Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kötü sporcuya hayır Biraz kitabınıza dönelim. Football Against the Enemy’de bizim yakından tanıdığımız biri, Graham Souness hakkında şöyle bir cümle geçiyor: (Maça kendini vermeyen Ruslar ile ilgili) “...Onların kötü oynuyor diye arkadaşlarının boğazına sarılacak bir Souness’ı yok...” Souness Türkiye’de de rakip sahaya diktiği bir bayrakla olay olmuştu. Bir İngiliz olarak onun bu davranışlarını nasıl yorumluyorsunuz? Bence o kavgalardan ve agresiflikten hoşlanan bir adam. Bazı insanlar böyle durumları sevmez ve kaçarlar. Ancak bazıları ise böyle durumları severler, çünkü onlar için bir maceradır, damalarında adrenalini hissetmekten hoşlanırlar. Souness da bunlardan biri. İngiltere’de yeni kurallar getiriliyor. Bunlardan biri hakeme itirazının boyutu aşarsa direk kırmızı kartla oyun dışında kalmak. Bizler için bunu anlaması biraz zor, çünkü böyle bir kural Türkiye’de olsa bir çok takım maçı 6 kişiden az bitirir gibi geliyor. Bu kuralın ortaya çıkışını biraz anlatır mısınız? İngiltere’de insanlar kötü sporculuğa karşı birçok ülkeden daha duyarlılar. Ve bu bir zaman kaybı. Örneğin karşı takım faul kazandıysa siz topu yerden alamazsınız. Futbolcular böyle bir durumda gidip hakem ile tartışmaya ve maçı durdurmaya başlıyorlar. Yani futboldan zaman gidiyor. Bence bunlar olmasa çok daha keyifli bir oyun izleyeceğiz. Bence Türkiye’de bile bununla başetmek mümkün. Eğer kırmızı kart göstermeye başlarsanız dururlar. Futbol bu açıdan aslında rahat bir oyun. İnsanları kolayca disipline edebilirsiniz. Kırmızı kart gösterin yeter. Kitabınıza geri dönersek. Letonya’da oynayan Ruslar’ın taraftarlara antipatik geldiğinden bahsediyorsunuz. Ya da Tüklerin Avrupa’da doğup büyüyen Türkler’den yararlandığı takdirde çok daha güçleneceğinden. Şu sıralar ülkemizde çok konuşulan bir konu var, o da bir Brezilyalı’nın... Evet, Marco Aurelio. Evet. Marco’nun Türk olup ulusal takımda oynaması çok eleştiriliyor. Sizin bu konudaki görüşleriniz neler? Bence tamamen iki farklı durum var. Eğer bir Russanız, ama hayatınızı Letonya’da geçirmişseniz, o kültürle büyümüşseniz tabii ki de oranın ulusal takımında oynamalısınız. Bu renk ya da etnik kökene bağlı bir şey değil. Tamamen nerde büyüdüğünüz, futbol bilginizi ve futbol kültürünüzü nereden aldığınız ile ilgili. Marce Aurelio aşağı yukarı 20 yaşına kadar Brezilya’daydı. O Brezilyalı bir futbolcu. Futbolu Brezilya’da öğrendi. Türkiye’ye zaten iyi bir futbolcu olduğu için geldi. Bence bu ulusal takımın bir futbolcu alması gibi bir şey ve istenen bir şey değil. Juup Derwall, yıllar önce “Bahis futbolu öldürecek.” demişti. Şu sıralar bahis endüstrisi iyice gelişmiş durumda. Milan’ın ana sponsoru bir bahis şirketi. Siz bu gelişime nasıl bakıyorsunuz. Gerçekten futbola zarar veriyor mu? Evet, bence zarar verebilir. Bahis yüzünden daha fazla skandal var. En yukarıdaki oyuncular zaten çok fazla paraya ihtiyacıları olmadığı için rüşvet almazlar. Manchester ya da Barcelona’da oynayan bir oyuncu yakalanıp bütün malvarlığından olmanın riskini göze almaz. C SPOR ROPÖRTAJ 29 AĞUSTOS 2006 SALI BAKINCA Bakın Şu Çılgın Türklere SERDAR KIZIK L Türkiye’deki yıldızlar Avrupa’yı hedefliyor S on zamanlarda Türkiye’ye yıldız oyuncular geliyor. Ailton, Alex, Ricardinho gibi. Sizce bunun nedeni nedir, Türk futbolu daha iyiye mi gidiyor yoksa oyuncular başka seçenekleri olmadığı için mi Türkiye’ye geliyorlar? Bence ikisi de doğru. Ailton gibi iyi oyuncular geliyor. Ancak bir oyuncu Türkiye’ye geliyorlarsa kesinlikle bir nedeni vardır. Her futbolcu Barcelona, Real Madrid gibi takımlara gidip daha fazla kazanmak ister. Daha iyi bir takımda daha iyi bir ligde oynamak ister. Yani bir oyuncu buraya geliyorsa o liglerin iyi takımları onlarla ilgilenmiyor demektir. Son bir soru, Abramovich’in Chelsea’yi almasını, ya da en son Amerikalı bir işadamının Newcastle’ı alması sizce futbolun daha fazla endüstriyelleştiğinin bir kanıtı mı? Hayır. Abramovich bence sadece hobi için Chelsea’yi aldı. 15 milyar doları var. Yani Chelsea’yi para kazanmak için almıyor, iş için almıyor. Rusya’da paranızı işle ilgili bir konuda kullanırsanız devlet sizi sürekli kontrol ettiği için işinizi elinizden alabilir. Bence Abramovich’in Chelsea’yi almasının nedeni futboldan aldığı zevk. itvanya, Avustralya, Brezilya, Slovenya gibi devleri geçen Basketbol Milli Takımımıza bakar mısınız? Dikkatli bakar mısınız dünyanın en iyi 8 takımı arasında yer alan 12 çılgın Türk’e? O gençlerin yüzünde ne görüyorsunuz? Pırıl pırıl bir kişilik, benim ilk gözüme çarpan. Takım kişiliği, kimliği... Temizlik. Arkadaşlık. Dayanışma. Destek. Hoşgörü. Özgüven ve cesaret. Ay yıldızlı bayrağı taşımanın onuru, gururu. Ve başarıyı sağlayan, bilinç. Asıl olan budur işte... Onbinlerin arasından süzülüp gelen bu gençler, şimdi gelecek kuşaklara yeni bir sayfa açıyor. Umut dolu bir sayfa. Salt elde ettikleri başarılarla ilgili değil bu. Sakatlıktan ötürü milli formayı giyemeyeceklerini söyleyen arkadaşlarına sahada sakat sakat oynayarak ders veriyorlar. Korkunun ecele yararı olmadığını anlatıyorlar. Indianapolis, İsveç ve Sırbistan’da NBA destekli tam takımla oynayıp ilk sekize girilemediğini anımsatıyorlar. Japonya’ya giderken kendilerine dudak büken, ‘‘Bu takımdan bir şey olmaz’’ diyen bazı ‘basketbol otoritelerine’ birey ve takım kimliğinin, kişiliğin hangi anlamlar taşıdığını öğretiyorlar. Milli formanın anlamını göstere göstere yol açıyorlar Türk gençlerine, çocuklarına. Türk basketbolu bu yeni süreçte ulusumuzun sürekli parlayan yıldızı olacak büyük olasılıkla. Yarın binlerce çocuğumuz belki de ilk kez basketbol topuyla tanışacak. Basketbolla yakınlık kuranlar sıçrama yapacak. Odalara milli takımımızın posterlerini asacaklar. Bu temiz ve harika oyun çığ gibi büyüyecek ülkede. Basketbolun farkı daha bir iyi anlaşılacak. 12 Dev Adam’ın arasında niçin futboldaki gibi ‘at yarışı, kumar, gece yaşamına’ düşkünlerin olmadığı, milli takım kamplarında telefonla ‘kadın siparişi verenlerin’ bulunmadığı sorgulanacak. Okuyan, yazan, eğitimli gençler oldukları bir kez daha dikkat çekecek. Sorguladıkça değerleri daha da artacak. Hem kendileri hem ülke basketbolu büyüyecek... 9