Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 ANI Yaşanılanlar yazılmadı, fotoğraflanmadı... Çünkü hayat daha çok yeraltındaydı. Çünkü komünisttiler. Halim Spatar, o yılları yıllar sonra yazdı. Ahmed Arif'i, Enver Gökçe'yi, Ruhi Su'yu ve pek çoğumuzun tanımadığı bir ismi, Su'yu cezaevinde sazsız bırakmayan Faik Şekeroğlu'nu... M. HALİM SPATAR 1952 yılı. Sansaryan Hanı'ndaki Birinci Şube'nin on üç numaralı hücresinde kalıyorum. Dokuz ay tutuklu olarak tedavi gördüğüm askeri hastaneden oraya getirilmem iki ay kadar olmuş. Her günkü gibi kulağım tetikte, beni tekrar ne zaman ifadeye çağıracaklarını düşünüyorum. On üç numaralı hücrede öbür hücrelerde bulunmadığını sandığıminanılmazbirkonforvar. Duvardaki soba deliği kapatılmamış, usturubuyla karyolaya çıkıp uzanırsan Galata Köprüsü'nü, üzerinde gü nün telâşı içinde koşuşurcasına yürüyen insanlan, gelip geçen tramvayları, kamyonları, otobüsleri, otomobilleri, Galata Kulesi'ninsilüetinigörebiliyorsun. Amakulağın kirişte olacak, işi iyi bilen mavi gözlü nöbetçi polisin ne kadar sessiz yaklaşıp birden dı kiz deliğini açtığı malum. Yakalandın mı, ya deliği bir güzel örterler ya da başka bir hücreyi.yadatabutluğuboylarsın.Birkeresinde ayak sesini duymuş, kendimi karyolanın üstüne atıvermiştim. Alttaki yaylardan ikı üç tanesi kopmıış, bayağı ses çıkarmıştı. "Mavigözlü" gelip "dikizdeliği"ndenbakmış, sonra kapıyı açmış, "Hayrola, ne oldu ki?" gibisinden bakmıştı. Ben de ona, " Ayaktayken başım döndü, düştüm!" gibisinden bir şeyler söylemiştim. Hastaneden getirilmiş biri olduğum için işe yaramıştı bu yalan, anlaşılan. Hücrenin sağ duvarında, daha önce kalanlardan biri sigara izmaritiyle olsa gerek sıkılı bir sol yumruk çizmiş. Altında "Devrimci Şerefine Halel Getirme!" diye yazmış. Niye silmemişler bilmiyorum. Ama gelip giden çoktu. Derken kapı birden açdıyor, gece gündüz iki de bir aniden açılan "dikiz" penceresinden ne yaptığınızı dik bakışlarla gözetleyen tanıdığım mavi gözleri, bu kez karşımda oldukça yumuşak bir tavırda buluyorum," Hazırlan!" diyor. Söylediği "Gel!" değil, "Hazırlan!" "Nasıl yani" gibisinden soruyorum. "Eşyalarınıtopla! Gidiyorsunuz," diyor. "Allah allah! 'Gidiyorsun' değil, 'Gidiyorsunuz!'" dedi; kibarlıktan mı ço M. Halim Spatar... (Fotograf: KAAN SAĞANAK) ğulkullandı.yoksa?Hayırdır.neolaki? Iç çamaşırlanmdan, palto, gömlek gibi bir iki ıvır zıvırdan başka bir eşyam yok! Nereye götürüyorlar ki bizi, diye düşünüyorum. Sakın "tabutluk" filan olmasın? Ne yapalım, göreceğimiz varsa görürüz deyip hazırlanıyorum. Buraya getirileli beri ilk kez bütün hücrelerin kapısı açdıyor ve ardına kadar açık bı rakılıyor. 13 hücrede kalan,ancak kontrplak kapının iğne deliklerinden teker teker gördüğüm arkadaşlar, Abdülkadir Demirkan (Vedat Türkali), Behçet Pekmerdol, Macit Bilge, Fadd Barkan, Ben, Erdoğan Berktay, Kâmd Akar, Ahmet Bilge, Enver Gökçe, Emin Emek hücrekapdannın önüne çıkıyorlar. Ben de kapının önüne dikiliyorum. Hiçkimsenin sesi çdcmıyor. Birbirimizinyüzünebakmamaya çalışıyoruz. Durumneki? "Burayagirerken.dediklerimize dikkat etmezsen kambur çıkarsın!" diye "insan sever" uyarısını yapan sivd polislerin en afilisi, "Şimdi Harbiye'yegidiyorsunuz, geçmiş olsun beyler!" demez mi!.. Aylardır 10 mumluk bir ampul ışığında geçirilen hücreli, kü fürlü, falakalı, yalnız günlerden, geç vakitlere kadar süren çığlıklı gecelerden bu yana ilk kez bazılarını tanıdığım arkadaşlarla bir araya getiriliyor, dördüncü katın merdivenlerinden indirilip bir otobüse bindiriliyoruz. Otobüste, başka bölümlerin hücrelerinde kalan arkadaşlann yanı sıra, tabutluktan çdcardan Cazım Aktimur arkadaş da var. SÎRKECtHARBÎYE ARASI... Sirkeciden düzülüyoruz yolajömrümüzde ilk kez göriiyormuşçasına dünyanın ne kadar renkli, insanlarınsa ne denli sevimli, renk renk giysili, hareketli ve cıvd crvd şeyler olduğunu görüyoruz. Eskiden bakıp da fark etmediğimiz bu renk zenginliği, bizleri inandmaz bir mutluluk ve neşeye boğuyor. Aylardır uzaktan duyulan vapur seslerini şimdi yanı başımızdaymışçasına duyuyoruz. Aaa! Şukarşıkaldırımdan yürüyen kızın entarisinin renginebak! Nedenböyle, bu kadar renkli giyinmiş ki ? Amma da güzel kız üstelik, diye aklımdan geçiyor. Dokuz ay hastanenin, iki ay da Sansaryan Hanı'nın hücrelerinde dünya renklerini unutmuşum