Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
MÜHÜR BENDE TÜRK FUTBOLU İÇİN HEP BİRLİKTE ÇOK ŞEY YAPTIK... Bu tabloya göre sizin duruşunuz çok önem kazanıyor şimdi? Kimin yanında yer alacağınız yani? Çok önemli evet, sorumluluğumun farkındayım. İki aday da bunu yeterince fark etmemi sağlıyor. Henüz bir karar vermedim. Şu anda UEFA’daki geleceğimi ve ülkemin geleceğini dikkatle korumam lazım. Çünkü, İcra Kurulu içinde benim de yeniden adaylığım söz konusu. Tam 16 yıl oldu. Normalde üç dönem yapar, bırakırsınız. Bir plaket verilir, onursal üye olursunuz. Gerek başkan Johansson’un, gerekse benim dört yıl uzatılmış bir durumumuz var. Bu, UEFA tarihinde bir ilk. Rekoru başkanla paylaşıyorum. Bulunduğum mevki çok kıymetli. Ocak’ta yapılacak seçimde iki taraf açısından da mühür bende. İkisinin de bana ihtiyacı var, diğerleri o kadar önemli değil. İki aday da bunun farkında... Ö zellikle Avrupa futbolunda son dönemde ırkçı, ayrımcı eylemler ve söylemler artış kaydetti. FIFA ve UEFA bu konuda ciddi yaptırımlar uygulayabilecek mi sizce? Avrupa futbolunda saha içinde ve tribünlerde yaşanan ırkçı, ayrımcı eylemler UEFA’yı ve FIFA’yı hem rahatsız ediyor, hem düşündürüyor. UEFA olarak, yedi yıl önce istemediğimiz halde uyguladığımız seyircisiz oynama cezasını geri getirdik. Başka çare bulamadık. Para cezası verseniz, futbolcu ve teknik direktör pek oralı olmuyor. Madem ırkçı söylemlerde bulunuyorsun, futbolculara hakaret ediyorsun, cezasını çekeceksin. Nedir o? Maçı seyretmemek. Bu kulüplere de bir ceza. Kontrol edilemez diyorlar ama edilecek. Irkçılık, ayrımcılık her yerde yok. Ama bir standart geliştirebilmek için disiplin talimatının 55. maddesini değiştirdik. FIFA kongresinden de geçti. Puan silmeden para cezasına, hatta küme düşürmeye kadar giden bir dizi kararlar alındı. Bu kararların alınması kolay, uygulanması zor. Bunu biliyoruz ve kabul ediyoruz ama bir yerden başlanmazsa önünü alamayacağımızı da biliyoruz. C S SPOR FUTBOL EKİM SALI GÖRÜŞ Seçmeli Beden Eğitimi SERDAR KIZIK T izin Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı olduğunuz dönemde yapılan işler de bir devrim niteliğindeydi. Günümüzde Kulüpler Birliği’nde yaşanan sorun sizi endişelendiriyor mu? Profesyonel yönetim anlayışında, kurumsal yapı anlayışında bazı adımlar atmadan Türk futbolunu yönetmenin olanaksız olduğunu ilk günden itibaren söyledim. O zamanın bütçelerinde şimdiki gibi sponsorlar da yoktu, UEFA’nın yolunu kimse bilmiyordu. Şimdi ufacık bir problemde herkes UEFA’ya koşuyor. Benden önce 32 federasyon başkanı gelmiş, bir ay görevde kalanlar da vardı. Herkes atamayla geliyordu. Biz atamayla gelen son yönetimdik ve hemen yasaları değiştirmeye çalıştık, kuralları değiştirmeye çalıştık, sonunda değiştirdik de. Amaç, FIFA ve UEFA statüleri paralelinde, demokratik ortamda iş başına gelmekti, bunu da başardık. Tahkim Kurulu olgusunu getirdik. Seçimle iş başına gelince federasyonun idari ve mali özerkliği gerçekleşti. Kaynaklar bulduk, sponsorları getirmeye başladık ve Türk futbolu çok iyi ivme kazandı. 2000’li yılların sonuçları, takımlar olarak da, yapı olarak da bizim dönemin eseridir. Ulusoy, Bıçakçı ve bütün kurullar dahildir buna. Sürekliliği sağlamıştık. Bu, federasyon başkanının 15 sene görevde kalması değil tabii. İş disiplinini ve kurumsal yapıya saygıyı sağladık. Bu futbolla olmaz T ürk futbolunu nasıl buluyorsunuz günümüzde. İleriye mi gidiyoruz, geriye mi? Türk futbolu kalite olarak iyi değil. İstanbul takımları heyecan verici maçlar oynamıyorlar. Nedenlerini yönetimler ve teknik ekipler bulacak. Futbolcular ‘maç bitse de gitsek’ havasındalar. Bir takım ilk yarı oynadığı futbolu ikinci yarı oynayamıyor. Bazı çıkışlar var tabii. Örneğin Manisa ve Kayseri’nin oynadıkları futbol hoşuma gidiyor. Geçenlerde çok keyifli bir Manisa maçı izledim. Hatta yanımda İskoçya eski Federasyon Başkanı da vardı. ‘Bu hangi takım, ne güzel oynuyorlar’ dedi. Manisa, Kayseri iyi ama İstanbul takımları oturmamış daha. Zor kazanıyorlar. Trabzonspor, Ziya Doğan ile çıkışa geçti ve bu devam ederse diğer takımlar da onlara ayak uydurmak zorunda kalacaklar. Veya uyduramayacaklar ve bu takımlar ilk üç sırayı alacak. O zaman da devrim olur. oplumumuzun, özellikle de gençler ve çocuklarımızın seyirden öte spora aktif katılımlarının gerekliliğiyle ilgili yazımızda Gençlik ve Spor genel Müdürlüğü’nü eleştirmiş, okullardan beden eğitimi derslerini neredeyse kaldırmaya çalışan Milli Eğitim Bakanlığı’nın durumunu da bu yazımıza bırakmıştık. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in atamasını onaylamadığı, bu nedenle üç yıldır görevini vekaleten yürüten GSGM Mehmet Atalay aradı. Üzüntülerini belirtti. GSGM’nin başında spor eğitimi almış bir yöneticinin bulunması gerektiğine ilişkin yaklaşımımızı, ‘‘değerli spor yazarlarının yanında yetiştiğini, bu yönde spor eğitimi aldığını’’ belirterek eleştirdi. Görevlerini başarıyla sürdürdüklerini, istatistiklerin, verilerin bunu ortaya koyduğunu söyledi. Lisanslı sporcu sayısının 1 milyonu aştığını vurguladı... Peki, biz de konunun ‘sportif başarı yönünü’ gösteren verilerden söz edelim o zaman. Nüfus olarak sekiz on kat büyük olduğumuz Yunanistan, Danimarka, Bulgaristan, Macaristan, Yeni Zelanda, Slovenya ve Slovakya gibi ülkelerin neresindeyiz? Kişilerle, isimlerle bir sorunumuz yok. Derdimiz sistem ve düzenle... Gelelim asıl konumuza. Okullarda beden eğitimini, resim ve müzik gibi ‘seçmeli’ dersler arasına alan ya da sayısını azaltan AKP iktidarı ve onun Milli Eğitim Bakanı ne yapmak istiyor? Örneğin spor salonu da bulunan Manisa Lisesi’nde birinci sınıfların dışında beden eğitim yapılmıyor. Gelişmelerinin önemli çağlarında, on dört on beş yaşlarında gençler bu olanaktan mahrum ediliyor... Eskiden ilkokullarda bile beden eğitimi öğretmenleri vardı. Şimdi sayıları giderek azaltılıyor. Diyeceksiniz ki, ‘‘düzenli egzersizlerin ve sporun ruh ve beden sağlığı üzerine olumlu etkilerinin bilimsel araştırmalarla kanıtlandığı, ülkelerin özellikle çocuk ve gençlerini bu gerçeğin ışında yetiştirdikleri, okullarda beden eğitiminin en önemli dersler arasında sayıldığı bir dünyada, Türkiye’de yapılanlar anlamsız’’ Anlamlı, anlamlı... Din dersleri zorunlu... Beden eğitimi, müzik, resim seçmeli... Demek ki sağlıklı bir toplum peşinde değil bu iktidar. Akıl ve bilimin yerine, inanç temelinde şekillenen bir yaklaşım... Ayağına ‘Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’ damgalı çoraplar giyen, ‘‘Abdest suyu alyuvarları artırır, tansiyona iyi gelir’’ diyen bir zihniyet, ne yapabilir ki?.. 14 Ağustos 1923’te, TBMM’de okunan bakanlar kurulunun programında ‘‘Ferdin bedeni fikri kabiliyetleri gibi ahlaki ve içtimai kabiliyetleri de inkişaf ettirilecektir. Bu maksada vusul için bir Beden Eğitimi Öğretmeni Okulu kurulacaktır’’ denilmişti. Şimdi, üniversitelerimizin beden eğitimi ve spor bölümlerinden mezun olan bir çok gencimiz, işsiz, sokaklarda geziyor... Nereden nereye? EPosta: serdarkizik@cumhuriyet.com.tr 5