Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TBMM 100 YAŞINDA 11 23 NİSAN 2020 PERŞEMBE SON KUŞAK BESTECILERIN ÖNDE GELEN ISIMLERINDEN TURGAY ERDENER Devrimin operası olmalıydı SELDA GÜNEYSU Son kuşak bestecilerin önde gelen temsilcilerinden biri Turgay Erdener. Pek çok eserin altında imzası bulunuyor. Bunlardan belki de en bilineni Afife balesinin müzikleri... O bale eserinde yer alan bir şarkı var, “Sen sen sen”, sonradan eşi, Ankara Devlet Opera ve Balesi sanatçılarından soprano Selva Erdener’in seslendirdiği... Dinleyenlerde ayrı bir haz bırakıyor. Erdener, sorularımızı yanıtladı: n Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin kültür olduğunun” altını çizdi. Siz de bugün onun bundan tam 100 yıl önce açtığı yolda ilerleyen, klasik müziğin ülkemizdeki önemli bestecilerinden birisiniz... Cumhuriyetin öncesinde İstanbul dışında yerel müzikler dışında hiçbir şey yok Türkiye’de. Saray çevresinde birtakım gelişmeler var, ünlü piyanist Franz Liszt ve bazı büyük müzisyenler geliyor İstanbul’a, saraya, ama o kadar. Bir de sarayın belli bir geleneği, kültürü var. İsmail Dede Efendi, Zekâi Dede, Itri gibi bestekârlar var, kendi geleneklerini yürütüyorlar. Tüm bunların ise halkla ilgisi yok. Cumhuriyetin bizim için özelliği bu aslında. Monarşiden iktidarın halka verilmesi ve demokrasiye geçişimiz... Mustafa Kemal de bunları gören, kültürel birikimi olan, Türkiye Cumhuriyeti’nde de kültür ve sanatın olmasının beklentisi içindeki bir lider. Bunun için de çok cesaretli, sağlamlaştırıcı hamleler yaptı. n Musiki Muallim Mektebi gibi... 1924’te Musiki Muallim Mektebi’nin temelleri atıldı. Yani ilk konservatuvarın temelleri... 19201923 yılları arasında savaşlar var. Kurtuluş Savaşı dönemi... O savaşlar sonrasında yaptığı ilk işlerden biri bu. Biz bu okulda, kendi bestecimizi, çalgıcımızı, tiyatro adamımızı yetiştirmeye başladık. 1936 yılında da konservatuvar kuruluyor Atatürk’ün direktifleriyle. Sonra Musiki Muallim Mektebi, iki bölüme ayrılıyor. Bir kısmı Gazi Orta Öğretmen ve Terbiye Enstitüsü Müzik Şubesi adıyla müzik öğretmeni yetiştirme amaçlı olarak ayrılıyor. Konservatuvar, Cebeci’deki binada devam ediyor. Ankara Devlet Konservatuvarı 1940’tan itibaren de mezunlarını vermeye başlı BATI MÜZIĞI SÖYLEMI DOĞRU DEĞIL n Siz günümüzde çokça yerleşmiş “Batı müziği” söylemine de karşısınız bildiğimiz kadarıyla... Neden? Bana göre doğrusu klasik müziktir. Doğru bulmuyorum çünkü bu bizi geleneksel türlerden ayırıyor. Geleneksel türlerde klasik Osmanlı saray müziği var. TRT’nin kullandığı termino lojide buna Türk sanat müziği deniyor. Oysa bu kavram da doğru değil. Türk sanat müziği kavramı da “Türk halk müziği’ni ötekileştiren bir kavram” oluyor. Müzik özünde zaten sanattır. Dünyanın en büyük klasik müzik bestecilerinden bir tanesi Toru Takemitsu. Japon. Batı müziği mi diyeceğiz şimdi? Coğrafi kavramı buradan çıkarmamız gerekir. Siyasi anlamda da rahatsız edici kullanılıyor. “Batıcılar” gibi... Ne münasebet. Batıcı vs. değiliz. yor. Ancak 1900’lü yılların başında bizim çok önemli bestecilerimiz de var. Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar, Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses... Daha sonra onlara bir “yakıştırmada” bulunularak “Türk Beşleri” deniyor ancak onlar bunu hiçbir zaman benimsemediler. Çünkü beşinin de müzik anlayışları birbirinden farklıydı. n “İşte bu” dediğiniz bir besteniz var mı? Afife balesinin müzikleri... Yaşamımda çok önemli bir yer kapladı. Nedeni de sadece o müzikleri çok beğeniyor olmam değil, bir kere çok iyi bir prodüksiyon o. Beyhan Murphy çok güzel bir çalışma ortaya koydu. Sonra şef Rengim Gökmen, bu eserin kaydını Moskova Radyo Senfoni Orkestrası’yla yaptı. Çok iyi bir kayıt. Bu anlamda Türk besteciler arasında en şanslılardan biri olabilirim. Tabii Selva’nın (soprano Selva Erdener) seslendirmesi de esere ayrı bir güzellik kattı. n “Sen sen sen” şarkısı Afife’nin içinde... İki saatlik bir müzik Afife. Selva’nın seslendirdiği ve dinleyenlerin beğenisi Turgay Erdener ni kazanan “Sen sen sen” şarkısı da bu eserin içinde ufacık bir yer tutuyor aslında. Enstrümantal. Fakat onu Selva, Turan Oflazoğlu’na ait çok güzel sözlerle seslendirdi... “Sen sen sen yok olabilirsin ama seni sevmiş olmam yok olabilir mi?” Vurucu bir söz. Selva’nın olağanüstü katkısı oldu, kesin. Mirasımızdan haberdar olmalıyız n Peki, ülkemizde neden yeteri kadar opera eseri bestelenmiyor? Opera eseri yazmanın besteciye zamansal maliyeti çok yüksek çünkü. İki, üç, belki dört yıl üzerinde emek vermeniz gerek. Üstelik opera kurumu tarafından o eserin sahnelenip sahnelenmeyeceği de kesin değil. Kaç kişi girer bu işe, bilmiyorum. Besteciler de yaşamlarını kazanmak zorunda. Bence operanın kuruluşundan itibaren, yani 1950’li yıllardan itibaren her yıl Türkiye’de istedikleri bestecilerden bir eser bestelemelerini isteselerdi bugüne kadar en az 70 opera eseri de bestelenmiş olurdu. n Atatürk’ün istemiyle Adnan Saygun’un bestelediği Özsoy Operası gibi... Evet, Özsoy gibi... Adnan Saygun çok kısa bir sürede bestelemiş bu eseri... Ben yapamazdım... Çünkü ben bir eseri kafamda bitirmeden yazabilen bir besteci değilim. (Gülüyor...) Klasik müzik alanında uğraş veren insanların, kurumların hiç eksiği olmadı mı? Çok... Bu ülkenin bestecisinin kendi müzik mirasından da haberdar olması gerekir. Bilgi sahibi olmak zorunda. Biz ise ne yazık ki bu konuda biraz sınıfta kaldık. Konservatuvar eğitiminde kendi müzik mirasımızın çok iyi incelenmesi gerekiyordu. Eskiden, konservatuvarımızda, sadece kompozisyon bölümü öğrencilerinin aldığı iki ders vardı. Birincisi Divan Musikisi... Osmanlı müziği yani... Ruşen Ferit Kam üstadın verdiği bir dersti. Ben öğrenci olduğum zamansa maalesef Ruşen Ferit Kam, okulda yoktu. Ama biliyorum ki bizim bir kuşak öncemiz o dersi aldı. Nida Tüfekçi de halk müziği dersleri verirmiş örneğin. Konservatuvarımızda da folklor arşivi vardı. Arşivde bir sürü kayıtlı plaklar... Adnan Saygun, 1930’lu yılların ortalarında yöre müziklerini derlemiş, kayda almış... 1970 yılı sonrasında da İstanbul Teknik Üniversitesi çatısı altında “Türk Musikisi Konservatuvarı” kuruldu. Bunun bizim için “ayıplı bir konu olduğunu” düşünüyorum. n Neden? “Türk Müziği Konservatuvarı” kurmak deyim yerindeyse “ayıp” geliyor. Konservatuvar çatısı altında yapılmalıydı her tür müzik eğitimi. Ayrıştırılmış belki de küstürülmüş birbirine. Nedenlerini mutlaka sormak gerekiyor. Buralardan siyasi olarak da belki nemalanmak istiyor insanlar. Ayrıca bu ülkenin halkı hangi müziği dinlemek istiyorsa o müzik bize ait bir müziktir. n Muammer Sun bunu yapmaya çalıştı... Orkestraya uyarladığı eserler var... Şüphesiz... Muammer Sun, Adnan Saygun, Necil Kazım Akses de yaptı... Ama sanki biz sonraları “Türk müziğiyle ilgilenen, kanun, ud çalanlar bizden değildir” gibi davrandık. n Bir kez daha sormak isterim... Neden böyle oldu sizce? Siyasal sebepler olabilir. Ancak vurgulamak istediğim şey şu: Bu ülkenin bestecisi olarak yetişen bir genç, kendi geleneksel kültürünü de bilmek zorunda. Kanun nasıl çalınır örneğin... Kanun çalsın demiyorum elbette, ama bir kanundan nasıl ses çıktığını, hangi seslerin üretilebileceğini bilmeli. Ne yazık ki bunlarda zayıf kaldık. Ve ne yazık ki hâlâ bu durum için “Bizim müziğimizde yeri yok” gözüyle bakan insanlar var. Oysa müzik bireysel bir şeydir zaten. Benim yazdığım müzik bir Türk müziği... Türkçe konuşuyorum, Türkiye’de yaşıyorum. İlla bekledikleri o kurallar, benim müziğimden gelmeyebilir. Cumhuriyetin, Türk devriminin bir operası olmalıydı. Dev eserler yazılmalıydı. Biz bestecilerin de suçu var bunda şüphesiz. Ayrıca ne yazık ki az besteci yetiştirdik. Mozart’ın zamanında tek besteci olarak o yoktu. 50 bine yakın besteci vardı belki de. Biz ise “10 besteci yetiştirip, dünya çapında bir besteci yetiştirmeye çalışıyoruz.” Yüzlerce bestecimiz olmalıydı oysa...