Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 23 NİSAN 2020 PERŞEMBE Bir uygarlık TBMM 100 YAŞINDA NOSTALJISI Mustafa Kemal, TBMM’yi toplayarak Anadolu bozkırı ortasında “milli hâkimiyet” ilkesini yeşertmiştir. İnsanlık tarihinin en erdemli kuramı olan Cumhuriyet, ana rahmine 23 Nisan 1920’de düşmüştür. Sadece bizim değil, İslam dünyasındaki tüm halkların bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine örnek olmuştur. OSMAN SELIM KOCAHANOĞLU Araştırmacı yazar Bugün TBMM’nin açılışının 100. yıldönümü oluyor. Ben burada herkesin tekrarladığı klasik bir yazı yerine, Osmanlı tarihinde kısa bir gezinti yaparak konumuza geleceğim. Küçük bir benzetme yaparak 1839 Tanzimat Fermanı’nı Osmanlı’nın Magna Cartası sayalım... Osmanlı’ya “ırz, can ve mal güvenliği ve eşitliği” gibi kavramlar güya bu fermanla gelmişti. Adından da anlaşılacağı üzere, bu söylemler köklü bir devrim değil, yüzeysel bir düzenleme ve ıslahatın parçaları olacaktı. Ardından gelen 1876 Kanunu Esasisi de Osmanlının ilk anayasası oluyordu. Midhat Paşa ekibinin zorlamasıyla çıkarılan ve 19 Mart 1877’de açılan ilk Meclisi Mebusanla, mutlakiyetten meşruti bir rejime geçiliyor, Padişahın bazı yetkileri Meclise devredilmiş oluyordu. Anayasının mimarı Midhat Paşa çok geçmeden anayasaya kendi koyduğu bir madde ile sürgüne gönderildi. Ömrünü de Abdülhamit’in emriyle Taif Zindanı’nda boğularak tamamladı. Abdülhamit 93 Harbi’ni bahane ederek, 10 ay sonra (13 Şubat 1878) Meclisi kapatıp tekrar mutlakiyete döndü. Feodal imparatorluk 33 yıllık mutlakiyet ardından Abdülhamit, Rumeli olayları sonunda 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı. 17 Aralık 1908 tarihinde toplanan II. Meşrutiyet meclisinde, 142 Türk mebusa karşılık 60 Arap, 25 Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp mebus bulunuyordu. 9 ay sonra Kamil Paşa ve muhaliflerin oynadığı 31 Mart isyanı ardından Abdülhamit, İttihatçılar ve Hareket Ordusu’nca tahtından indirildi (27 Nisan 1909). Osmanlı milli bir devlet değil, uygarlığın gerisinde feodal bir imparatorluktu. On yıllık 2. Meşrutiyet ve İttihatTerakki döneminin (19081918) siyasal sistemi, teokratik bir toplumun başarısız demokrasi deneyimiydi. Sopalı seçimleri geçelim, Osmanlı Devleti 1. Dünya Harbi’ne girmiş, ağır bir yenilgiyle çıkmıştı. Yenilginin tüm yükü 4 Temmuz 1918’de tahta çıkan son padişah Vahdettin’in omuzlarına yıkılmıştı. Mondros Mütarekesi ve Sevr ile parçalanma eşiğine gelen imparatorluk, cenazesi kendi kucağında mezar yeri arıyordu. Dönüşü olmayan yol Osmanlı, kendi ölümünü beklerken, 19 rakamının üç defa tekrarlandığı tılsımlı bir tarihte, Sarışın Paşa Samsun’a çıkarak bir mücadele başlatmıştı. Issız dağ başlarında yanan çoban ateşleri dışında Anadolu’da ışık parlamıyordu. Gizliden gizliye saltanata da isyan eden Mustafa Kemal, tüm gemilerini yakarak geri dönüşü olmayan bir yola girmişti. İlk işaret fişeğini Amasya’dan fır latan Sarışın Paşa, Erzurum ve Sivas kongreleri ile yoluna devam ediyordu. Tüm rütbe ve unvanlarından sıyrılmış, kendine Kongre Paşası denilmeye başlanmıştı. Anadolu bozkırında solgun bir güneş gibi parlayan “Milli Mücadele,” fiilen havanın aydınlanması, mecazen uyku halinden uyanıklık ve bilinçlilik haline geçiş olmalıydı. Bu hareket kendi akışı içinde, düşünce ve insanlık tarihinin ışıklı bir kavramına, 600 yıllık teokrasi, bilim ve aklın ışığına parlayan, Cumhuriyet aydınlanmasına dönüşecekti. Vahdettin 21 Aralık 1918’de Mecli feshettiği için 13 aydır seçim yapılmamıştı. Mustafa Kemal, Damat Ferid’i istifa ettirip Ali Rıza Paşa hükümetini kurdurmuş (2 Ekim 1919), Heyeti Temsiliye’nin dayatmasıyla seçimler yapılmıştı. 12 Ocak 1920’de Meclis açılırken Sarışın Paşa da Sivas’tan ayrılıp Anadolu’nun ortası olan Ankara’ya geldi (27 Aralık 1919). Erzurum Mebusu seçildiği halde Meclis’e katılmayacak İstanbul’u buradan izleyecekti. İstanbul’daki Mebusan Meclisi Misakı Milli’yi kabul edince (17 Şubat 1920), işgalciler gözdağı verip Sevr’i empoze etmek için İstanbul’u yeniden işgal ettiler. Şehzadebaşı Karakolunu basıp beş askerimizi şehit ettiler (16 Mart 1920). 18 Mart’ta da Meclisi basıp bazı mebusları Malta’ya sürdüler. Meclis de “tehiri müzakere” kararı almıştı. Tarihin sunduğu fırsat Tarih Mustafa Kemal’e Meclisi Ankara’da toplamak için fırsat sunmuştu. Milletin sesi artık Ankara’dan yükselecek, TBMM 23 Nisan 1920 Cuma günü Ankara’da açılacaktı. Yedi iklimli yedi medeniyetli Anadolu ilk defa demokrasi şafağına uyanacak, uygarlık çiçeği burada açılacaktı. Ankara yeni bir devlete beşiklik yapma sevincini yaşayacaktı. TBMM, asırlardır derin uykuya dalmış bir halkın uyanışı, bağımsızlık direnişi olacaktı. Adı şimdilik Büyük Millet Meclisi olsa da, ilerde “Türkiye” denilecek, Ankara ilk defa bir bayram coşkusu yaşayacaktı. Konya ve Hacıbektaş Çelebisinden tutun Anadolu’nun tüm renkleri oradaydı. Kürsünün üzerinde “Hâkimiyet bila kayd ü şart milletindir” levhası asılıydı. Merak ediyoruz değil mi? 1921 Anayasası’na girmeden dokuz ay önce, bu sloganı Meclis kürsüsüne astırmak kimin aklına gelmişti? Hangi hattatın kaleminden çıkmıştı? Birlik mesajı Mustafa Kemal açış konuşmasında Saray dahil herkesi selamlıyor, birlik bütünlük mesajı veriyordu. Seçilenlerin adı “mebus” değil “vekil” di. Geçici kabine üyelerinin adı da “nazır” değil “vekil” idi. Yani bu insanlar kendilerini İstanbul’dakilerin vekili, Anadolu’nun taşı toprağı kurtulunca Vahdettinsaltanatı gene başımızda kalacak sanıyordu. Sanki bu Meclis geçici olarak toplanmıştı. Ama süreci tanıyamadıkları bir adam yönetecekti. Onu tarih doğurmuş, tarihin memelerini emerek büyümüştü. En yakın yoldaşları dahil gidişattan ve yolun Cumhuriyete çıkacağından habersizdi. TBMM açılırken, bundan huzursuz olan tek yer Vahdettin sarayı idi. Nemrut Mustafa Paşa Divanı Harbi ve Hilafet ordusu / Kuvayı İnzibatiye devreye sokulmuştu. TBMM’nin toplanması engellenecekti. Ankara’da toplananlar ve onların başı dinsiz imansız, hain Bolşevik (bulaşık) tayfasıydı. Dürrizade Abdullah Efendi önündeki kitaptan Yeniçeri isyanlarının şeyhülislamı gibi, bol bol katli vacip fetvaları uydurabilirdi. Kuvayi Milliye milisleri Bursa’da Yunan askeriyle çarpışırken, Vahdettin’in paralı uşakları da arkamızdan hançer sallıyordu. Tarihin yüklediği zorunluluk Bütün bunlara ve çeşitli muhalefete rağmen, tarihin doğurduğu adam, süreci yönetip ülkeyi işgalden kurtaracak, devletin ta pusunu da Lozan’da alacaktır. Siyasal zekâ gücünü ve imkânlarını zamana göre ayarlayan kişidir. Gün gelecek saltanat kalkacak, Cumhuriyet ilan edilecektir. Saltanat da, Cumhuriyetin ilanı da, Hilafetin kaldırılması bu siyasal zekâya tarihin yüklediği zorunluluktur. Cumhuriyet devrimlerine gelince, sanılmasın hiçbiri Mustafa Kemal’in kendi icadı değildir. Kılık kıyafet reformu ve unvan fetişizmi, Mustafa Reşid Paşa’nın düşünüp yapamadığı, hattı hümayuna yazamadığı bir yeniliktir. Harf devrimini Maarif Nazırı Münif Paşa, Abdülaziz zamanında önermiştir. Dil ve zihniyet devrimini Sarıklı İhtilalci Ali Suavi İbret gazetesinde defalarca yazmıştır. Sonunda başını yemiştir. Demokrasi ve halk egemenliği Osmanlı toplumunda Tanzimat’tan beri gelişen utangaç bir süreçtir. Mustafa Kemal’in özelliği şuradadır. Tanzimatçıların çekindiği, diğerlerinin öngördüğü devrimci atılımlar onun cesaretiyle vücut bulacaktır. Mustafa Kemal bu hakikatleri ve tarihsel süreci iyi okuyan ve devrimleri cesaretle uygulayan kişidir. Onun tarihteki yeri budur. Mazlum halklara örnek oldu Her devrim ve siyasal düşünce, kendi kavramlarını da beraber getirir. Nasıl Tanzimat “ırz, can ve mal güvenliğini”, 2. Meşrutiyet “hürriyet, adalet, müsavat ve uhuvvet” söylemini getirmişse, Mustafa Kemal de, TBMM’yi toplayarak Anadolu bozkırı ortasında “milli hâkimiyet” ilkesini yeşertmiştir. İnsanlık tarihinin en erdemli kuramı olan Cumhuriyet, ana rahmine 23 Nisan 1920 tarihinde düşmüştür. Sadece bizim değil, İslam dünyasındaki tüm mazlum halkların da bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine örnek olmuştur. HÜKÜM: Hiç kuşku yok ki, Türk bağımsızlığının ve TBMM’nin kurucusu Atatürk’tür. Bu nedenle Türklüğün en büyük evladı, en büyük Başbuğu da, Cumhuriyeti bize armağan eden de, “monadik beyinli” bu adamdır. Bir kere daha tekrar edelim ki, Onu anası değil tarih doğurmuş, O anasının değil, tarihin memelerini emerek büyümüştür. Türklerin öz yurdu ve son vatanı olan bu topraklara ilk defa vuran Cumhuriyet ışığı ve “muasır medeniyete” ulaşma hedefleri, günümüz Hurma kültürünün bazı nankörleri tarafından paranteze alınmak istenmektedir. Bu histerik sesler politikanın yüksek te Bugün sanayinin çarklarını çevirerek, ülke ekonomisine güç veren bizler; önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı yolda, gösterdiği hedefe, hiç durmadan yürüyen dünün çocuklarıyız… Cumhuriyetimizin temellerinin atıldığı ve çocuklarımıza armağan edilen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı ve Türkiye Büyük Millet Meclisimizin kuruluşunun 100’üncü yılını içtenlikle kutlar; tüm dünya çocuklarının gönül birliği yaptığı bu anlamlı günün, dostluk ve kardeşlik bağlarını pekiştirerek barış dolu ve sağlıklı bir gelecek yaratılmasına katkı vermesini dileriz. İZMİR ATATÜRK ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ YÖNETİM KURULU pelerine bile sirayet etmiştir. Cumhuriyetin neresinde olduğu, yönü ve kıblesi belirsiz, sermayesi bitince vesika arama numarasına dalan zerzevat entelleri de, yalakalığına soyunmuştur. Tıpkı Julien Benda’nın aydınların ihaneti rolüne soyunmaları gibi. Ben de inandım iman getirdim ki, doğa nasıl evcilleşemiyorsa, din ve ahlak sürüngenleri de, kıyamete kadar normalleşemeyecek. Unuttukları şey beyin ölümü yaşadıkları ve uygarlık karşısında kendi kuyularında boğulacaklarıdır.! Unutmasınlar, uygarlık yerinde saymayıp hep ileri gidiyor, Kâtip Çelebi’nin bunlara verdiği “ümmeti büleha” sıfatı da, uygarlıkla aralarındaki mesafeyi uzay boşluğu kadar genişletiyor?!