirip yeni dönmüş, Batı kültürüyle yetişmiş, nokta bıyıklı, “Kuvayi Milliye” kalpaklı gençler yan yana oturuyorlar.” (s. 15) İki görüş Meclis’te temelde iki görüş vardı. Birincisi, Milli Kurtuluş Hareketi başlamıştır, bu nedenle yeni bir hükümete, yeni bir devlete ihtiyaç vardır. Bu görüşü Kuvayi Milliyeciler, gençler temsil ediyordu ve bu kesim tereddütsüz Mustafa Kemal’in yanında yer alıyorlardı. İsviçre’de hukuk okumuş 38 yaşındaki Mahmut Esat Bozkurt, Selanik Hukuk Fakültesi mezunu Manisa Milletvekili Refik Şevket İnce, gazeteci Yunus Nadi, Balıkesir kongreleri Başkanı Hacim Muhittin Bey, Mazhar Müfit Kansu, eğitimci Necati Bey bu gruba dahildir. Daha ziyade hocalar ve ulema tarafından benimsenen ikinci görüş ise, işimiz yeni bir oluşum değildir. Hükümet kurmaya da gerek yoktur. Asıl makam, Halife ve Padişahtır. Amacımız Padişah’ı kurtarmaktır. HalifePadişah tutsaklıktan kurtulunca eski rejim, Osmanlı Devleti devam edecektir diyordu. Mustafa Kemal, temelde iki görüşü birleştiren bir uygulama içindeydi. Şu öneriyi savunuyordu: Padişah esirdir, tutsaktır, onun için onun adına bir padişah vekili atayamayız. Bağımsız bir başbakan da yaratamayız. Ancak, bu işlemi yürütmek için Meclis’in seçeceği bir hükümete ihtiyaç vardır. Hükümet kurmak zorunluluğu vardır. Savaş kazanılıp Padişah kurtarıldıktan sonra Meclis o zaman bu konuda kararını verir diyordu. Birinci Meclis hakkında birçok yorum yapılmıştır. İhtilal Meclisi, Devrimci Meclis diyenler olduğu gibi, bu meclisi “Üçüncü Meşrutiyet” olarak niteleyen yorumlar da vardır. Mahmut Goloğlu bu dönemi “Üçüncü Meşrutiyet” olarak niteliyor. (Bkz: M. Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, İş Bankası Kültür yay.) Goloğlu’na göre, Ankara’da toplanan Meclis, İstanbul Meclisi’nin devamıdır. Hukuk sözlüğü meşrutiyeti, “Bir hükümdarın, bir kralın, bir padişahın başkanlığı altında parlamento yönetimi” olarak tanımlıyor. Öncelikle, Meclis padişahı tutsak olarak kabul ediyordu. Meclis’in verdiği kararlar üzerinde Padişah’ın hiçbir yetkisi yoktu. Meclis, Başkanı da Padişah tarafından görevinden alınmış, daha sonra da Padişah’ın tayin ettiği bir mahkeme tarafından hakkında idam kararı verilmiş, aynı zamanda bu idam kararı da padişah tarafından onaylanmıştı. Milletvekillerinden bir kısmının da yine Padişah onayı ile idamlarına karar verilmişti. Böylesi bir meclisi, bir meşrutiyet dönemi kabul etmek, en azından, o günkü olayları ve dönemin ruhunu anlayamamış olmak Meclis ilk günden itibaren kurucu iktidar olarak yeni bir devletin hukuksal varlığını adım adım gerçekleştirmiştir. Bu nedenle, Meclis Başkanı Mustafa Kemal, Meclis’i yönlendirerek çağdaş hukuk ilkelerini yansıtan hatta onlara dayanan, Meclis’e ve yasama yetkisine saygı gösteren, adım adım yeni bir devletin kuruluşuna giden bir oluşumu gerçekleştirdi. Bu Meclis her şeyden önce, Anadolu’daki emperyalist ve işgal amaçlı savaşı yöneten ve zafere ulaştıran Gazi Meclis’tir. la mümkündür. Meclis’in ihtilal ya da devrim mec lisi olup olmadığına gelince İhtilal, zor kullanma yoluyla ani bir kalkışma olarak tanımlanıyor. İhtilal, toplumun yapısında sosyal ve ekonomik bir değişiklik meydana getirir. İhtilal meclisi Oysa TBMM, ve onun lideri Mustafa Kemal, ani bir kalkışma, ani bir ayaklanma yapmıyordu. Bir siyasi iktidar yoluyla aşama aşama yeni bir toplum düzenine yönelmiş bulunuyordu. Şevket Süreyya bu görüşü savunuyor, Meclisin başkanlığına seçimle gelen Atatürk, Meclis’in önüne bir ihtilal lideri ya da bir çete lideri olarak değil, çağdaş demokratik bir halk lideri olarak çıkıyordu. Meclis’i milli iradenin temsilcisi olarak görüyor milli iradeci yönünden Meclis’e büyük saygı duyuyordu. Prof. Tunaya’ya göre, “Birinci Meclis bir tezatlar meclisiydi. Çünkü “bir yanda milli egemenlik ilkesini benimsemek ve siyasal kurumları buna göre korumak ve Meclis’in üstünde hiçbir kuvvet olmadığını kabul etmek, öte yandan da Saltanat ve Hilafeti kurtarmak, bir monarşiyi devam ettirmek çelişkisini yaşıyordu. Ancak tezat ya da çelişki, Meclis’in kendi yapısından, başlangıçta epey geniş olan muhafazakâr bir kitlenin tatmin edilmesi zorunluluğundan doğuyordu.” (T.Z. Tunaya, Devrim Hareketleri s. 222) Olağanüstü yetkiler Aslında Atatürk’ün Meclis’in toplanması için Anadolu’ya gönderdiği bildiri unutulmamalıdır. Atatürk orada normal bir meclis değil, “olağanüstü yetkilere sahip” bir meclisten söz etmişti. Bu meclis, yine kendi deyimi ile “Kurucu bir Meclis”ti. Meclis, 2 Mayıs 1920’de kabul ettiği bir yasa ile “İcra Vekilleri Heyeti” (Bakanlar Kurulu) seçimini tamamlamış, Meclis Hükümeti sistemini benimsemiştir. Meclis, 29 Nisan 1920’de, “Hiyaneti Vataniye Kanunu” ve daha sonra “İstiklal Mahkemeleri Kanunu”nu kabul ederek aşama aşama ilerleyen devrimin gereklerini yerine getiriyordu. Meclis, ayrıca, 6 Mayıs 1920’de İstanbul Hükümeti ile resmi haberleşmeleri yasakladı, 7 Haziran 1920’de, İstanbul Hükümetinin, 16 Mart 1920’den sonra yaptığı ve bütün anlaşmaların hükümsüz olacağını kabul eden bir yasayı kabul etti. 19 Mayıs 1920’de Sadrazam Damat Ferit Paşa ve hükümet üyelerinin “Vatan hıyaneti” yasasına göre yargılanmaları ve vatandaşlıktan çıkarılmalarına karar verdi. 24 Mayıs 1920’de, İstanbul hükümetinin yaptığı her türlü atamanın geçersiz olduğunu kabul etti. 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’nın imzalanmasına karar verenleri ve bu antlaşmayı imza layanları vatan ihaneti ile suçlanmasına karar verdi. Bu kanunları kabul ederek, kendi “meşru” durumuna karşı gelenlere yaptırım uygulayarak, Meclis’in tek egemen güç olduğunu açıkça gösteriyordu. Savaş demokrasisi Meclis’in önemli bir niteliğini burada belirtmemiz gerekiyor. Prof. Tanör’ün belirttiği gibi “Birinci Meclis’in, hem ideolojik hem de kurumsal açıdan demokratikleşmede bir zirveye tırmanış olduğu açıktır. (B. Tanör, KurtuluşKuruluş 7.baskı s.116) Meclis’in ödün vermeyen öncü fikri “Millet egemenliği” ilkesiydi. Meclis’te her şey açıkça, kimi zaman sertçe görüşülüyordu. Samet Ağaoğlu, Kuvayi Milliye kitabında, Birinci Meclis için “Meclis diktatörlüğü” deyimini kullanmıştır. Prof. Tanör, Meclis döneminin rejimini “Savaş Demokrasisi” olarak değerlendirmekte, savaşın demokrasi ürettiğini belirtmektedir. (age s.115) Açıkçası bir savaş her şeyin açıkça konuşulduğu bir Meclis’te “demokrasiyle yönetiliyordu.” Haklılık ve halka dayanmak Meclis’in yürüttüğü savaş haklı idi ve Meclis halka dayanıyordu. Bu durum, savaşın demokrasi üretmesini mümkün ve geçerli kılmıştır. (B. Tanör, s.124) Evet Meclis’te muhafazakârlar vardır. Herkes, temelde millici güçlerin demokratik katılımına saygılıydı. Ancak Milli Mücadele karşıtlarına da nereden gelirse gelsin amansızdı. Bunun en çarpıcı unsurları Vatan Hıyaneti Kanunu ve İstiklal Mahkemelerinin kuruluşu kanunudur. Açıkça belirttiğimiz gibi, “Büyük Millet Meclisi’ni yalnızca ülkeyi parçalanmaktan kurtarmaya çalışan bir meclis olarak değil, ulusal egemenlik ilkesinin zaferi için çalışan bir meclis olarak da görmemiz ve 1908’de başlayan devrimin 1920’de sürdüğünü kabul etmemiz gerekir. (Ahmet Kuyaş “Büyük Millet Meclisi, #Tarih dergisi, Nisan 2020 s.58) Kuyaş, Meclis’te demokrasi değil “çokseslilik” olduğunu savunmaktadır. 23 Nisan 1920’de açılan Meclis çok önemlidir. Türklerin tarihinde ilk kez bir meclis “Türkiye” kelimesini taşıyordu. Milli Mücadele, artık yerel Kuvayi Milliye hareketleri ya da Erzurum ve Sivas gibi kongreler olmaktan çıkmış, yeni bir devletin ilk kuruluş temellerinin atıldığı bir meclis haline gelmişti. Bu nokta unutulmamalıdır. Kurucu iktidar İşin temelini, Atatürk Nutuk’ta şöyle açıklamıştır: “Gerçek, Osmanlı saltanatının ve hilafetin yıkılmış ve ortadan kalkmış olduğunu düşünerek yeni temellere dayanan, yeni bir devlet kurmaktan ibaretti. Fakat durumu olduğu gibi dile getirmek, amacın büsbütün kaybedilmesine yol açabilirdi. Çünkü halkın düşünce ve eğilimleri, daha Padişah ve Halife’nin mazur/özürlü durumda bulunduğu yolundaydı. Hatta Meclis’te, ilk anda, hilafet ve saltanat makamıyla temas kurmak ve İstanbul Hükümeti’yle uzlaşma aramak akımı baş göstermişti.” Birçok anayasa hukukçusunun birleştiği bir nokta vardır: Meclis ilk günden itibaren “kurucu” iktidar olarak yeni bir devletin hukuksal varlığını adım adım gerçekleştirmiştir. Bu nedenle, Meclis Başkanı Mustafa Kemal, Meclis’i yönlendirerek çağdaş hukuk ilkelerine dayanan, Meclis’e ve yasama yetkisine saygı gösteren, adım adım yeni bir devletin kuruluşuna giden bir oluşumu gerçekleştirdi. Bu Meclis her şeyden önce, Anadolu’daki emperyalist ve işgal amaçlı savaşı yöneten ve zafere ulaştıran Gazi Meclistir. Bu yazı, Alev Coşkun’un yeni çıkacak “Samsun’dan Sonra EN ZOR 19 AY” adlı kitabından alınmıştır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle