Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 HAZIRAN 2003. SAYI897 "Acun Firarda". Sponsorfirma sanıyorum bir jilet üreticisi. Yani 'tıraş ol, ilik gibi kızları götür' mesajıyla yürüyen bir durum söz konusu. Bu durumda benim halimin bir daha moda olma olasılığı pek uzak görünüyor. Ama mesela aynı üretici firma, iirün yerpazesine sakal düzeltmek için uygun bir makası eklerse Acun'u ve bizim bütün mahalleyi sakallı görebilirsiniz ve ben de kendimi trendin içinde bulabilirim. (Bu arada ben keçe yelekli ve sakallı entelektüel görüntüsü içinde falan değilim. Konu uzamasın, ama o da başka bir gösterme durumudur.) Sonra "matrix" sözcüğü geldi aklıma. Niye mi? Bilmiyorum birden kendimi içimden matrix sözcüğünü yinelerken buldum. Sonra yeterince zayıf olmadığı için matrixe dahil hiçbir erkeğin ilgisini ve sevgisini çekemeyen bir kız geldi gözümün önüne. O kadar güzeldi ki o, yani o kadar olur. Oysa yanındaki solaryumdan derisi kurumuş zayıf ve bu nedenle de düşük belli pantolon giyebilmiş kız, alternatifleri arasında seçim yapmakta zorlanıyordu. Ama nedense seçim yaptığında da ilişkileri hiç uzun sürmüyordu. Matrixin içinde bir erkeğin kalıcı ilgisini muhafaza edebilmek çok güçtü çünkü. Evde bile Acun'un firar ettiği bölgelerdeki kızların kılık kıyafetiyle yaşamak ne mümkündü. Uişki uzadıkça makineleşen beden ve ruh insanlığını yaşamak için hata yapıyor ve tıraşlı oğlan diğer makinelere doğru yöneliyordu. Oğlanın durıımu da berbattı, içi bir türlü dolmayan delik bir kova gibiydi. Oysa yaşamışlığın izlerini silmekle meşguldük hepimiz. Kimse şişman, gıdılı, kırışık, sarkmış, büyük memeli, kiiçük memeli, göbekli, yaralı olmak istemiyordu. Yaşamamışçasına yaşamak istiyordıık. Hayat sanki bize hiçbir şeyeklemesinistiyorduk. Bedenyağoranımızın android gibi olmasını istiyorduk. O gece televizyonda bir Fransız kanalında Suriyeli yaşlı bir müzisyeni tanıtan bir belgeselvardı. ismiSabri'ydi. Uzun bir entarisi vardı, başında da takkesi. Acayip kırışmıştı, acayip güzel eskimişti. Kameraman da fark etmiş olacaktı ki, uzun uzun tüm kırışıklann arasında gezdiriyordu kamerayı. Yüzündeki güzelliği tarif etmek mümkün değildi bence, çok güzeldi yüzü, acayip güzeldi. Ve hiçbir trende uymuyordu görüntüsü. Amerikalıya hiç benzemiyordu. Bebek'teki lüks balık lokantasında çalışan garsonun yüzü geldi gözümün önüne. Hani şu Kafka dediğimiz. O da öyleydi, o kadar güzeldi ki,o kadar olur yani. Sonra program bitti tbrahim Ferrer şarkı söylüyordu, onda da aynı güzellik vardı. O gece iyicekararverdim, sözünü ettiğimbu güzelliği tarif edecek bir kitap yazmayaı Mat rixe direnmeye bile ihtiyacı olmayanların yüzleriydi onlarda gördüğüm. Değişmeye, çan eğrisine uymaya çalışmayanların veya çalışacak ne hali ne vakti olanların yüzleriydi onlannkiler. Yaşamakla meşguldüler. O sabah kalktığımda bir gazetede " Hanımlar Yaza Hazır mısınız?" manşetiyle karşılaştım. Yenibirhayatımüjdeleyen bir estetik cerrah şunları söylüyordu: "Sarkmış, içi boşalmış, küçük memeleri bir saatlik bir ameliyat ile ağrı sızı olmaksızın dolgun göğüsler haline getiririz. Beş gün sonra da güneşlenme ve yüzmeyi gerçekleştirebilirsiniz." Sonra yağsız 'fit' bir vücut, dümdüz bir karın, genç bakışlar, kalın dudaklar, genç bir yüz, yüzle ahenkli bir burun başlıkları altında operasyonların gerekliliği vebasitliği anlatılıyordu. Heroperasyonun anlatımı sonrası yaklaşık şu kadar gün sonra denize girip normal yaşamınızı sürdürebilirsiniz deniyordu. Yani normal yaşamın tarifi içinde özellikle denize girmek ve güneşlenmek şiddetle önemliydi. Tıp da bir sektördü ve sağlıkh olma kılıfı içinde ürünlerini pazarhyor, matrixin oluşumuna katkıda bulıınuyordu. Bilim gerçekle ne kadar ilişkideydi? Bir diyet ürününün reklamında bir asansörün içinde yaklaşık yirmi erkek var, yirmi birinci olarak kilosu fazla diye sunulan bir kadın biniyor asansöre ve ağırlık sınırı aşıldığı için alarmı çalıyor asansörün. Alarmı çaldıran neden yirmi erkeğin değil de bir kadının fazlalıklarıdır bilemiyorum ve neden erkeklerden biri inmeyi düşünmez asansörden ve neden kadınlar bu iğrenç oyuna alet olmayı sürdürmektedirler? Matrix filmi bile yeni bir matrixe götürüyor bi zi. Şimdi siyah gözlüklerin zamanı ve Trinity gibi Maurice zayıf, cool kadınların döGreene nemi. Ve belki de cool olma kurslarına gitme zamanı. Matrix içimizde sarmallanıyor, içimizde dallanıyor, kendimizinmatrixioluyoruzgitgide. Sabri'de, Kafka garsonda gördüğümüz güzellik Zion'ungüzelliğidirdemekistiyorum, diyemiyorum. Çünkü Zion da Matrix'in ikinci bölümünde matrixin içine girdi. Özellikle de Zion halkının dans ettiği sahne umutları yerle bir etti. Son zamanlarda kafamı meşgul eden ve beni yeni bir metne doğru iteleyen bir kavramın uzantısımıbütün bunlar? "Olmak görünmektir", "görünürsem varım demektir", "görünmüyorsan değerin de yoktur " diyen yeni ve hasta bir yapının içimize inen kökleri mi? Onun için yazının başında izleyen bir konumdavarolmanınrahatsızlığından bahsettim. Çünkü orada da izleyenin izlenme isteği var. Bir bardan, bir kafeden çıkarken, yürürken, yani yaşarken olduğu durumunu, yani kendiliğini bir yazıda boldla yazılmış bir isim olarak görme isteği. Belki bir başka yazıda.. . • Yıldızlarla beraber MÜŞERREF HEKİMOĞLU arpıcı bir olay, resim dalı giderek yeşeriyor. Kapım çalıyor, sergi çağnlan birbirini izliyor. Yeni ressamlar geliyor gündeme. Ancak, giderek yaşadığım bir gerçek var. Ressamlık ayrı bir olay. Resim dalında çalışanları da saygıyla izliyorum doğrusu. Rengini, sesini yitiren dünyamıza bir katkı ya da uyan diye düşünüyorum. Çirkin olaylara bir tepki de denebilir. Ancak, resim başka bir olay. Ülkemizde büyük ustaları var. Geçmişte de, bugün de. Karma sergiler başka bir uyarı bu dalda. Renklerle anlaşıyor ya da kavga ediyor, gereksiz ayrıntılarla şaşkınlık veriyor kimi zaman. Kimi zaman da renkler içinden güzel bir mesaj ama resim değil! Ressam dostum Daver Darende'nin duvarlarmda afişler var. Kişiliğine, yaşamına yaraşır düzeyde yapıtlar. Örneğin, Mehmet Ulusoy'un bir afişi, sonra bir kitap, "Yaratıcı Tiyatro Yolunda". Dünyaca ünlü yönetmen Robert Wilson'un Mehmet Ulusoy için yazdığı uzun bir böliim var sayfalannda. Öyküsünü duyunca çok etkilendim. Okurlarıma da duyurmak istedim. Kimi zaman bir söz, bir kitap ya da bir afiş ne güzel şeyler anlatıyor. "Yaratıcı Tiyatro Yolunda" adlı kitabın sayfaları da güzel anıları, öyküleri anımsatıyor. Daver Darende anlattı, yüreğimde çarpıntılarla dinledim. Paris'te görevliyken güzel dostluklar kuruyor sanat çevreleriyle. "Yaratıcı Tiyatro Yolunda" adlı kitabı anlatırken dünyaca ünlü yönetmen Robert Wilson da geldi söyleşimize. Paris'te uzun araştırmalardan sonra eski kitapçılarda bulduğu kitapla güzel bir sayfa açıyor Daver Darende. Mehmet Ulusoy'la güzel bir dostluk oluşuyor, söyleşilerde, kitapta, anılarda Mehmet Ulusoy'un sesi duyuluyor neredeyse. O afişi başka kişiler de görüyor ve toplantı başka bir nitelik kazanıyor. 2001 yılında bir cumartesi gecesi Daver Darende'nin evinde buluşan dostlar renkli söyleşilerle Paris'in günlüğüne yeni bir boyut katıyor. Büyükelçi Sacit Somer, profesör Erhan Karaesmen, profesör Gürgan Çelebican ve eşleriyle Şadan Karadeniz'in de katıldığı akşam yemeği Eyfel Kulesi'nin tepesine de ulaşmış olacak. Bu tür söyleşiler kolay oluşmuyor! Daver Darende yemeğe başlamadan Mehmet Ulusoy'un kitabını imzalamak istiyor. Evsahibi başka bir olaya götürüyor onu. Duvarında Mehmet Ulusoy'un Daver Darende için imzaladığı bir afiş var. Ulusoy çok hoşlanıyor bundan, kalemini alıp afişin köşesine adını yazıyor, bir de imza konduruyor. Bir de yazı: "Sevgili Daver Beyciğim, bu kitapla yıllar sonra yıldızlara uçalım, yddızlarla". Imzanın yanında tarihi de var, Şubat 2003. Daver Darende büyük coşkuyla anlatıyor o buluşmayı, ben de coşkuyla yaşıyorum olayı. Darende'nin ekimin ilk haftasında Sanat (jalerisi'nde sergisi açılıyor. Paris sergisindeki tablolar da yer alacak, "Kız Kulesi'nden Eyfel'e" de. Arkası var, 14 Kasım10 Aralık arasında da Altamira Sanat Galerisi'nde selamhyor dostlarını. Ankara'da değil Mersin'de! Yoğun çalışma içinde Daver Darende, resim bitince anılar başlıyor. Uzun meslek yıllarının birikimiyle kitaplara taşınan ilginç olaylar. Dilerim hepsi gerçekleşir, okurlar da yeni ufuklara açılır o zaman. Mutluyum, bu tür olayları güzel yaşıyorum. Yeni resimler, yeni kitaplar ve anılarla ufkumuzu daraltan nedenlerden annır, yeni ufuklara yöneliriz. Arkası yarın! Duyarsızlar, tepkisizler de var ama özlem ortak. Ortak özlemin çarpıntısı var yüreğimizde. O özlemin dinmesi de ortak beklentimiz. • Soldan sağa: Şadan Karadeniz, Daver Darende, Mehmet Ulusoy ve Erhan Gökgücii. Başkent günlerinde bir dost köşesi.